12 Mayıs 2010 Çarşamba

Ömür Çiçek Kadar Narin, Bir Gün Kadar Kısa...

Bu akşam İzmit Süleyman Demirel Kültür Merkezi’nde, Şef Özen Şekercioğlu’nun eşliğinde, ÇYDD Türk Sanat Müziği Korosu’nun Bahar Konseri vardı. Arkadaşımız Nurhan bu korodaydı. Gidip seyredecek ve dinleyecektik. Gülçin’le salonun kapısında buluşmaya karar verdik. Öncesinde Dilek “keşkek yaptım. Gel bizde önce keşkek ye, sonra konsere gidersin.” deyince, ne yalan söyleyeyim dayanamadım. Aradım Gülçin’i: “ Ben biraz gecikeceğim, yanına bir koltuk ayırıver lütfen,” dedim. Dilek eğer keşkek yapmışsa, iki elim kanda olsa giderim. Ve keşkeği şapırdata şapırdata yerim.

Keşkek bir Ege Bölgesi yemeğidir. Özellikle düğünlerde yapılır. Malzemesi ne biliyor musun? Aşurelik buğday ve tavuk. İkisi bir arada pilav gibi pişiriliyor ama daha sulu bırakılıyor. Sonra döve döve hemhal ediliyor. Ortaya acayip lezzette bir yemek çıkıyor. Dilek Ege’li olduğu için bu yemeği çok güzel yapıyor. Ben de ondan öğrendim. Pişirmesini mi? Yoo.. Keşkekin ne olduğunu… Söylemesi ayıp, gene şahane pişirmiş. Dilek’in annesi Müride Teyze’nin ayıplamayacağını bilsem, parmaklarımı yiyecektim. “Yedi kalktı!” dememişlerdir nasılsa arkamdan biliyorum. Anlayacağın yedim keşkeği ve “haydi bana eyvallah!” dedim, fırladım çıktım. Kültür Merkezi’ne vardığımda konser başlamak üzereydi. Gülçin’i buldum. Yanına oturdum. Sırtımı yasladım şöyle bir koltuğa. Kararıyım. Hiçbir şey düşünmeyeceğim. Sadece müziğin ritminde içimden dans edeceğim. Kimse anlamadan. İçin için...

Hımm… Türk Sanat Müziği öyle mi? Ne çok oldu dinlemeyeli. “Önce Kemani Tatyos Efendi’nin Rast Peşrevi… Ardından Hacı Faik Bey’in rast eseri, Bir dame düşürdü ki beni bahtı siyahım’ı dinleyeceksiniz” deyince sunucu, ben bu şarkı sözlerine takıldım birden. Kemani Tatyos Efendi’nin Rast Peşrevi’ni dinlemeye başladık. Hani bir şey düşünmemeye kararlıydım ya olmuyordu işte... Bu şarkı sözlerini bir yerden hatırlıyordum. Ama nerden? Buldum. Sabahatin Ali’nin Hanende Melek adlı öyküsünden. Eminim. Hanende Melek bir pavyon şarkıcısıdır. Birkaç ay önce yeni bir kasabaya gelmiştir. Kasaba eşrafından Hüseyin Avni; eşini, çoluğunu çocuğunu unutmuş ve bu kadına acayip tutulmuştur. Paralarını içkiye ve Melek’i etkilemek için aldığı hediyelere harcamaktadır. İşte öykünün bir yerinde gene Melek şarkı söylemektedir. Hüseyin Avni kendinden geçerek kadını dinlemektedir. Sonra bir buruşuk kağıda bir şeyler karalar ve kemancıya gönderir. Az sonra saz işte bu şarkıyı çalmaya başlar: “Bir dame düşürdü ki beni bahtı siyahım-Billahi bu sevdada yoktur benim günahım.” Bayıldım bu duruma tabii. Hatırladım ya hikayeyi, kendimi Hüseyin Avni’nin yerine koydum. Sözlerin ve müziğin eşliğinde şarkıyla hemhal oldum.

Bir sonraki Selanikli Ahmet Efendi’nin şarkısıydı. Şarkının sözlerine bittim. “Bilmeme ki nedendir bana sen hor bakıyorsun?” Hor bakmak.. Hoş bir deyim değil mi bu? Hor görme garibi der gibi. Erol Sayan’ın “Yoksun diye bahçemde çiçekler açmıyor bak, Gel görüp açılsınlar, Devşirip göğsüne tak” Ne tatlı sözler bunlar! Hangi hislerle yazıldılar kimbilir? Acaba kimlere yazıldılar? Artık yavaş yavaş eşlik etmeye başlamıştık bizler de şarkılara… Çünkü sözlerini bildiğimiz şarkılara geçmişlerdi. Arkadaşımız Nurhan ve korodakiler müthiş söylüyorlar, hepimiz coşturuyorlardı. Şu şarkının sözlerine bakar mısın lütfen? Hangi şarkı sözü, hayatı bundan daha zarif anlatılabilir ve nasıl böyle güzel umut verebilir ki? “Ömür çiçek kadar narin, bir gün kadar kısa. Ağlama deymez hayat bu göz yaşlarına.” İşte bu şarkıda coştukça coştuk! Rüya gibi her hatıra her yaşantı bana- Ne bulduysa kaybetti gönül aşktan yana-Ömür çiçek kadar narin bir gün kadar kısa- Ağlama değmez hayat bu göz yaşlarına” lalalala lalala la, lalalala lalala la…. Allah’a şükrettim iyi ki güzel sesim yok. Ya olsaydı? Kimse tutamazdı inan ki beni.. Bu bed sesimle böyleysem, sesim billur gibi olsaydı eğer, mutlaka tek başıma sahnede olurdum! İndiremezlerdi de kolay kolay sahneden biliyor musun? Kaybederdim kendimi offf….. Acaba koroya mı girsem? Kalabalıkta sesimin bedliği anlaşılmaz hem... Evet, evet.. Ben bu durumu bir düşünecem!

3 yorum:

  1. OO.. Vildancığım yine bloglara çıkmışım. Sevdim ben bu işi. Sen her geldiğinde kendimden söz ettirmek için gör bak neler yapacağım. Mantılar, puf börekler, hünkar beğendiler neler neler :) yemek fasılları birince ise takla ve artiztik hareketlere başlayabilirim :). Yeter ki bloğunda benden bahset ihi.ihi. :)

    YanıtlaSil
  2. Dilek, sen bana puf böreği yapsana:) Söz ben de yanımda getireceğim kocaman sürahi ile Çetin Altan usulü limota:))

    YanıtlaSil
  3. Aa.a. yaparım inan. Aama önce dderedenin meydanındaki bayan kasaptan etimi almalıyım.
    Yani kasada abla..pirzolada büyük abi..kıymalarda küçük kardeş ve etin iyisini tedarikte yine abla üçlüsü, çay ve samimi sıcak bir sohbet eşliğinde dükkanı yürütüyorlar.
    İnsan o kasaptan çıkmak istemiyor. Ne et kokusu ne bişey. Rahat koltuklar olsa kitabımı yanımda getirip orada huzurla bir saat kadar okusam diyorsun. Uğrayın bir görün.
    Böylece kitabıda kasapla bağdaştırmış oldum.
    Sevgiler

    YanıtlaSil