"Kapağındaki miki resimlerine aldanıp da
"Bu kitap kadın ruhuna hitap etmiyodur, içinde aşk felan yoktur" demeyiniz.
Haşarı okurların tükenmez kalemle bıyık yapmasından endişelendiği için
bilborardlara resmini koydurtmayan
fakat aslında yakışıklı bir insan olan yazarın hisli ve derin cümleleri bulunuyor."
Atilla Atalay-Ağlama Duvarı adlı kitabının arka kapak yazısından
Nasıl heyecanla kitapçıya girmiştim anlatamam. Bugün gibi hatırlıyorum. İçim içime sığmıyordu! Sanki çok iyi tanıdığım sihirli bir el, sırtımdan iterek gideceğim istikameti belirliyordu. Nasıl anlatsam bilmiyorum. Bu ses beni, aklımdan geçeni yapmam için resmen yüreklendiriyordu. İlk iş dergilerin olduğu bölüme yönelmiştim. Özellikle aradığım o dergi var ya o dergi… Bulmalıydım! Kafama takmıştım bir kere... Bulmalıydım illa ki! Göz radarlarımı sonuna kadar açmıştım. Dergileri hızla taramıştım. Sonundaaa... Hey! Aradığım dergiyi elimle koymuş gibi şıppadanak bulmuştum. Tüm merakımla dergiyi elime almıştım. Ne fena! Dergi naylon poşet içindeydi. Heyecanla derginin kapağına bakmıştım. Fotoğrafını kapak yapmamışlardı, iyi mi? Onun yerine Kurtlar Vadisi filmlerinin baş jönünün kurşun ve silahlara kuşanmış halini kapak resmi niyetine koymuşlardı. Aldırmamıştım. Hatta hiç şaşırmadığımı bile söyleyebilirim. Derginin kapağındaki yazıları tek tek incelemiştim. İnanılacak gibi değil... Aradığım kişi ile ilgili hiç iz bulamamıştım. Şaşakalmıştım. Allahım, yoksa bu dergide değil miydi? Yanlış hatırlıyor olabilir miydim? İşte elimde tuttuğum dergide röportajı olacaktı ya, bloğundan okumuştum hani. Öyle olmalıydı. Kalakalmıştım. İyi ama, kapakta adından hiç iz yoksa bu dergide olamaz diye aklımdan geçirmiştim. Birden nevrim dönmüştü. Dergiyi yerine fırlatmaya karar vermiştim. Tam dergiyi fırlatıp yerine bırakacakken o ses, "Dur!" demişti. Aniden fikir değiştirip, naylon poşeti yırtmıştım ben. Dergiyi çıkarmıştım yırttığım naylon poşetin içinden. Telaşla sayfalarına bakmaya başlamıştım. Yok.. Yoktu işte. Bu dergi değildi demek ki... Of! Bakar mısın şu olana bitene, demiştim de, kendimi kör kuyularda merdivensiz, denizler ortasında yelkensiz kalmış gibi hissetmiştim. Umutsuzluğum o denli büyümüştü ki sırtımdan aşağıya bir buz kalıbı atmışlardı sanki... İçimdeki buz kalıbı bünyemin ısısıyla suya dönüşmüştü. İçimde fokurdamaya başlayan su dışarıya çıkmaya çalıştımıştı tabii. En uygun çıkış yeri elbette gözlerimdi. Ansızın gözlerimden pıtır pıtır yaşlar dökülmedi mi? Aaa! Ağlıyor muydum yoksa? Evet ağlıyordum ne olacak ki? Sulu gözlünün tekiyimdir zaten... Tam demek bu dergi değildi, bulamadım işte aradığım dergiyi, diye düşünürken… Tam dergiyi yerine bırakacakken... Umutsuzca derginin son sayfalarına bakıyordum ki... Nanananomm! Bulmuştum. Oydu işte! Dergideki yarım sayfa fotoğrafını görmüştüm önce. Bir süre Mecnun Kuleleri üzerinde uçan bir zeplin görmüş gibi sevinç içinde ağzım açık bakakalmıştım. Hemen kitapçıdaki mor pufu ayağımla yanıma çektiğim gibi, eteklerimi toplamış, sevinçle hoplayarak oturmuştum. İçime tatlı bir serkeşliğin çöreklenmeye başladığını hissetmiştim. Hey! İnsanın yüreği afacan afacan çırpınır ya bazen... Hani misal bu ya, aklından geçirdiği muzipliği tam gerçekleştirmek üzereyken... Hele kaç yaşına gelirsen gel, benim gibi uslanmaz ve iflah olmaz bir yüreğe sahipsen... Bak şimdi... Çantamı ayağımın yanına yere fırlatmıştım. Sonra dergideki fotoğrafına bakmıştım. Gülümsüyordu. Elim otomatikman çantama gitmişti. Çantamdan çıkartmıştım önceden hazır ettiğim tükenmez kalemimi. Haşarı bir okuruydum ben… Evet… Feciydim feci! Hiç acımamıştım. Hiiç! İtiraf ediyorum... Bunu yapmayı uzun zamandır aklımdan geçiriyordum. Düşündüğümü bile isteye gerçekleştirecektim yani. Haşarı okurların tükenmez kalemle bıyık yapmasından endişelendiği için, bilborardlara resmini koydurtmuyordu öyle mi? Hiç tereddüt etmedim. Hiiiçç!.. Tükenmez kalemimle Atilla Atalay'a bıyık çizdim. İnan kitapçı kalabalık olmasa sevinçten kahkahayla gülecektim. Hımm.. Suçsa bu... Suçumu kabul ediyorum hakim bey... Tamam... Suçum büyük... Üstelik taamüden. Hemen Aktüel dergisindeki Atilla Atalay'ın röportajını okumaya girişmiştim. Tam o anda şehrin yükselen yıldızı, kuyruğuyla dünyayı devirip kayıplara karıştırmıştı. Havanın boşluğunda birbirine çarpıp yankılanan sevinç, yer kabuğunu boydan boya yararak ilerlemişti ilerlemesine de... Bir şey sorabilir miyim? Şeeyy!.. Ağlamakla gülmek kardeş mi harbiden:)
Güzel bir bıyık şekli :) Çok yakışmış ;)
YanıtlaSile ama zaten çok nadir buluyoruz zati alinin fotoğrafını, sen bir de bıyık çizmişsin.gerçekten haşarı bir okursun. söyleşi keyifli mi bari, dergiyi almaya değer mi?
YanıtlaSilkendileri 'bizim mahalle'nin en yakışıklı abilerindendir. bu yüzdendir adını çok anmamız.
YanıtlaSilbir ek yapmak (http://verbumnonfacta.blogspot.com/2010/09/atilla-atalay.html) bir de soru sormak (hıbır'daki ergün gündüz çizgileriyle daha da güzelleşen öykülerini okumuş muydunuz?) isterim.
bıyık ise muhteşem bir fikir. eminim duysa çok hoşuna giderdi.
Okula gelmişti de ne mutlu olmuştum :) Erayimanım işte ne yapalım :)
YanıtlaSilOkurla yazar arasında daha doğrusu kitaplarında yazarın kullandığı dilin etkisiyle okurda meydana gelen ve yazarın da arzu ettiği hayranlık hissinin bir tezahürü. Teşhisim nasıl:)) Veya "Dabak sevdiği deriyi yerden yere vurur" atasözüne de uyabilir, ama nereye uydurursak uyduralım durum vahim:))
YanıtlaSilTedavi için acilen yazar ile tanışılması gerekiyor.:))
Benden de selamlar...
Rabia, mizah hoştur:)
YanıtlaSilSize Atilla Atalay'ın imza gününe gidebilme ihtimalimle ilgili yazdığım yazının linkini versem,ve vakit ayırıp okursanız, vaziyeti daha iyi anlayacağınızı ümit ediyorum:)
http://hayalkahvem.blogspot.com/2011/11/atilla-atalayn-imza-gunune-gidebilme.html
Demek tanıştınız Handan? Ne hoş:)
YanıtlaSilverbumnonfacta, çok sevindim çook:)
YanıtlaSileskiden benden başka tomrukcan vardı
atilla atalay'ın hisli öyküleri hakkında duygularımı paylaştığım...
şimdi siz aynı hisler içindesiniz ya,heyyy... çok sevindim. O kadar sevindim ki.. "üç değil, beş değil, sekiz tane.. ama "yatık sekiz"
anlamışsınızdır siz:))
yatık ve yorgun bir sekiz, diyerek bahsi arttırıyorum.
YanıtlaSilYooo Kara Kitap, geçen yıl dergide çıkmıştı. Evvel zaman içindenin hikayesi yani... Yeni değil:)
YanıtlaSilOytunla Hayat, çöp adam bile çizemeyen biri ancak bu kadar bıyık çizer. Sağolun:)
YanıtlaSilGırgır'da Hıbır'da olsun zevkle okurdum yazılarını.Bir yerlerde devam ettiğini bilmiyordum,hele kişisel bolğundan hiç haberim yoktu.Ne iyi oldu sayenizde öğrendim.
YanıtlaSilSelam Levent, ben Gırgır ve Hıbır yazılarını değil ama kitaplarının arkasında gizlediği hisli öykülerini seviyorum. İki ya da üç elin parmakları kadar o öyküler zaten. Keşke "hisli" öykülerden daha çok yazsa.
YanıtlaSilÖnce fotoğraflara göz atıyorum normalde yazıyı okurken. Bıyıkları görünce kahkahayı patlatıverdim :)
YanıtlaSilfrancesca mckennitt, hep gülün e mi:)
YanıtlaSil