Bak ne diyeceğim. Faruk Nafiz Çamlıbel'in Kadıköylü olduğunu biliyor muydun? Ben bilmiyordum inan ki. Bugün öğrendim. Kadıköylü olsa ne olur olmasa ne olur deme. Dur dinle. Hani Haydarpaşa'dan sonra Osmanağa camii'nin yanında bir yokuş var ya. İşte şairimiz küçükken o yokuştaki evlerden birinde otururmuş. Şiir yazmaya da taa çocukluğunda, 14-15 yaşlarındayken Balkan Savaşı zamanında başlamış. Çok etkilenmiş bu savaştan. En çok çocuklar etkilenmezler mi savaşlardan? Sonra bilirsin Cihan Harbi... Feci yenilginin devamında işgal ve mütareke yılları... Off! Düşünsene. Biz Tarih derslerinde savaşları yılları, nedenleri ve sonuçları itibariyle öğreniyoruz. Peki, insanlar neler yaşamışlar, nasıl etkilenmişler, hele hele çocukların halleri... Of! Bir gözünün önüne getirsene. Faruk Nafiz Çamlıbel'in şiirlerinin üzerine işte o yılların etkileri, hüznü çökmüş. "Yaşamaz ölümü göze almayan-Zafer göz yummadan koşana gider-Bayrağa kanının alı çalmayan-Gözyaşı boşana boşana gider." Faruk Nafiz Çamlıbel Kadıköy'de bir evde daha oturmuş sonraları... Kurbalıdere kıyısında güzel bahçeli bir evmiş bu. Hey! Bazı yaz günleri Yahya Kemal, Orhan Seyfi ve Yusuf Ziya ziyarete giderlermiş şaire. Çünkü evin kıyısında bulunan dere, sandallarla şenlenirmiş. O vakitler meşhur Hamdi'nin gazinosu varmış. İşte o gazinonun hemen karşısına düşermiş şairin evi... Gazinodan gelen ince sazı dinler sohbet ederlermiş. Ne hoş! Ama güzel günler bilirsin kısa sürer. Kıtlık günleri gelmiş. Faruk Nafiz Çamlıbel işte o günlerde aşık olmuş... Karşılık da görmüş. Hatta anlatılana göre bir nevi Romeo Juliette hikayesine benzermiş aşkları. Sarışın bir güzelmiş. Asıl adı Bedriye iken arkadaşları kızı Bedra diye çağırırlarmış. O vakitler Faruk Nafiz Çamlıbel 22 yaşlarında falanmış. Sevgilisi için yazdığı şiirin adı ise Serenad.. Bak şöyle: "Bir Nisan akşamı serin bir günün,- Şarkın bu sevimli, güzel köyünün- Cenneti anlatan bir akşamıydı- Sizi ilk balkonda gördüğüm gündü-Yüzünüz sararmış gibi göründü- Acaba ruhunuz çok hasta mıydı?"
Yakışıklı ve ilgi gören bir şairmiş. 1922 de Anadolu'ya gitmiş. Sonraları İstanbul'da Şukufe Nihal'e ilk görüşte aşık olmuş. Bu aşkını da diğeri gibi coşkuyla yaşamış. Şiirler yazmış sevdiği kadına... "Yalnız yaşamaktansa Nihal'imden uzakta-Kalsam diyorum dar-u diyarımdan uzakta" .... Hey! Nihal için yazdığı bir şiir daha var... Bak şöyle: "İnce bir kızdı bu solgun sarı heykel gibi lal-Sanki ruhumdan uzak sisli bir akşamdı Nihal" Şahane!!Şukufe Nihal' evliymiş. Bir türlü kocasından boşanmayı beceremeyince, Faruk Nafiz Çamlıbel sinirlenip aniden başka bir kadınla evlenmiş. Biyoloji öğretmenliği yapan Azize hanımla... Bu ani evlilik üzerine Şukufe Nihal bir şiir yazmış... Hep erkeklerin şiirlerindeki kadınları yazıyorum ya... Bak hoş bir şey oldu. Çok şükür sonunda bir erkek için şiir yazan bir kadına denk geldim. Faruk Nafiz Çamlıbel'in bu ani evliliğinden sonra Şukufe Nihal bir şiir yazmış işte. Bak şöyle: "Dalgalar sürükleyin beni de enginlere-Kumların arasında ben de bir parça taşım-Ayrılmayız,beraber dalarız derinlere! Derken, bırakıp gitti elimi arkadaşım" Aşık değildir Şair karısına... Bunu açıkça ifade etmiş röportajlarında. Kafa evliliği yaptıklarını söylemiş. Tamam aşık değildir karısına fakat evlilikleri boyunca aralarında derin bir dostluk doğmuş. Mutlu bir hayat sürmüşler. Azize Hanım amansız bir hastalıktan ani vefat edince Faruk Nafiz Çamlıbel hayata küsmüş. Aşık olmasa bile birlikte dayanışma ve sevgi ile yaşamını paylaştığı karısının ölümü üzerine, hani dinlerken insana damardan etki eden o muhteşem sözleri yazmış. Bak hatırlayacaksın şimdi söyleyince.... Alaeddin Yavaşça bu güfteyi hicaz makamında bestelemiş. "Artık bu solan bahçede bülbüllere yer yok-Bir yer ki, sevenler sevilenlerden eser yok!" Han Duvarları'nın şairi Faruk Nafiz Çamlıbel hakkında tesadüfen okuduğum bir yazı vardı. Hicran Göze yazmıştı. Okuduklarımı sana anlatayım dedim. Neler oluyor hayatta değil mi? Fark Nafiz Çamlıbel'in yaşamındaki belli başlı kadınlar da böyleyken böyle işte...
Kadıköylülü olmak demek bir ayrıcalık. Caferağa mahallesi çok egzotik bir yer. Daha ilerisi antikacılar. Tarih kokuyor tüm mekanlar. Ya taş plaklar. Mestolmak lazım.
YanıtlaSilNe ilginç hayatlar ve mutluluklar var. O şarkılarada mest olurum. Bir zamanlar kadiköy çarşısının göbeğinde idi evimiz. Önümüzde antikacılar bir yanımız da şarküteri kokoreççi balıkçılar, beş dakika karşımız vapur iskelesi idi. Yaz geceleri sahile iner özel günlerde ayrı ışıklandırılan karşı sahili seyrederdik.
YanıtlaSilO semtin dokusu hala gözlerimde kokusu hala burnumdadır.
Zaten de inanırım ki;
Bu şehr-i İstanbul ki bi-müsli bahadır,
bir sengine yekpare acem mülkü fedadır.
Demek iki Kadıköylü yorum yazan arkadaşımız var:) Biri profosör diğeri Dilek:) Ellerinize sağlık yorumlarınız için. Teşekkür ederim.
YanıtlaSil