Sabah gazetelerde, Zonguldak'taki maden ocağında hayatını yitiren işçilerle ilgili haberleri okuyunca gene, yüreğim acıdı yemin ederim. Dededen toruna geçen bir kader durumu öyle mi? Dayanamadım. Kitaplarımın yanına geldim. Gözüm Kalbin Böcüü'ğünü aradı. Hani Atilla Atalay'ın sırf benim için hazırladığını düşündüğüm kitabı. Çünkü içinde yazarın en sevdiğim öyküleri vardır. Diğer kitaplarından tek tek seçmiş, tek kitap haline getirmiş. Benim için yaptığı ne büyük kıyak! Ama... Yok... Aradım yoktu hiçbir yerde. Aklıma geldi. Ofiste. Hımm... Ofiste kalmış. Yıkıldım. Şimdi o güzeller güzeli Fabriga adlı öyküsünü okusam, ruhuma ne iyi gelecekti. Sonra nasıl olduysa, Sıdıka- Öpücük Balığı- Fabriga adlı kitabıyla göz göze geldik. Tabi ya, nasıl düşünemedim. Fabriga adlı öyküsü ilkin bu kitapta yer almıştı. Ne öyküydü ama. Hani derler ya gerçek hayattan uyarlanmıştır. Ta kendisi. Hatta daha ötesi. Bu öykü Atilla Atalay'ın öz be öz dedesinin hikayesi. Öykü çok eski zamanlara götürür bizi. Taa 1937 lere. Atatürk hayattadır. Başvekil İsmet İnönü'dür. Onüç hanelik Karabük Köyü'nün başına resmen devlet kuşu konmuştur. Bu yere Karabük Demir ve Çelik fabrikalarının temeli atılmaya karar verilmiştir. Atilla Atalay'ın o etkili cümleleri ile büyükbabası Emiroğlu Mehmet'in taa kuruluşundan itibaren, fabrigayla paralel giden hayat öyküsünü okuruz. İşe girişini, ilk günler fabrigada çalışan gençlerde baş gösteren tuhaflıkları, sonra dumanlara, ateş ırmaklarına, yüzleri yapış yapış isli hallerine alışmalarını, "odunun eyisi meşe, evin eyisi köşe, gızın iyisi Ayşe" diyerekten Bıçakçının Ayşe ile evlenişini okuruz keyifle. Fabrikada çalıştığı bölümün adı da Ayşe'dir iyi mi? Çünkü fabriga'nın bölümlerine nedense, Ayşe, Zeynep gibi kız isimleri verilmektedir. Okuruz okuruz... Mühendis toruna kadar geliriz. Zaten o mühendis torununun, kimi güldüren kimi hüzünlendiren anlatımıyla tanıdığımız büyükbabanın ruhuna sonunda saygıyla rahmet göndeririz.
Yok.. Devamını getirip yazamayacağım... Çünkü çok işim var. Çıkmalıyım. Kitabın arkasındaki cümleleri buraya aktaracağım. Şahane bir öyküdür. Zaman bu öykü zamanı işte. Mutlaka okumalı. Kitabın arka kapağındaki cümleler ise şöyle: "Tuhaftı... Sanki herkes 'fabrıga'nın gizli bir işaretini taşıyordu... Orkestra, kimselerin duyamadığı tılsımlı bir fabrika sireni çalıyor; yaşamın vardiyasını değiştiriyordu... O an, 'ağır sanayii'nin, olanca ağırlığı üstüme çöktü... Kendimi de fabrikanın bir ürünü gibi duyumsadım... Bir an için, 'fabrıga'nın yaşamımızda hiç olmadığını düşündüm... Sonra, önce senin, ardından diğerlerinin gülümseyen 'düğünlü' yüzlerine baktım... Baktım ve 'fabrıga'nın başka bir şey değil, biz olduğumuza karar verdim... Çocukluğumdan beri pek sevmediğim, o koca, dumanlı deve ait yüksek fırınların, niye Ayşe, Ülkü, Zeynep gibi insan isimleri taşıdığını çözdüm. " Ah canım yaa... Şahane bir öyküdür. Zonguldak'ta kaybettiğimiz tüm emekçilerin ruhuna rahmet!
vildan kitap zevklerimiz seninle uyuyor sanki:)
YanıtlaSilŞu zamanın türkiyesinde yeni öyküler yazılsın ama umuda dair olsun..
YanıtlaSil