10 Mayıs 2010 Pazartesi

Konar Göçer Bir Dünyadayız Demek Ki!

Nisan ayı içinde sekiz kez uçağa binmek durumunda kalınca, "Tövbe!" dedim. Bu kış George Clooney'in başrolde oynadığı, Aklı Havada adlı filmi seyredip pek beğenmemiştim. Ama ne yalan söyleyeyim, filmde George Clooney’in canlandırdığı Ryan Bingham'ın işini çok kıskanmış, keşke ben de o şehir senin bu ülke benim dolaşıp dursam demiştim. Adamın hayatı nerdeyse uçakla seyahatte geçiyordu. Çok yürekten istemişim demek ki, bak sahi oldu işte. Her şey tadında, kıvamında olmalı bir kere. Tamam, uçmayı severim. Hatta bayılırım diyebilirim. Bulutları seyrederim. Uçakta kaç kere şu kalp şeklindeki bulutta inmek istiyorum diye hostese seslendim. Hiç biri ciddiye almadı beni. Hele sonuncusu, meczup görmüş gibi acımtırak gülümsedi. Bırak uçağa binmeyi, oturduğum yerde bile uçmayı denerim. Hoş işten güçten Edip Cansever'in dediği gibi "Yok düş kuracak vakit bile" ama... Gene de ayaklarım yerden kesilir illa. Uçmayı denerim mutlaka. Yersiz yurtsuz biri olduğumu düşünürüm mesela. Girerim bir masal dünyasına. Neyse... Tüm uçuşlar bu kadar aynı aya denk gelir mi? Geldi. Pes yani! Aynı ay içinde tekrar tekrar uçmak durumunda kalınca, anlayacağın kabak tadı verdi. Hımm. Böyle kabak tadı verdi deyince, karnım acıktı ne yalan söyleyeyim. Üstelik her türlü kabak yemeğini de severim. Dağıtmayayım gene konuyu. Ne anlatmak istiyorum, gene neler anlatıyorum. Efendim, şimdi böyle iş durumundan seyahatlere gidince, dört ayrı otelde kaldım. Otellerde kalınca aklıma oteller ve edebiyatçılar geldi tabii.

Bir gece nasıl yorgunum. Ellerimi başımın altına aldım. Loş otel odasındayım. Tavana bakıyorum. Otellerle ilgili aklıma gelenleri puzzle gibi birleştirmeye çalışıyorum. Önce kervansaraylar diyorum... Ve hanlar.... Tabii hemen aklıma Faruk Nafiz Çamlıbel'in o muhteşem Han Duvarları adlı şiiri geliyor. Edebiyat derslerinde mutlaka okumuşsundur: "Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı,-Bir dakika araba yerinde durakladı." diye başlardı ya. Uzun bir şiirdir. Sonu şöyle biter: "Ne zaman yolda bir han rastlasam irkilirim,-Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim.- Ey köyleri hududa bağlayan yaşlı yollar,-Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!-Ey garip çizgilerle dolu han duvarları, -Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları" Müthiş etkilidir. Sonra Ege Görgün'ün yazdığı Melez adlı öyküsünü düşündüm. Öykünün kahramanı Darek, uzun kuleli bir kentin dev kapılarından girer. Atı yolculuğa dayanamamış ölmüştür. Darek aç, susuz, sıcakta yürümekten bitap düşmüştür. İsmini hiçbir zaman öğrenemediği şehrin, dolunay sayesinde nispeten aydınlanmış ıssız geniş sokaklarında yürürken, tek hayali susuzluğunu ve açlığını giderebileceği, yorgunluğunu üstünden atabileceği bir han bulabilmektir. Arayışı fazla uzun sürmeyecektir. Çünkü Darek'e göre ne kadar yabancı, ne kadar lanetli olursa olsun bir kentte her zaman en kolay bulunan mekanlar hanlardır. Şahane bir öyküdür. Öykünün devamında okuyucu, birden kendini zamanın içinde yolculuk yaparken buluverir ve sahiden o kadim zamanlardaki bir hanın içindeymiş gibi hisseder.

Yusuf Atılgan'ın hikayesini yazdığı, Ömer Kavur'un sinemaya uyarladığı Anayurt Oteli'ni, filmde Macit Koper'in canlandırdığı Zebercet rolündeki ürkütücü otel sahibini hiç aklıma getirmek istemedim. Daha önce Hayal Kahvem'e yazmıştım. Veya Kubrick’in, Stephen King’in romanından uyarladığı Cinnet adlı filmini hiç düşünmemeliydim. Yabancı memlekette hem de tek başına kaldığım bir otelde gece gece cinnet mi geçirseydim yani? Yok, ben gene tavana bakarak, hafıza kepenklerimi zorladım ve otellerle ilgili şiirleri ve öyküleri düşündüm. Tavana bakarak deyince aklıma Necip Fazıl'ın Otel Odaları adlı şiiri geldi. "Bir merhamettir yanan, daracık odaların,- İsli lâmbalarında-" diye başlayan şiir " Kulak verin ki, zaman, tahtayı kemiriyor,-Tavan aralarında, tavan aralarında. - Ağlayın, âşinasız, sessiz, can verenlere,- Otel odalarında, otel odalarında!" diye sona erer. Eğer uzatırsam bu yazı asla bitmez. Çünkü düşündükçe ve araştırdıkça görülüyor ki edebiyatımızda otele ilişkin çok eser var. Edip Cansever'in şiirlerindeki otel illa ki "Deniz kıyısında bir oteldir." mesela. Tomris Uyar'a aşıktır. Her Mart'ın 15'inde sevdiği kadına bir şiir yazar götürür. 15 Mart Tomris Uyar'ın doğum günüdür. "Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç" diye başlar şiir... Aşık olduğu kadına yazdığı bu şahane şiirin içinde otel kelimesi geçer.. Şöyle.... "Öyle kısaydı ki adımların, diyelim bir yaz tatilinde-bir otel kapısının önünde,- tahta bir köprünün üstünde-bir demet çiçekle paslanmış bir kedi arasında-öyle kısaydı ki adımların-şöyle bir bardak yıkayışının vaktiyle-ölçülür ve denk düşerdi ancak-ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç" Galiba yollar biter, edebiyatçıların han ve otelerle ilgili şiirleri, öyküleri, romanları hiç bitmez. Salah Birsel "Edip'e göre dünya koskoca, uçsuzbucaksız, aynalı oynak bir oteldir. İnsanlar da oteldir." demiş. İnsan otel midir sahi? Oteller nedir? Geçici mekanlardır. Konar sonra göçersiniz. Doğru vallahi. İnsan yaşamı ne peki? Aynen bir otel gibi. İnsan da bu dünyaya önce konar, sonra göçer, öyle değil mi? Yaşamın en hakiki gerçeği... İnsan bir otel misali geçicidir geçici... Yazının başında göklerdeydim, nereden geldim ben buraya peki? Ne bileyim işte....Bu yazı da böyleyken böyleymiş demek ki...

4 yorum:

  1. oteller bana yersiz yutsuzluğun mekanları gibi gelir. bütün konforuna rağmen eğretilik hissinden kurtulamam. bu dünya gelip geçici, aslında bir otel odası ya, belki ebedi huzursuzluğumuzun nedeni de bu.

    tabii bu eğretilikle örtüşen insanlar da var. mesela jean genet. her ne kadar sartre onu bir aziz olarak tanımlasa da hırsız, hain, alçak, eşcinsel, fahişe olarak tanıttı kendini. dolayısıyla bu toplumda yeri yoktu. yazarların dilekçesiyle cumhurbaşkanı tarafından affedildikten sonra otellerde yaşadı hep, bir otel odasında öldü.

    bir de amerikan filmlerinde seyrederiz; yasak aşkların mabedidir oteller. ya da bitmiş aşkların hatıralarını taşırlar.

    bunun dışında otellerle ilgili neler geliyor aklıma:

    stephen king'in otelde geçen tek korku hikâyesi shining değil. 1408 isimli öyküsü (buradaki incelik rakamların toplamının 13 olması), ondskan isimli filmiyle beğeni toplayan mikael håfström tarafından sinemaya uyarlandı. sonuç pek iç açıcı değildi.

    lost room ise seyrettiğim en iyi fantastik mini dizilerden biridir. gizemli bir otel odası ve bu odadan dünyaya saçılan eşyaların olağanüstü güçleri hakkındadır. mesela bu odadan çıkmış bir saat yumurtayı anında haşlıyor, tarak zamanı donduruyor, bilet dokunan kişiyi belli bir yere ışınlıyor, kalem yıldırımlar püskürtüyor ve en önemlisi anahtar her kapıyı o gizemli otel odasına açıyor. bu tür hikayeleri seviyorsanız mutlaka seyredin derim.

    paul rusesabagina'nın gerçek hayat hikayesinden sinemaya aktarılan hotel rwanda da unutulmaz. 1994 yılında hutular korkunç bir histeriyle tutsilere soykırım uygulamıştı ruanda'da. coşkun aral'ın da acı ve çarpıcı fotoğraflar çektiği, dünyanın seyirci kaldığı bu dehşet sırasında otel müdürünün oteli bir sığınağa çevirmesini, ailesiyle birlikte kurtuluş çabalarını seyrettik filmde. susan sontag'ın "başkalarının acılarına bakmak" kitabını da akla getiren bir film.

    şimdilik bu kadar, aklıma geldikçe yazarım belki... :)

    YanıtlaSil
  2. Ne güzel bir hayal gücü ve ne güçlü bir hafızanız var maşallah. İyi ki aklınıza Hostel ya da Sapık filmleri gelmemiş :) Anneler gününüz geç de olsa kutlu olsun.

    YanıtlaSil
  3. korku filmlerinin yüzde sekseninde otel teması işlenmiş. otel odalarının herhangi birine ait olmama olgusu ister istemez insanın içine korku olarak düşüyor... aslında şimdi düşündüm de korkmaktan zevk aldığımız için korku olarak düşüyor. aslında fantezi olarakta düşebilir...
    neyse asıl ben şu uçak kısmına takıldım. ben de bu hafta ilk kez bineceğim uçağa... genelde kara yolu kullanma taraftarıyım ama bakalım başa gelen çekilir...
    Uçak deyince de alaca karanlık uşağından bir dölüm gelir aklıma hep, yeşil bir cin yağmurlu bir günde çağın etrafında gezinir. motorları bozar kanatları koparır... daha ne olsun?

    YanıtlaSil
  4. @Deniz, gene son derece faydalı bir yorum yazmışsınız. Teşekkür ederim.

    @Mit,hayal gücüm tamam, sözlü hafızam sıfır. Yazmaya başlayınca hatırlamaya başlıyorum iyi mi? Mesela otel- han falan mı düşündük. Bunu karşılıklı konuşsak ben sus pus dururum. yazmaya başlayınca açılıyorum. Ben de bu unutkan hafızamla nasıl bu kadar okulları bitirdim diye düşünüyordum. Demek ki yazılı sınavlarda işi bititriyordum. Yeni anladım:))

    @Kişisel Depresyon Anıları, uçaktan korkulur mu hiç? Keyfini çıkarın. Sorun bakalım sizi en yakın buluta çıkaracaklar mı:))

    YanıtlaSil