13 Eylül 2025 Cumartesi

Dudakları Yakan Bir Çift Sözün Vardır Ey İstanbul...

 

O kış...
Kadıköy'den vapura bindim. Karaköy'de indim. 

Aklımın dümeni, midemin komutlarıyla çalıştığı için olmalı... Vapurdan atladığım gibi...  Marş marş... İskelenin yanıbaşındaki balıkçılar çarşısına gittim. Derhal ekmek arası balık, kuru soğan söyledim. Of!.. Nasıl anlatsam bilmiyorum. Hastasıyım!.. Karaköy'e ayak bastım mı, midem ayaklarıma hükmeder. Ayaklarım cızbızcı balıkçının tezgahının önüne tıpış tıpış gider. Yemeden duramam ne yalan söyleyeyim. Zaten beş liradır. Otobüse binecek param kalmasa bile... İcabında İstanbul'u baştan sona yürürüm... Beş liramı her daim cebimde hazır ederim. Mutlaka yemeliyim. Laf aramızda, bu benim Karaköy törenim. Alırım elime balık ekmeğimi... İnsanların arasındayım diye çekinmem... Hem yürürüm hem yerim. 

İşte o'na balıkçıların arasında rastladım. Tam elime ekmek arası balığımı almıştım. Denize doğru döndüm.  Zaten kış mış dememiş, vapurun balkonunda oturmuştum.  Oturmuş da efkârlı efkârlı "Ey sen ne güzelsin ey kavgamızın şehri..." diyerek İstanbul'a bir türkü tutturmuştum. Rüzgâr çooktaan bünyemi sarhoş etmiş. Balık kokusu nasıl anlatsam size... Mis... Mis...  Ekmeği tam ısırıyordum ki o'nu gördüm. Orada... Dalgakıranın tam yancağızında... Tahta parçacıklarıyla alevlenen, eski usul  semaverden bozma soba. Üstünde fokur fokur çay kaynamakta... Ah, delirdim, delirdim. "Sen nesin ya, sen nesin?" diye seslendim. "Sen hep mi buradaydın yoksa? Seni neden daha önce hiç görmedim."

Acaba o'nu görünce büyükannemin semaveri mi aklıma geliverdi? Hani Sait Faik'in öyküsündeki gibi... Kızarmış ekmek kokan odada semaver ne güzel kaynardı. Acaba o'nu içinde ne ıstırap, ne grev, ne de patron olan bir fabrikaya mı benzettim? Onda yalnız koku, buhar ve o eski günlerin mutluluğunu mu hissettim? Bir gün büyükannem öldü. Ve o evde, o, bir daha kaynamadı. Bunları düşündüm ya, gözlerim buğulandı.

Balıkçılardan biri vaziyetimdeki tuhaflığı sezdi. "Çay ister misin ablacım? Ihlamur bu... Soğukta iyi gider." dedi. Burnumu çektim. Gülümsedim. "İsterim ya... İsterim tabi." dedim.  Başımı İstanbul manzarasına çevirdim. Galata Köprüsü bir köprü gibi değil,  bir mahalle gibi görünüyordu. Baktıkça... Baktıkça... Şehir içli bir bir şiire dönüşüyordu. Eski semaverin içindeki tahtalar çıtırdadı. Yüreğime ılık, hazin bir şeyler akmaya başladı. Büyükannem'in "Ortalık yerde  yeme. Fakir fukaranın gözü kalır." sözü aklıma geliverdi.  Elimdeki ekmeği, balığı öptüm. Çoktandır unutmuşum. Nimet olduklarını hatırıma getirdim. Sobanın yanına çöktüm. Çayımı üfleye üfleye  içtim. Balık ekmeğimi gizli gizli yedim bitirdim.


not-
- başlığı vedat türkali'nin "dudaklarını yakan bir çift sözün vardır" dizesinden esinlenerek yazdım...  
- hay canına! demek ki 2013 yılında balık ekmek 5 liraymış.

10 Eylül 2025 Çarşamba

Kendimi Eylediğim Zamanlar...

Çok mutlu oldum.
 



Daldan dala filmler seyrettim...




Ofis işlerimden kalan her fırsatta mozaik yaptım. 
Maksat elim alışsın... Maksat kafam dağılsın...





Ay sonunda iki günlüğüne Viyana'ya gideceğim. Az önce “Vienna Waits for You” adlı kısa filmi seyrettim. 

Film oldukça garip, gotik ve masalsı bir atmosferde ilerliyor. Bir kadın Viyana’ya taşınıyor, ama yeni evinde tuhaflıklar yaşıyor. Aslında ev şehrin kendisinin bir alegorisi gibi. 

Viyana hakkında izlediğim bu kısa film, şehri sıradan bir yerleşim değil de gotik bir masal evine dönüştürüyor. Kapısından içeri adım attığında seni valslerle, kahvelerle, müzelerle büyüleyen ama aynı zamanda kök saldırıp kolay kolay bırakmayan bir yer gibi. O romantik cazibenin ardında  karanlık, insanı içine çeken ve zamanla tüketebilecek bir atmosfer var. Belki de Viyana’nın gerçek yüzü tam da bu ikilikte saklı... Hem davetkar hem de bağımlılık yaratan bir şehir olması. Du bakalım. Şimdilik davatkar yüzü çağırdı beni... Sonra? Bilmem.😇

6 Eylül 2025 Cumartesi

İnsan Halleri...

 


"Bir hamam böceği öldürürsen kahramansın, bir kelebeği öldürürsen şeytansın. 

Ahlakın estetik standartları vardır."

F.Nietzsche

Şans...

 

" İnsanlar hayatın büyük ölçüde şansa bağlı olduğunu kabullenmekten korkuyor.

Bir çok şeyin kontrolümüz dışında gerçekleşiyor olması ürkütücü.

Tenis maçında topun filenin üst kısmına çarptığı anlar vardır.

Bir an için top ileri de gidebilir geri de düşebilir.

Şansınız varsa ileri gider. Ve kazanırsınız.

Ya da geriye düşer. Ve kaybedersiniz....."


Match Point'ten film repliği

5 Eylül 2025 Cuma

Çektim Vurdum...


"Gözlerini dikmiş bana bakıyor, sanki bilmediğim bir şeyi biliyordu.

 Ben de çektim vurdum.
Hâlâ bilmiyorum. Belki o biliyordu."


Murathan Mungan
Kibrit Çöpleri

3 Eylül 2025 Çarşamba

Seni Seviyorum...

 

-seni seviyorum
-aman ne güzel..
 seninle birlikte, beni seven iki kişi olduk böylece

  
seni seviyorum
neden.. 
bende benim bilmediğim müthiş bir şeyler mi gördün


seni seviyorum
hadi ya, çok ilginç, 
ee sonra, devam et..


seni seviyorum
ömrünü, enerjini  daha faydalı işler için harcasana şekerim


seni seviyorum
hayır, izin vermiyorum.. 
bugün beni seven, yarın kediyi,köpeği, otu böceği de sever..
hayır olmaz.. ben ciddi bir insanım

 
seni seviyorum
iyi, güzel de, bu ne'ye cevap olacak, neyi çözecek ki şimdi


seni seviyorum
ve utanmadan bir de bunu yüzüme karşı söylüyorsun ha,
yıkıl karşımdan melun


cümleler /metin üstündağ/denemeyenler
2016

27 Ağustos 2025 Çarşamba

Hasar Tespit Çalışmaları...

 
"kalp ne 
hissedeceğini
nereden
nasıl akıl
ediyor"
(s.14)


"hiçkimse
hissetmiyorsa
içlenmemin
manası ne"
(s.20)


"biz kimi
unutmak için
sevmemiştik
ya"
(s.41)


"öyle bir zamanda
gel ki.. zaman
bizi unutsun
zaman bizi
boş geçsin"
(s.68)



-film kareleri-
eternal sunshine of the spotless mind  adlı filmden 
-tespitler-
metin üstündağ/hasar tespit çalışmaları adlı kitabından
15 eylül2019

19 Ağustos 2025 Salı

İnsan Yürek Acılarını Sevmeli.

  

"Çölde

Bir yaratık gördüm, çıplak vahşi.
Çömelmiş oturuyor
Yüreğini ellerinde tutuyor
Yiyordu.
Dedim ki: “tadı güzel mi dostum?”
“Acı, acı,” diye karşılık verdi;
“Ama seviyorum
Çünkü acı
Ve benim kalbim.”

H.Crane

Müzik 
(müziği açıp okur musunuz lütfen:)

Bu gün hep arazide koşturup durunca, eve gitmeden önce kahve molası vermek istedim.   Yumuşak adımlarla köşedeki kafeye doğru ilerledim. İlk güz rüzgarı tatlı tatlı esmekteydi. Rüzgârın tenimi üşütmesi hoşuma gitti.  Bu esinti, daha bir kaç hafta önce nasıl değişik  tat veriyordu. Sıcaktı. Yakıyordu. Şimdi… Sonbaharda farklı.  Artık serin esiyor. Diriltici. Önümüz kış. Kimi zaman dondurucu olacak. Sertleşecek.  Bazan önünde ne varsa peşi sıra sürükleyecek. 

Mevsimler, hayatlar gibi kendi mecralarında akıp gidiyor, diye düşünerek yürümeyi sürdürdüm. Omuzlarıma uzadığından beri saçlarımı artık hiç toplamıyorum. Yürürken esintinin ritminde saçlarımın dans etmesini, kimi zaman yüzüme doğru uçuşan saçlarımı tek elimi enseme sokarak arkaya ittirmeyi, mutlulukla alınan her nefesi, sağlıkla atılan her adımı, özgürce dolaşmayı,  bilmediğim yepisyeni duygularımın varlığını keşfetmeyi seviyorum.  Bir zamanlar böyle miydim? Bana hüzün veren her durumda dünyanın sonu geldi diye düşünürdüm.  Gene olmuyor mu? Oluyor elbette. Ama o eski  günleri iyi ki yaşamışım diye düşünüyorum. Size bir şey söyleyeyim mi? Anılar acı bile olsa beyaz tülbentlere sarılıp saklanmalılar. Sonra ömrün farklı mevsimlerinde çıkarılıp merhem niyetine hayata sıvanmalılar.

Bakın şimdi… O yıl liseye başlamıştım.  Vee... İlk kez aşık olmuştum.  

Yo, o benim  hiiiçç farkımda değildi. Güzel değildim. Ya da, o vakitler "aslında her kadın güzeldir"’i henüz öğrenmemiştim. Sivilceliydim. Okul giysim üzerimden dökülürdü. Saçlarım erkek çocuk gibi kısacık kesilmişti. Gözlerim bozuktu. Tam beş numara. Kara çerçeveli, kalın camlı gözlüklerim vardı. Dikkat çekecek hiç bir özelliğim yoktu öyle söyleyeyim.  O ise çok yakışıklıydı. Okulun güzel kızları onunla çıkmak için yarışırlardı.  

Bizim eve yakın otururlardı. Her sabah balkonda gizlice beklerdim. Onun uzaktan geldiğini görür görmez hemen kapının önüne inerdim. O farkında olmazdı. Okula giderken aynı kaldırımdan yürürdük. Çok çocuktum. Çocukluk ne güzeldi. Arkasından onun yürümesini izlemeyi severdim. Adımlarımı onunkilerle eşleştirirdim. O sağ adım atardı. Ben sağ adım atardım. O sol adım atardı. Ben sol adım atardım. Böylece sanki birlikte yürüyormuşuz gibi hissederdim.  

Güz hemencecik geliverirdi. Bazan şehrimin asırlık çınarları  yapraklarını konfeti gibi onun omuzlarına dökerdi.  Bazan yapraklar  kuzguni siyah saçlarına asılı kalırdı. Elini kaldırır, saçlarındaki yaprakları teker teker alırdı. 

Kimi günler daha keyifli olur, yürürken Gipsy Kings’in  o vakitler çok meşhur olan No Volvere şarkısını ıslıkla  çalardı. İşte o an.. O’nun ıslıkla şarkının ezgisini mırıldandığını işitirdim ya… Yüreğim sevinçle kanatlanırdı sanki. “Aşık olmak ne güzel şey!” diye düşünürdüm.  Okulun kapısına gelirdik. Bahçe kalabalık olurdu. O arkadaşlarıyla şakalaşır, sınıfına doğru giderdi.  Ben sınıfıma giderdim. Bütün gün hülyalara dalardım.  Neden aşk üzerine hep fena öyküler anlatılırdı ki? Şarkılar neden hep aşk acısından bahsederdi? Bence onlar aşkı bilmiyorlardı. Çünkü aşık olmak insanın içini sevinçle dolduran tatlı bir histi. 

O sabah… O sabah gene adım adım peşinden gitmiştim.  O sabah var ya beni ilk kez fark etmişti.  Hatta ilk kez bana gülüp “Günaydın” demişti. Düşünebiliyor musunuz halimi? Tepeden tırnağa pespembe kesilmiştim. Olduğum yerde kalakalmış, ıslık çalarak yürümesini  şaşkınlıkla izlemiştim. Sonra hızlı adımlarla arkasından yetişmiştim. Eteklerim zil çalmıştı. Görüyordum... Yüreğim o gün okula benden önce varmıştı.

Okulun kapısına geldiğimizde  bir kız ona doğru geldi. Sanırım o kız çok güzeldi. Gördüm. Birbirlerine güldüler. Ve o… O…  O… Güzel kızı öptü. Sonra o güzel kızın elini tuttu.... Ve... Güzel kızın elini tutarak gitti....  İlk kalp acısını o gün hissettim işte... Ve o gece bir rüya gördüm. Rüyamda çömelmiş oturuyordum. Elimde yüreğimi tutuyordum.  Ter içinde uyandığımı çok iyi hatırlıyorum. Elimi korkarak yüreğimin üzerine koymuştum. Hissediyordum. Kalbim fena halde acıyordu. Feci bir histi. Tuhaf... Benim kalbim… Benim acımdı ya… Bu acıyı sevmiştim. 

Şimdi oturduğum kafede Gipsy Kings No Volvere’yi söylüyor.  Elimi yüreğime koydum. İnsan yürek acılarını sevmeli diye düşünüyorum. Kahvemin son yudumunu aldım. Az sonra kafeden çıkacağım.  Sonbahar rüzgarında  dalgalanarak yüzüme dökülen saçlarımı elimi enseme sokarak arkaya doğru attıracağım. Gipsy Kings’in  melodisini ıslıkla çala çala hayata dalacağım.

not - eski bir yazım. aklıma geldi. ne tatlı hislerdir.... ve sonbahar mevsimi
 ne güzeldir... ve bu şarkı... bayılırım... bu şarkı eşliğinde  bu hikayemi okumayı seviyorum. 

18 Ağustos 2025 Pazartesi

Minik Vazo, Kocaman Sevinç...

 

Bir süredir seramikle ilgileniyorum. 
Tuhaf bir vaziyetim var.
Hep aynı vazoyu yapıyorum.
Minik sevimli bir vazo...
Sadece farklı renklerle sırlıyorum.

Yeni öğrendiğim için ufak tefek çaparizleri oluyor elbette...
Olsun... Hepsini çook seviyorum.

Bugün, cesaret edip bir tanesini bir arkadaşıma hediye ettim.
Nasıl beğendi anlatamam.
Ya ben.... 
Aaaa! Sorulur mu?
Çoook sevindim.
Delirdim... Delirdim:)




17 Ağustos 2025 Pazar

Kendimi Eylediğim Zamanlar...

 

Okudum... Okuyorum...



Bu bir cam mozaik sehpa... Şey... 
Vallahi ben yaptım. 
Vee... Derzi de tamam... Heyooo! Bitirdim:)


Seyrettim... Seyrediyorum...


Sinemada seyrettim.


Saçımı bu model kestirdim:)

21 Temmuz 2025 Pazartesi

Kendimi Eylediğim Zamanlar...

 


Filmler seyrettim.



İşbankası Resim ve Heykel Müzesi'ni gezdim. 
Tat ve Sanat - Lezzetli Resimler katına bayıldım:)


"Bıçak kullanımından kesim tekniklerine, soslardan pişirme yöntemlerine kadar, Türk mutfağını ilk kez teknikler üzerinden ele alarak, yemek yapmanın temel prensiplerini detaylı şekilde anlatan eşsiz bir Miras : Türk Mutfağı Teknikleri 1 kitabımız şimdi sizlerle! " demişler.
Madem öyle, kaçırır mıyım,
yemedim içmedim Refika Birgül ve arkadaşlarının hazırladıkları bu şahane kitabı aldım,
ilgimi çeken bölümlerinden okumaya başladım.


İstanbul'um. Canım. Gel öpeyim ince gerdanından...



Heyoo! Bu mozaik sehpayı ben mi yapıyorum?
Çimdikleyin beni... 
İnanamıyorum:)

Bu manzarayı görünce, 
dayanamadım, indim arabamdan
önce  geniş geniş seyrettim.
Sonraaa....
Sadece hafızamda değil, cebimde de olsun diye,
bir kaç poz fotoğraf çekiverdim.

Kuş kartlarım geldi. Bahtiyarım:)