19 Aralık 2011 Pazartesi

Sinemada Oynadığım Farzetme Oyunum - 13 - Zeynep


Eski huyumdur. Çocukluğumdan beri  insanları seyretmeyi severim.  Bu huyum sayesinde can sıkıntısı diye bir şey bilmem. Aynı bir sinema perdesine bakar gibi mütemadiyen insanları seyredebilirim. Kim olduklarını, neler düşündüklerini tahmin etmeye girişmek hoşuma gider. Özellikle sinemaya gittiğimde oynadığım farzetme oyunum vardır. Film başlamadan önce, sinemanın loşluğunda kendilerini oturdukları koltuğa rahatça bırakan seyircileri belli etmeden seyrederim. İnsanların suretlerinde kitaplarda okuyup hafızamın kuytu çekmecelerine kendiliğinden yerleşmiş irili ufaklı roman kahramanlarının izlerini  sürerim. Bu benim için anlatılmaz heyecan verici bir oyundur. İnsanların görüntülerinden çok iç dünyalarını görmek, duygularına erişmek isterim. Sinemanın o efsunlu loşluğunda etrafıma bakınırım. Bu insanların kim bilir ne sırları, ne korkuları, ne huzursuzlukları vardır diye aklımdan geçiririm.  


Filmekimi için erkenden gittiğim Beyoğlu'nda,  Emek Sineması gişesi önündeki kuyrukta sıramın gelmesini beklemekteydim.  "Ayy, çok geç kaldım, değil mi?" diyen heyecanlı bir kadın sesinin geldiği yöne döndüm. Nefes nefese pasaja giren genç kadın, kendisini uzun zamandır beklemekte olduğunu sandığım genç adamı yanaklarından öptü. "Kusura bakma n'olur. Tam işten çıkmıştım. Opera'nın köşesinde kime rastlasam beğenirsin?" dedi. Genç adam bu bahaneleri sanki defalarca dinlemişti. Adamın yine de  kadının bu dünyayı umursamazlığına hayret eden halini görünce, genç kadının Ali Teoman'ın Gizli Kalmış Bir İstanbul Masalı adlı öyküsündeki kahramanı Zeynep olduğunu farzettim. Robert Kolej'den sınıf arkadaşıydılar. Mezun olduktan sonra ikisi de Amerika'ya gitmiş, değişik eyaletlerdeki üniversitelerde okuyup Türkiye'ye dönmüşlerdi. Zeynep büyük bir reklam şirketinde, genç adam ise memleketin en büyük bankalarından birinde çalışıyordu.  İyi giyinmeyi ve iyi yaşamayı seviyorlardı. Genç adamın altından son model bir otomobil hiç eksik olmazdı. Kendileri gibi yüksek düzeyli - ve tabii yüksek ücretli- genç ve dinamik yöneticilerden oluşan arkadaş çevreleri vardı. "İyi yaşamak, hızlı yaşamak, yüksek yaşamak" modası seksenli yıllarda Amerika'da öğrenimlerini tamamlayıp memlekete dönen gençler tarafından, doğrudan doğruya Amerika'dan ithal edilmiş, ardından da televizyon, basın ve sinema gibi kitle iletişim araçları yoluyla  yaygınlaştırılıp benimsetilerek, vazgeçilmez  ve herşeyin üzerinde, bir standart, diğer tüm olguların ona göre ölçüldüğü bir değer haline getirilmişti. Artık onca senenin şampiyonu tıp fakülteleri bile tercihlerde yaya kalmıştı. Varsa yoksa İşletme fakülteleri...  Almanca, Fransızca değil, İngilizce ama illa Amerikan aksanıyla İngilizce öğrenilecekti. Bir de bilgisayarı da unutmamak gerekir. Biri seksenli yılların İstanbul'unu özetlemeye kalksa... İşletme fakülteleri, bilgisayarlar, Amerikan aksanıyla İngilizce ve reklamcılık denebilirdi.  Kısaca söylemek gerekirse yuppie way of life.  Zeynep'te bu pırıltılı iş dünyasından biriydi.  Randevusuna her zamanki gibi o gün de gecikmişti. Genç adamın herkesin gıpta ettiği bir işi, bir yaşamı vardı. Zaman, genç adama göre parayla satın alınamayacak tek şeydi. Zaman yoktu çünkü, durup düşünmek için, beklemek için, hele hele boşa harcamak için...  Yaşamın her saniyesi paha biçilmez bir billur damlacığıydı. Saatinin saniye göstergesindeki rakamlar, simülatördeki New York borsası hisse senedi fiyatları, bilgisayar ekranındaki işaretler, hepsi, duyularından, anılarından, anlayış gücünden yorulmak nedir bilmeyen bir hızla kaçıyorlardı. Şirkette fazla mesaiye kalmak, geç saatlere kadar bilgisayar ekranının karşısında hesaplarla boğuşmak son derece olağan sayılıyordu. Bu yüzden iş dışında geçirdiği zaman değerliydi. Serbest kaldığı tek bir dakikayı bile boşa geçirmek affedilmez bir suç gibi geliyordu ona. Randevularına geç kalmak adetiydi Zeynep'in. Adetten öte müzmin bir hastalık sayılabilirdi.  Randevularına sadakatsizlik biçiminde kendini gösteren bir tür havailik ve umursamazlık hali...   "Affettin mi beni" dedi genç kadın.  Genç adam bu çocuksu yakarış karşısında gülümsemeden edemedi.

  
Bilet alıp sinema salonuna girdiğimde onların çoktan koltuklarına oturduklarını gördüm. Ben    iki sıra önlerindeydim.  Mantomu çıkardım. Koltuğuma yerleştim. Başımı çevirip tüm merakımla genç kadına baktım. Boynundaki çift sıra inciye gözüm takıldı. Pek kusursuz, ışıltılı görünüyorlardı. Aile yadigarı olmalı diye düşündüm. Genç kadın ona baktığımı farketti. Dünyanın en önemli şeyini yapıyormuş gibi usulca boynundaki  inci kolyeye elledi.  Tam o anda sinemanın  ışıkları karardı. Film başladı.  Ben "Zeynep" olduğunu farzettiğim kadını unuttum. Beyaz perdenin  o muazzam illüzyonuyla usulca filmin mecrasına  aktım.


NOT:  Yazının bazı cümlelerini Ali Teoman'ın  Gizli Kalmış Bir İstanbul Masalı adlı kitabından alıntıladım. 



6 yorum:

  1. sevgili Hayal Kahvem,
    çok keyifli yazı!
    ellerine sağlık;)

    YanıtlaSil
  2. farzetme oyunlarını çok seviyorum. roman kahramanları diye bir dergi var ya, o geliyor okurken aklıma. roman kahramanlarının hayal kahvem yorumu :) yalnız yazdığın karakterler hep kadın.özellikle mi kadın karakterleri seçiyorsun,tesadüf mü? (tesadüfe inanmam bu arada.)

    YanıtlaSil
  3. bu farzetme oyunları
    birgün başına
    iş açmasın;
    hiç ne bakıyorsun
    birine mi benzettin
    bişey mi var
    diyen çıktı mı,
    merak ettim
    gerçi sevimli bir çocuğun bakışlarından
    insan neden rahatsız olsun
    ama zeynep erkek arkadaşına baktığını düşünebilir,
    yanlış anlamaya müsait durumlar ile karşılaştın mı bu farzetmelerde;

    teşekkürler
    keyifliydi okumak

    YanıtlaSil
  4. Selam Infantulus, yooo ben rahatsız etmeden bakmayı becerebiliyorum galiba:) Çünkü bu güne kadar "neden yan bakıyorsun bana?" diye soran olmadı çok şükür. Olsaydı, "sizi bir roman kahramanına benzettim." derdim.
    Bu sözüm üzerine kızmazdı sanırım kimse.. Hoşlarına bile gidebilirdi öyle değil mi?

    Ben teşekkür ederim.

    YanıtlaSil
  5. Selam Kara Kitap, önceleri bir iki erkek roman kahramanı yazdım sanırım. Ama sonra kadın kahramanları yazmaya niyetlendim.
    Ve gittiğim sinema adı hep Emek Sineması olacak. Kadın haklarını ve Emek Sineması'nı sahiplenmeye usulcacık bir katkıdır niyetim:)
    Gözünden bir çey kaçmıyor Kara Kitap:)) Farketmene sevindim.

    Sağolasın.

    YanıtlaSil
  6. Selam Ezgi, yorumlarınızı okumak benim için daha büyük bir keyif inanın:) Teşekkür ederim.

    YanıtlaSil