Çocukluğumda yaşadığım ev, açık hava sinemasının locası gibi bir balkona sahipti. O vakitler televizyon çok tazeydi tabii. Tek kanal... Siyah beyaz... Hepimiz için yepisyeni bir ilgiydi. Ama sinema var ya... Sinema... Sinema benim için bir sihirdi. Şimdi hatırladım. Sinema başlamadan önce gong çalardı. O gong sesini duyunca yüreğim heyecandan küt küt atardı. Peki ya şimdi? "4.salondaki film başlamak üzere" şeklinde anons var, öyle değil mi? Çünkü o vakitler tek sinema salonu vardı. Gong çalınca anladık nerede filmin başlayacağını.
Son günlerde, film festivali sebebiyle bazı defa, günde üç film seyredince... Bir de ofiste biriken işlerimi toparlamak için verdiğim insan üstü uğraşıları üzerine ekle... Bıkmadan usanmadan ve nerden geldiğini bilmediğim bir enerjiyle asla ihmal etmeden yazdığım, onlarca yazılar ve yorumlar... Tam bir seyirlik vaziyetteyim. Şakülüm mü şaştı, eksenim mi kaydı bilmiyorum. Son günlerde iyiden iyiye seyrini şaşırmış bir sarkaç gibi hareket ettiğimi düşünüyorum. Üzerine afiyet... Sanırım "ben festival olmuşum."
Bakar mısın halime? Gene geçtim bilgisayar başına. İlla yazacağım ya... Yazmazsam sanki dünyanın sonu gelecek... Yazmazsam sanki kıyamet kopacak... Yazmazsam sanki yer gök birbirine karışacak. Öyle ağır bir sorumluluk var üzerimde. Üstelik ne yazacağımı da bilmiyorum. Öylee başladım yazmaya işte... Bu yazının sonunda ne çıkacağını inan bana çok merak ediyorum. Şimdi... İçim sıkıldı inan ki... Anlatıyorum ya aklıma gelenleri böyleyken böyle diye... Bahar nedeniyle olmalı... İçimde hazin bir ses işitiyorum. Ben böyle düşünürken düşünürken... Gözümün önüne rahmetli Sami Hazinses'in görüntüsü geldi yerleşti iyi mi? Hani gülerken hüzünlendiren, ağlarken eğlendiren o kendine has ifade... Hafıza ne tuhaf bir kutu? Yıllar var ki seyretmedim. Sami Hazinses mi? Ruhuna rahmet... İnanamıyorum kendime... Şimdi nereden aklıma geldi?
Sami Hazinses, soy ismi gibi -ki takma olmalı- hazin bir hüzün verir izlediğimde. Tabi o 60-70'lerden kalma romantik komedi filmlerinde değil...
YanıtlaSilBen onu, bilmem neden -belki de hüzünlü diye- Y. Turgul'un "Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni"ndeki küçük rolüyle anımsarım hep... Şener Şen'in canlandırdığı yönetmenin yeni filminde küçük de olsa rol almak için yapım şirketine gelenlerden biridir. Hani Nubar Terziyan da vardır aralarında...
Öyle hüzünlüdür Hazinses...
Hakikaten de festival olmuşsunuz Vildan Hanım :) Bir an için gözümün önüne getirdim halinizi de, gülümsemeden edemedim. Kendimi gördüm çünkü sizde :) Blog yazmak, haydi blogu geçtim, yazmak bir hastalık gibi... Bir kere büyüsüne kapıldınız mı bırakamıyor, vazgeçemiyorsuz bir türlü. Ama şikayetçi de değilim hani :) Sevgi ve sağlıcakla kalın...
YanıtlaSilSelam Cüneyt,
YanıtlaSilBakın nereden nereye? Aklıma geldi dün gece bir an Sami Hazinses.. Şimdi siz soy ismi takma deyince vikipediden baktım. Okuduklarımı buraya kopyaladım...
Sami Hazinses. (d. 1925-Diyarbakır - ö. 23 Ağustos 2002), Asıl adı Samuel-agop-Uluçyan olan Ermeni asıllı Türk vatandaşı sinema oyuncusu.
1925 yılında Diyarbakır'da doğan Hazinses, ilkokuldan sonra çalışmak için İstanbul'a geldi. 1953 yılında Mahir Canova'nın yönettiği, Cüneyt Gökçer, Atıf Kaptan ve Muhterem Nur'un oynadıkları "Kara Davut" filmindeki rolle sinema oyunculuğuna başladı. Sonraki yıllarda çevirdiği filmlerle rolleri büyüyen Hazinses, Türk sinemasının unutulmaz komedi sanatçıları arasına girmeyi başardı.
Cüneyt bakar mısınız, Sami Hazinses'in müzik çalışmaları da varmış..
"Hazinses, oyunculuğunun yanı sıra güfte ve beste çalışmaları yaptı. Sanatçının, "Bir Dilbere Müpteladır Deli Gönlüm" adlı eserini Zeki Müren seslendirmişti.
23 Ağustos 2002'de vefat etti. Cenaze töreni Kadıköy Surp Takavor kilisesinde yapıldıktan sonra naaşı Hasanpaşa Ermeni mezarlığına defnedildi."
Hiç bilmiyordum. Neler öğrendim... İyi de nasıl aklıma geldi? Niye? Neyse.. Böylece anmış olduk fena mı? Böyle durup dururken ölen biri akla gelince, "ruhu rahmet istedi" derdi büyükannem... Yattığı yer nur dolsun diyelim o halde... Teşekkür ederim Cüneyt. Sayenizde merak ettim, araştırdım.
Haklısın Mit... Feci bir şey yazmak... Hem acıtıyor hem haz veriyor... Tuhaf bir durum gerçekten... Bu duyguları yaşamak güzel Mit.
YanıtlaSilHaklısın... Ben de yazdığım için asla pişman değilim. Düşe kalka, bata çıka... Ama illa ki yaza yaza... Öğrenmenin yaşı yok.. "Yazının olduğu yerde herşey mümkün der" Aşkın Güngör:) Hayatı,duyguları, insan çeşitlerini ve kendimi yaza yaza öğreniyorum:))Bak mesela daha önce kendimi hiç festival olmuş gibi, Sami Hazinses bakışıyla bakıyormuş gibi hissetmemiştim:) Yazınca öğrendim. Oluyor demek ki böyle hallerim:))Acı verse de öğrenmek ve bilmek bence çok güzel. Okumak ve yazmak güzel...
Ne olursa olsun hayat güzel:)
Benden de sana sevgiler Mit.