tim burton etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
tim burton etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Aralık 2016 Cuma

Bu Hafta Neler Yaptım?

Keyifle çizgilerin menzilinde dolanıp, çizmeyi hiç denememiştim. Son günlerde çizmeye heves ettim. Tim Burton hastasıyım. İzini sürüyorum. Renkli kalemle çizdiğim halde o kadar çok fırça sahibi oldum ki anlatamam. Kullanmasam bile fırçaların gölgesinde ellerimden ilham almayı seviyorum. 




Baharat kullanmaya bayılırım. Yemeklerime mutlaka baharat katarım. Mesela... Mantıyı sumaksız yemeği...  Kesinlikle reddederim. İyi de abicim, sumağı o kadar  seviyorsan, ağacını bil, yaprağını, çiçeğini tanı bari di mi? Nerdee? İşte bu ağaç sumak ağacıymış. Hayretle seyrettim. Dayanamadım tabii... Eğildim kulağına... Anlattım... Hayatıma nasıl lezzet kattığından bahsettim. Çok seviyorum seni, dedim. İştahla teşekkür ettim.



Bu hafta iki kez sinemaya gidebildim.  Yıl sonu sebebiyle şirketlerdeki toplantılara katılmak amacıyla İstanbul'a gidince, iki filmi de İstanbul'da seyrettim. Sinemaya gitmek için illa bir alışveriş merkezine girmek, sinemadan çıkınca tenimde kışın ayazını hissedememek ne feci!




Bu hafta Cahit Uçuk'un Sırlı Saray'ını okudum.  Cahit Uçuk hakkında yazı yazmak niyetim var. Mümkün olmuyor. Kağıt Ev, bi solukta okunacak, okuru gizemli bir kitabın peşinde sürükleyen kısacık bir novella. Emrah Serbest'in Müptezeller'ine yeni başladım. Keyifle okuyorum. Bu hafta sonu bitiririm.




Bu hafta müzikleri radyoz'den dinledim. Kesinlikle müthiş!


25 Kasım 2016 Cuma

Bu Hafta Neler Yaptım?

 
Black Mirror, bir İngiliz TV dizisi.  Bu hafta her bölümünü şaşkınlıkla seyrettim. Çok az bölümü kaldı. Bu akşam bitireceğim.


Ellerimi kullanarak neler yapabilirim derken, resim yapmaya niyetlendim.  Renkli kalemler aldım. Peki ne çizecektim? Bencileyin birinin aklına  Leonardo da Vinci gelecek değil ya, Tim Burton geldi tabii. Voodoo Girl'ü çizmeye başladım.  Çizmek şahaneymiş.  Tüm acemiliğimle devam edeceğim.

 

Defterleri çok severim. Gittiğim her yerden defter almaya heves ederim. Peki, bu kez defterimi kendim yapsam dedim. Defter yapmayı gerçekten denedim.  İşte bu ilki. Yaptıkça güzelleştireceğim.



Yıl sonu. İşim açısından en debdebeli aylar.  Kimi günler çok yoruldum. Yoruldukca kendimi sinemaya attım. Her biri ilaç gibi geldi. İyi ki sinema var.




Bu hafta sayfalarında dolandığım kitaplar, Gündüz Vassaf'ın Boğaziçi'nde Balık, Levent Cantek'in yazdığı Berat Pekmezci'nin çizdiği  Uzak Şehir, Murathan Mungan'ın Hayat Atölyesi. Uzak Şehir'i bir solukta bitirdim. Boğaziçi'nde Balık ve Hayat Atölyesi'nin  sokaklarında gezindim. 





Bu hafta Yann Tiersen'in Porz Goret'ini sürekli dinledim.  Kesinlikle şifalı bir müzik. 

3 Aralık 2013 Salı

Voodoo Kız

".......
Ama Voodoo Kız lanetli
Hem de sonsuza kadar
Biri ona yaklaştığında

İğneler daha da derine batar."

Tim Burton





Şiirin tamamı ve diğerleri burada:
http://homepage.eircom.net/~sebulbac/burton/home.html

20 Ekim 2013 Pazar

Dönüyor Aman Dünya Başım Duman...

Dün gece... Niyetine girdim. Beş Batman filmini, yine yeni yeniden seyretmeye heves ettim. İkisi Tim Burton'ın Batman ve Batman Dönüyor. Üçü Christopher Nolan'ın Batman Başlıyor, Kara Şövalye ve Kara Şövalye yükseliyor. Tamam. Hazırım. Odayı kararttım. Nananaanooom! Seyretmeye başladım. İyi ama... İkinci filmin sonunda saat gece yarısı üçü gösteriyordu. Dayanamadım yattım.


Sana bir şey söyleyeyim mi, süper kahramanlar arasında sanırım en çok Batman'i seviyorum. Bikere ona bahşedilen özel güçleri yoktur. Batman kendiliğinden uçamaz, görünmez olamaz, binlerce ton ağırlık kaldıramaz. Karanlık bir kahramandır o. Gülümserken bile kederli görüntü verir. Süperman gibi pırıl pırıl, tertemiz Metropolis'te yaşamaz. Belki  kapkara, kirli, yozlaşmış, çürüyen bir şehir olan Gotham'ın mutsuz insanlarından biri olduğunu düşündüğüm için,  Batman herdaim bana melankolik bir adam hissi geçirir.


Bugün hava nasıl güzeldi anlatamam. Uyandığımda güneş pırıl pırıl parlıyordu. Oysa... Daha dün... Şakır şakır yağmur yağıyordu. Anladım ki... Şehre bir film gelmiş. Mevsim akdeniz olmuş, dedim. Gülümsedim. Hemen süslendim püslendim sinemaya gittim. Filmin adı Yerçekimi'ydi. Üç boyutlu bir film. Epeydir bu filmi bekliyordum. Koltuğuma kuruldum. Gözlüklerimi taktım. Işıklar karardı. İster inan ister inanma... Filmin başlamasıyla, anında uzayın o büyüleyici mecrasına aktım. Filmin konusunu boşverdim. Üç boyut görüntüleri içinde, bu filmden bencileyin hayalperest bir bünyenin etkilenmemesi mümkün değil. Bayıldım filme. Peki ya Sandra Bullock... Kaç yaşında bu kadın?  Sanal ansiklopediye şimdi baktım. Tam 49 yaşında. Vay canına sayın seyirciler! Valla film kadar, Sandra Bullock'un görüntüsü ve performansından da etkilendim. 

 
Arabama bindim. Eve dönüyordum. Yüreğimin bir yarısında Batman... Gotham şehrine gidesim, Batman'ın kapısını çalasım var. Diğer yanında Yerçekimi filminin  o şahane görüntüleri. Ne dersen de... Astronot olasım, uzaya çıkasım var. Öyle özenti biriyim işte. Tam o anda radyoda bir misket havası çalmaya başlamadı mı? Üstelik Neşet Ertaş söylüyor. Ruhuna rahmet... "Aman ben yandım yandım yandım yandım. yandım. Ellerin memleketinde aldandım  kaldııııım."  Yeminle, Ankara'yla uzaktan yakından ilgim yok. Nedir bu böyle? Allahım nasıl şahane bir türkü bu anlatamam.  Ne vakit duysam içim kıpır kıpır ediyor. Nasıl halim biliyor musun? Direksiyon başında hem türkü söylüyor hem omuzlarımı öne arkaya sallıyorum. O anda arabayı yolun kenarına çekesim, arabadan fırlayıp, şıkır da şıkır oynayasım var. Öyle böyle değil. 

Dünya dönüyor. Mevsimler geçiyor. Tatil bitiyor. Benim... Başım içmeden duman. Amaann! "Aman desinler desinler şeker yesinler. Şu Hayal Kahvem kafayı iyice yemiş desinleeeer:)


NOT- Başlık Yaşar'ın şarkı sözü.

9 Şubat 2013 Cumartesi

Bugün Okumaca, Seyretmece Yok, Dinlemece Var.


 Bir kız tanırdım eskiden
Durup bakardı öylece
Herkese ve herşeye
Umursamazdı bence




Yere bakardı




Göğe bakardı




Saatlerce size bakardı
Nedeni kendisinde saklı




Yerel bir bakma yarışmasında birinci oldu

 


 Nihayet gözleri bir tatil fırsatı buldu.


Tim Burton/İstiridye çocuğun hüzünlü ölümü adlı kitabından
Bakan Kız adlı öyküsü







15 Eylül 2012 Cumartesi

Puslu Kıtalara Yolculuk


"Ey kör! Aç gözünü de düşlerden uyan. 
Simurg'u göremesen de bari küçük bir serçeyi gör.





Kaf dağına varamasan bile hiç olmazsa evinden çıkıp kırlara açıl;
böcekleri, kuşları, çiçekleri, tepeleri seyret.





Bırak dünyanın haritasını yapmayı!





Daha hayattayken bir taşı bir taşın üstüne koy.  
Gülleri ve bülbülleri göremeyip gün boyu evinde oturan adam 
Dünyanın kendisini hiç görebilir mi?"

İhsan Oktay Anar - Puslu Kıtalar Atlası  s.21



15 Mayıs 2012 Salı

Kahve Molası - Ama Bir Ağlamaya Başlarsam Var Ya...



"En derin uykulardan uyanırken, bir rüyanın örümcek ağını yırtarız. 
Ama bir kaç saniye sonra, o ağ öylesine zayıftır ki, rüya gördüğümüzü bile hatırlamayız.
Baygınlıktan ayılırken iki aşama vardır: Birincisi, zihnin ve ruhun hissetmesi;
ikincisi de fiziksel olarak varolduğunu hissetmektir. Muhtemeldir ki ikinci aşamaya vardığımızda ilk aşamanın izlenimlerini hatırlayabilseydik, bu izlenimleri öteki boşluğun anıları arasında etkili şekilde görebilirdik. Peki o boşluk nedir?  En azından onun karanlığını mezarın karanlığından nasıl ayırt edebiliriz. Ama benim ilk aşama olarak adlandırdığım dönemin izlenimleri, hatırlamak istemese de uzun bir süre sonra çağrışım yoluyla kendiliğinden gelmiyorlar mı? Bu arada biz de nereden geldiklerine şaşıp kalmıyor muyuz? Hayatında hiç bayılmamış olan kimse korlaşan kömürlerde tuhaf saraylar, çılgınca tanıdık yüzler bulamaz. Birçoklarının göremeyebileceği havada, yükseklerde uçuşan hüzünlü rüyaları göremez. Taze bir çiçeğin kokusu üzerinde düşüncelere dalamaz..."
Edgar Allan Poe - Kuyu ve Sarkaç'tan
Çeviri - İpek E. Menekşe

Bitkindim. Yüreğim anlam veremediğim bir yangın alarmıyla sabahtan beri titreşiyordu. Sanırım  hafta sonu tatili süresince tembelleşen bünyem, ilk çalışma günümün ağır kıvamlı temposuna daha fazla dayanamamış,gün gelipte bir işe yarayabileceğine asla aklımın kesmediği imdat çekicini kendime geleyim diye başıma indirmişti.  Bir anne şefkatiyle beni bağrına basan eflatun kadife koltuğumun kollarında yorgunluktan bayılıp kalmışım. "Şimdi şu patika yoldan sağa kıvrılacağım, sonra ilk sola dönüp dümdüz gittiğimde o yüzyıllık çınarların bulunduğu meydana çıkacağım." diye içime söylüyordum. Yürüyordum ben... Ilık esen ilk yaz rüzgârı omuzlarıma dökülen kestane rengi saçlarımı usul usul havalandırıyordu. Üzerimde duman rengi elbisem vardı. Ortalıkta kimsecikler görünmüyordu. Sadece patika yolun başındaki, üzerinde D. Belediyesi yazan, beyaz boyası yer yer döküldüğü için nuh nebiden kalmış bir sandal görünümü veren bankın üzerindeki kuş korosu aklımdan geçen Just Like a Woman adlı şarkının melodisine eşlik ediyordu. Cıvıltılar efsunluydu. İçinde yürüdüğüm mekan yüreğime huzur veriyordu. Patika yoldan sağa kıvrıldım. Sonra ilk sola dönüp dümdüz yürüdüm. Ama yolun ucu o yüzyıllık çınarların bulunduğu meydana çıkmıyor, bambaşka bir yere açılıyordu. Karşımda bir marangoz atölyesi vardı.  Çok şaşırdım... Olduğum yerde öylece kalakaldım. Nerede olduğumu soracak hiç kimse görünmüyordu. Yapayalnızdım. Kaybolmuştum ben. Kapısı demir kepenkli marangoz atölyesinin talaşlı camında korkmuş kendimi gördüm. Ürkek gözlerle içime baktım. Hiç tereddüt etmedim. Bağıra bağıra ağlamaya başladım.

"Bir gün parkta gezerken hayretten donakaldım.
Bir sürü gözü olan tuhaf bir kıza rastladım.
Epey hoş bir kızdı hem de sarsıcı baya'a!
Baktım ağzı var, başladık laflamaya.
Çiçeklerden bahsettik, onun şiir kursundan...
Ve gözlük takarsa bir gün yaşayacağı onca sorundan.
Öyle bir kız tanımak hoş bir sürü gözü olan.
Ama ağlamaya başladı mı baya' ıslanıyor insan."

Çok Gözlü Kız - Tim Burton

2011

20 Nisan 2012 Cuma

Eğer Bir Tavşan Deliğine Düşersem, Hatırlamalıyım...



Günlerden cuma. Aylardan nisan'dı. Sabahtı. Heyecanlıydım. Bugün önemli görüşmelerim vardı. Rakiplerim sadece acenteler değil, devasa bankalardı. Yüreğime tuhaf bir korku çöreklenmişti. Günlerdir hazırladığım  teklifleri hatırladım. Emeklerim bir anda heba olabilirdi. Koskoca bankalar bir lokmada beni yutabilirdi. Kafam karıştı. Korktum ben. Sokak kapısının önünde ona rastladım. Minik bir kediydi. Kedi bana güldü. "Korkma" dedi. Sonra ansızın yok oldu gitti. Olduğum yerde kalakaldım. Aklıma Alis geldi. İçimden tekrarladım:

1- Seni ufaltabilecek iksir var.
2- Büyümeni sağlayacak bir kek var.
3- Bazı hayvanlar konuşabilir.
4- Kediler yok olabilir.
5- Harikalar diyarı gerçektir.
6- Canavarlar yok edilebilir.

Hımm. Yedinciyi hatırlayamadım. Başımı yukarıya kaldırdım. Gökyüzündeki bembeyaz bulutlara baktım. Yüreğim  güvenli bir sevinçle pırpırlandı. Korkum uçtu gitti. İlkin yazar Lewis Carroll'a, ardından yönetmen Tim Burton'a bir selam çaktım.  Emin adımlarla hayata daldım.


 -  Sence ben delirdim mi?
 -  Hayır, sadece keçileri kaçırdın. Ama sana iyi bir haberim var. Bütün iyi insanlar böyledir.

      (Alice Harikalar Diyarı'ndan)     
17.10.2011

17 Ekim 2011 Pazartesi

Kahve Molası - Bir Tavşan Deliğine Düştüm.


Günlerden pazartesi. Aylardan ekim'di. Sabahtı. İki günlük hafta sonu tembelliği bezgin ruhuma iyi gelmişti. Heyecanlıydım. Bugün önemli görüşmelerim vardı. Rakiplerim sadece acenteler değil, devasa bankalardı. Yüreğime tuhaf bir korku çöreklenmişti. Günlerdir hazırladığım  teklifleri hatırladım. Emeklerim bir anda heba olabilirdi. Koskoca bankalar bir lokmada beni yutabilirdi. Kafam karıştı. Korktum ben. Sokak kapısının önünde ona rastladım. Minik bir kediydi. Kedi bana güldü. "Korkma" dedi. Sonra ansızın yok oldu gitti. Olduğum yerde kalakaldım. Aklıma Alis geldi. İçimden tekrarladım:

1- Seni ufaltabilecek iksir var.
2- Büyümeni sağlayacak bir kek var.
3- Bazı hayvanlar konuşabilir.
4- Kediler yok olabilir.
5- Harikalar diyarı gerçektir.
6- Canavarlar yok edilebilir.

Hımm. Yedinciyi hatırlayamadım. Başımı yukarıya kaldırdım. Gökyüzündeki bembeyaz bulutlara baktım. Yüreğim  güvenli bir sevinçle pırpırlandı. Korkum uçtu gitti. İlkin yazar Lewis Carroll'a, ardından yönetmen Tim Burton'a bir selam çaktım.  Emin adımlarla hayata daldım.


 -  Sence ben delirdim mi?
 -  Hayır, sadece keçileri kaçırdın. Ama sana iyi bir haberim var. Bütün iyi insanlar böyledir.
  
      (Alice Harikalar Diyarı'ndan)     

                                                        

6 Eylül 2011 Salı

Kahve Molası - Ama Ağlamaya Başlarsam Var Ya...






"En derin uykulardan uyanırken, bir rüyanın örümcek ağını yırtarız. 
Ama bir kaç saniye sonra, o ağ öylesine zayıftır ki, rüya gördüğümüzü bile hatırlamayız. Baygınlıktan ayılırken iki aşama vardır: Birincisi, zihnin ve ruhun hissetmesi; ikincisi de fiziksel olarak varolduğunu hissetmektir. Muhtemeldir ki ikinci aşamaya vardığımızda ilk aşamanın izlenimlerini hatırlayabilseydik, bu izlenimleri öteki boşluğun anıları arasında etkili şekilde görebilirdik. Peki o boşluk nedir?  En azından onun karanlığını mezarın karanlığından nasıl ayırt edebiliriz. Ama benim ilk aşama olarak adlandırdığım dönemin izlenimleri, hatırlamak istemese de uzun bir süre sonra çağrışım yoluyla kendiliğinden gelmiyorlar mı? Bu arada biz de nereden geldiklerine şaşıp kalmıyor muyuz? Hayatında hiç bayılmamış olan kimse korlaşan kömürlerde tuhaf saraylar, çılgınca tanıdık yüzler bulamaz. Birçoklarının göremeyebileceği havada, yükseklerde uçuşan hüzünlü rüyaları göremez. Taze bir çiçeğin kokusu üzerinde düşüncelere dalamaz..."

Edgar Allan Poe - Kuyu ve Sarkaç'tan
Çeviri - İpek E. Menekşe

Bitkindim. Yüreğim anlam veremediğim bir yangın alarmıyla sabahtan beri titreşiyordu. Sanırım uzun bayram tatili süresince tembelleşen bünyem, ilk çalışma günümün ağır kıvamlı temposuna daha fazla dayanamamış,gün gelipte bir işe yarayabileceğine asla aklımın kesmediği imdat çekicini kendime geleyim diye başıma indirmişti.  Bir anne şefkatiyle beni bağrına basan eflatun kadife koltuğumun kollarında yorgunluktan bayılıp kalmışım. "Şimdi şu patika yoldan sağa kıvrılacağım, sonra ilk sola dönüp dümdüz gittiğimde o yüzyıllık çınarların bulunduğu meydana çıkacağım." diye içime söylüyordum. Yürüyordum ben... Ilık esen ilk yaz rüzgârı omuzlarıma dökülen kestane rengi saçlarımı usul usul havalandırıyordu. Üzerimde duman rengi elbisem vardı. Ortalıkta kimsecikler görünmüyordu. Sadece patika yolun başındaki, üzerinde D. Belediyesi yazan, beyaz boyası yer yer döküldüğü için nuh nebiden kalmış bir sandal görünümü veren bankın üzerindeki kuş korosu aklımdan geçen Just Like a Woman adlı şarkının melodisine eşlik ediyordu. Cıvıltılar efsunluydu. İçinde yürüdüğüm mekan yüreğime huzur veriyordu. Patika yoldan sağa kıvrıldım. Sonra ilk sola dönüp dümdüz yürüdüm. Ama yolun ucu o yüzyıllık çınarların bulunduğu meydana çıkmıyor, bambaşka bir yere açılıyordu. Karşımda bir marangoz atölyesi vardı.  Çok şaşırdım... Olduğum yerde öylece kalakaldım. Nerede olduğumu soracak hiç kimse görünmüyordu. Yapayalnızdım. Kaybolmuştum ben. Kapısı demir kepenkli marangoz atölyesinin talaşlı camında korkmuş kendimi gördüm. Ürkek gözlerle içime baktım. Hiç tereddüt etmedim. Bağıra bağıra ağlamaya başladım.


"Bir gün parkta gezerken hayretten donakaldım.
Bir sürü gözü olan tuhaf bir kıza rastladım.
Epey hoş bir kızdı hem de sarsıcı baya'a!
Baktım ağzı var, başladık laflamaya.
Çiçeklerden bahsettik, onun şiir kursundan...
Ve gözlük takarsa bir gün yaşayacağı onca sorundan.
Öyle bir kız tanımak hoş bir sürü gözü olan.
Ama ağlamaya başladı mı baya' ıslanıyor insan."

Çok Gözlü Kız - Tim Burton