"Hayal... Duman. Bir mısraın peşine takıldık.
Hakikaten hepsi hayaldi."
Mümtaz o günü sonradan bir çok defa hatırladı. O günün hatırası, onun hem bağrında saplı hançeri, hem ömrünün som altından bahçesiydi. Onun için hiç bir teferruatını unutmamıştı. Istıraplı günlerinde, Nuran'ın kendisine karşı kayıtsızlıklarını fark ettiği zamanlarda, onları teker teker sayar ve yaşardı.... Hakikat şu ki, genç adam o zamana kadar bu güzel kadının sadece varlığıyla mesut oluyor, uzaklaşınca içine hüzün çöküyor, fakat onu hayatının içinde göremiyordu. Fakat Nuran'ın yüzünü ve dudaklarını kulağının dibinde hissettiği ve sesinin arzu ile değiştiğini bu kadar yakından duyduğu anda iş değişmişti. O andan itibaren muhayyilesi çalışmaya başlamıştı.
Ekseriya içimizde varlığından bile şüphe etmediğimiz o gizli ve yaratılışın sırrını taşıyan kurtlar birdenbire uyanmışlardı. Mümtaz, oluşun bu zerresi, şimdi kendisini kâinat kadar geniş, sonsuz buluyordu. Nuran'ın varlığı ile kendi varlığını bulmuştu.... Ağaç, su, aydınlık, rüzgâr, Boğaz köyleri, eski masallar, okuduğu kitap, gezdiği yol, konuştuğu ahbap, başının üstünden geçen güvercin, sesini duyduğu ve cüssesi, rengi, hayat nasibi ne olduğunu bilmediği yaz böcekleri, hep Nuran'dan gelen şeylerdi. Hepsi ona aitti. Hulâsa uzviyetinin ve muhayyilesinin yaptığı bir büyü içinde idi. Çünkü kadın dediğimiz o acayip ve zengin varlık, o bizden başka türlü ve derin tâbiat, onun kulağına bir saniye kendi uzviyetinin sıcaklığını nakletmişti.
Geceyi acayip hayaller içinde geçirdi..... Bazen yerinde duramıyor kalkıyor, oda içinde geziniyor, bir cigara içiyor, bir iki sahife kitap okuyordu. Sonra tekrar yatağa giriyor, uyumaya çalışıyordu. Sonra tekrar hayal aynı vuzuh ile gözünün önüne geliyor; rüyanın, ne olduğunu fark edemediği akışını kesiyor, Nuran alt kattaki sofanın aynasından birdenbire fışkırıyor yahut bahçedeki erik ağacı birdenbire onun şeklini alıyor veya çocukluğunun geçtiği odalardan birinde ona rastlıyor ve çehre tam muayyeniyetini aldığı zaman, o yatağında "Yarın gelecek..." düşüncesiyle uyanmış bulunuyordu.... Yarın.... Bu acayip ve sihirli bir kapıydı.... Çünkü bu kapının arkasında Nuran vardı.
Hakikatte Nuran'ın aşkı Mümtaz için bir nevi dindi. Mümtaz bu dinin tek âbidi, mabedin en mukaddes yerini bekleyen ve ocağı daima uyanık tutan başrahibi, büyük mâbûdenin sırrın yerini bulması için insanlar içinden seçtiği fani idi. Bu biraz da doğruydu. Güneş her gün onlar için yeni baştan doğuyordu. Bütün mazi üst üste zamanlarını onlar için tekrarlıyordu.... İnsanoğlu tam sevinemez, bu onun için imkânsızdır. Düşünce vardır, küçük hesaplar vardır ve korku vardır. İnsanoğlu korkan mahlûktur. "Hangi büyük mucize bizi bu korkudan kurtarabilir?.." ... Terazisi birdenbire aksi istikamete kaydı; ya gelmezse...
Ve bu sevgi, bu sarih ve sade çehreyi ferdi saadetiyle daha ilk günlerinden itibaren Mümtaz için bir muamma yapmıştı. Onun için Mümtaz üstünde fazla düşünmemesine rağmen, sevgilisine olan hayranlığına, ömrünü bir yıldız kasırgası yapan o tapınma hissine bir nevi korku karışmıştı.
Bu korku Mümtaz'ın ruhunda en derin zemberekleri harekete getirdi. Sonradan saadetini zehirleyen şeylerin başında, sadece kendisini bu kadar muhayyilesine terk edişin az çok hissesi olduğunu düşünürdü. Fakat Mümtaz o yaz, insan ruhunu olduğundan çok hür sanıyordu. Her an kendimize sahip olabileceğimize inanıyordu. Bu demektir ki, hayatın gafiliydi.
NOT: Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Huzur adlı romanının bazı cümleleriyle, Daredevil adlı çizgi romanın bazı karelerini eşleştirerek, küçük bir öykü çıkarmaya çalıştım.
Selam Metehan, ne yalan söyleyeyim çok sevindim! Magento web tasarımı çalışanlarına mahsus selam ederim:)
YanıtlaSil