“Esrarımı Mesnevî’den aldım
Çaldımsa da mîrî malı çaldım.”
Şeyh Galip
O
demişti bana ilk önce. "Senin kalbinin böcüü ölmüş," diye. Ben o zaman
anlamadıydım o lafı. İşin içinde böcek haşarat olunca bişeylere fena
kızmış herhalde diye soramadıydım da. Sonradan bir gün "Peki de demek
"senin kalbinin böceği ölmüş" diye sordum. Çukurova yöresinde bir
deyimmiş. Hani hayattan bıkmışlara, olup bitenle başedemeyip
vazgeçenlere derlermiş bu lafı. Kalbinin böceği ölürmüş onların... Peki
sonra... Hiiiç... Sonra dururlarmış işte öyle... Düşündüm. Kimi zaman,
akla ziyan TV programları izleyip, gazeteleri okuyor, "Orta Zekalılar
Cenneti"nin türlü çeşitli meleğiyle fitbolundan cep telefonuna milyon
türlü geyiğe dalıyor, bar taburesinden, meyhane sandalyesine, ordan
sinema koltuğuna, tirübünlerde, hipodromda, metrobüslerin cam kenarında
dört gezdirip kulak kabartıyorum. "Bin ilmekli halife halısı"
çiğnediğim de oluyor, göz göre göre moka bastığımda... İçimdeki ses
bitince, yani biri "koşmayı bırak" deyince içimden, susunca... İçmelere,
kaybolmalara giderdim eskiden. Doğrusu güzel de kaybolurdum hani;
kendim dahil hiç kimse beni beş on gün bulamazdı... Herkesçe bilinir
ki, sonra bulduğun yine kendin olursun. Reset Ya Resûlallah...
Aslında işte, olup bitenden, gittiğin küçük ölümden gelmek, dirilmektir
biraz. Çoğumuz bazen "duruyorduk" hakkaten. Yani öyle "hayata karşı"
felan değil. "Hayat bak hiçbir şey yapmadan duruyorum şuracıkta...
Duruyorum... Hadi ne yapacaksan yap, bitsin" der gibi...
Az önce Schrödinger'in kedisi'nden İsrafil'in borusuna, yani kuantum fiziğinden dört kitap dört peygamber indinde kadim bilimlere, iyiliği ve kötülüğü düşündüm. Hepimiz ölecek miyiz? Evet öleceğiz. Gerçi ben gibi arada gidip gelenler oluyor ama son tahlilde "kalanlar" olarak biz, kötülükle uzlaştığımız için mi direnip kalabiliyoruz? Sahiden kötü müyüz peki? Stefan Hawking'e göre mesela, insanoğlu olarak saldırgan bir ırkız biz. Hatta bu gezegeni bitirip başka gezegenlere açılmak gibi planlarımız var. "Doğal seçilim teorisi" mi yani, yeterince yırtıcı olduğumuz için mi dayanıyoruz bu hayata....
Ben işte böyle fenafillah mertebesinde felsefi düşüncelere dalmışken.... Aklımdan patlıcan sıcakları, Habitat sonrası düşülen kentsel iletişim boşluğu, güneşteki kara lekeler, Ebabil Kuşlarının Başkentinin çeşitli yerlerine yuva yapmaya başladığı ve bunun bir kıyamet alameti olduğu gibi anlamsız bir yığın şey geçirdim. Bir keresinde Oğuz Abi söylediydi, "Her şeyi yazıp çizdikten sonra bir çeki taşı kalır insanın içinde" dediydi. "
Çeki taşı" nedir bilmiyorum. Ama kalbimin yarı ölü böceğinin ters dönmüş bacaklarını kırpıştırırken, okuduğum "ciddi ve hisli" öykülerin sırrını çok iyi biliyorum. Kalbimin böcee'ni merak ediyorsun değil mi? Hımmm... Kalbimin böcüü'ne gelince... Benim ki ölmedi. Fıtıl fıtıl dolaşıyor ortalıkta. Bakma sen, bazen "Naapıyosun" diye soran olduğunda "Hiç işte, duruyorum öyle" dediğim oluyor. Dururken bakıyor hatta fena halde gözetliyorum ama....
Şimdilik o çeki taşından güç bela yontabildiklerimden bunlar...
Benim kalbimin böceğinden seninkine; sevgiyle...
NOT: Kaç gündür yazı yazamıyorum. İçimden bir şey yazmak gelmiyor. Eski yazılarımı tekrarlıyorum. Yazar affetsin beni... Atilla Atalay'ın aşağıda isimlerini sıraladığım öykülerinden ruh halime denk gelen bazı cümlelerini gene çaldım. Benim cümlelerimle ortaya karışık harmanladım. Ne yapayım yani? Çaldımsa da mîrî malı çaldım.
-Kalbin Böcüü
-Negzel Pembe
-Deliler Denizi
-KırılanNOT: Cennetteki Yabancılar çizgi roman karelerini kullandım.
2012
hay aksi yazarken bir sorun oldu,hepsi uçtu sanırım.Özetle yeni yazılarınız listemde güncellenmiyormuş meğer.Bilginize.Çizgi romanı bilmiyorum ama Conan'ın gençliğini andırdı bana :)
YanıtlaSilHaklısınız Levent. Blogta büyük bir sorunum vardı. Güncelleme yapmıyordu.
YanıtlaSilBugün tuhaf bir gelişme oldu.
Bi Hızır imdadıma yetişti ve sorun halloldu:)
Şahane!