Kimi zaman yazar olmanın ölümsüzlükle eşdeğer olduğunu düşünmüşümdür. Arthur Conan Doyle 1800 lü yılların sonlarına doğru Sherlock Holmes'u hayal etmiş. Yıllarca kitapları okunmuş, filmleri çevrilmiş. Yıl 2011. Halen bu kahraman dünyanın gündeminde. İşte misal ben. Kış, yağmur, çamur var demedim. Sherlock Holmes'un son filmi şehrime geldi. Mevsim Akdeniz oldu sanki. Gülümseyerek, yine yeni yeniden sinemaya gittim. Dedektiflik durumu oldu mu dayanamam zaten! Merak var ya bünyede bir kere. Bayılırım bu tarz kitap ve filmlere. Ayrıca sana bir şey söyleyeyim mi, tüm eleştirilere rağmen, bence Robert Downey Jr. mükemmel oturmuş bu role... Gerçek Sherlock Holmes tipi budur arkadaşım, budur yani. Neydi o ekose ceketli ve ekose şapkalı eski Sherlock Holmes'un hali. Oh ya! Ünlü dedektif tam tipini bulmuş. Kılığı, kıyafeti, komikliği, gözlemleri, hali, tavrı, duruşu, dövüş teknikleri vesaire, yeni halini eskisine bin defa tercih ederim. Zaten Guy Ritchie’nin yönettiği tüm filmlere bayılırım. Diyeceğim odur ki, ben yeni Sherlock Holmes tipini de, filmlerini de çok sevdim.
İşte bunları yazınca, bak aklıma neler geldi? İlla uçağa atlamamıza ya da ışınlanmamıza gerek yok ki. Edebiyat ve sinema, dünyanın her yerini ve her çağı ayağımıza kadar getiriyor. Önce İngiltere'ye uzanıyoruz. 1887 yılındayız. İngiliz yazar Sir Arthur Conan Doyle'un evine, penceresinden bakıyoruz. Birşeyler yazıyor. Ağzında piposu... Öyle hayal ediyorum... Arada fincanındaki çayını yudumlarken, arada dumanını tüttürüyor olmalı. Çünkü yarattığı hayali dedektif kahraman Sherlock Holmes'un elinde piposu vardır. Tabii o zamanlar tütünün zararlı olduğu bilinmiyor!.. Hayat verdiği bu kahraman okadar sevilir ki, yazardan daha ünlü olur. Daha sonra Sherlock Holmes'le ilgili filmler ve televizyon dizileri çevrilir.
Bu kez 1900 lü yılların başlarında Fransa’dayız. Moda, şatafat ve romantizmin ülkesi, son günlerde bir sosyete hırsızı hakkındaki yeni haberlerle çalkalanmaktadır. Bu durumda gazetelere gün doğmuştur. Kaçırırlar mı böyle haberleri hiç? Kimi hayali, kimi sahi haberler, dizim dizim gazetelerde yazılınca, yazar Maurice Leblanc, bu fırsatı iyi değerlendirir ve İngilizlerin Sherlock Holmes’i kadar ilgi çekecek bir kahraman yaratır. Kibar, yakışıklı, çok dil bilen, değişik kılıklara girebilen, çapkın, mücevher hırsızı Arsen Lüpen’in maceraları 20. yüzyılın ilk otuz yılına damgasını vurduğu gibi, günümüze kadar ününü sürdürmüştür. Arsen Lüpen ile ilgili filmler ve televizyon dizileri çekilir.
Peki bu ünlü roman kahramanlarından, memleketimizdeki yazarlar etkilenmemişler midir? 1924 yılında, değerli yazarımız Peyami Safa, Server Bedii takma adıyla, Arsen Lüpen benzeri bir karakteri, Cingöz Recai’nin maceralarını edebiyatımıza kazandırır. Her ikisi de kılık değiştirmede mahir, esprili ve zeki, yakışıklı ve çapkın, her ikisi de yaşadığı olayın keyfine ve heyacanını ruhunda hisseden kahramanlardır. Peyami Safa ekmek parası kazanmak için bu hikayeleri yazdığını söylese de, Cingöz Recai Türk polisiye roman türünün öncüsü olarak kabul edilmektedir.
Daha sonra bu hikayeler, 1954 yılında Metin Erksan tarafından sinemaya aktarılmış ve Turan Seyfioğlu Cingöz Recai’yi canlandırmış. Esas 1969 yılında Safa Önal’ın yönetmenliğinde çevrilen Ayhan Işık’lı Cingöz Recai filmi bir kült film olarak kabul edilebilir. İşte bu filmi dün gece seyrettim. Romanlarındaki gibi filmde de, Cingöz Recai’nin en büyük düşmanı, polis komiseri Mehmet Rıza’dır. Bu rolü canlandıran ise Türk filmlerinin ünlü jönlerini seslendiren Abdurrahman Palay. Hani Türk filmlerine "n'ayır, n'olamaz!" sözcüklerini kazandıran kişi. Filmdeki şahane şarkıları seslendiren Ertan Anapa. Sema Özcan, Ferudun Çölgeçen'li, renkli ve seyredilmesi keyifli bir film.
Filmin ilk beş dakikasında Ayhan Işık’ın sadece gözleri gösteriliyor. Yandan, önden, klark çekerken... O dönem sinema dünyasının gözdesi olan aktörün, en çok yeşil gözleri kadınlara etkileyici geliyor olmalı… Hapisten yeni çıkmış olan Cingöz Recai kaldığı yerden iş çevirmeye devam edecek, polis müfettişi Mehmet Rıza’yı çılgına döndürecek ve bu arada bir de kalp çalmayı ihmal etmeyecektir. Cingöz Recai’nin ünlü kahkahası ve sözleri, sadece filme değil izleyicinin belleğine damgasını vurduğundan mıdır nedir, aklıdan kolay kolay çıkarılmayacak bir film. Cingöz Recai kendini çok beğenir, yaptıklarıyla çok eğlenir. Filmin sonunda hapse götürülürken sarfettiği söz, bence Cingöz Recai’yi anlatmak için yeterlidir. Şöyle der: “Bana mektup yaz, Selma... Adresim basit: Cingöz –Türkiye!” Dur bak! Cingöz Recai'ye ait bir söz daha yazmalıyım: "Ben Cingöz Recai, başka türlü hareket edemezdim, benim de şu kalbim olmasaydı, hayat daha kolay olurdu! " Sahiden çok alem bir film!...
Yeni Cingöz Recai filmi çevrilse, kim oynardı acaba Ayhan Işık yerine?
Radikalde beğeni içermeyen hatta hafif kızan bir yorum vardı. Eldeki imkanlarla (Conan Doyle'un metni kasdediliyor) aksiyon filmi sınırlarında kalınmamalıydı mealinde. İzleyip göreceğiz.
YanıtlaSilSelam Halil Kamil, ne yalan söyleyeyim ben Guy Ritchi'nin Sherlock Holmes'unu sevdim:) İlk filmini de sevmiştim zaten. İkincisine koşa koşa gittim. Çizgi roman tadı aldım belki bilmiyorum.
YanıtlaSilSonra Guy Ritchi gibi çingeneleri ben de seviyorum. Çok eğlendim. Hele Sherlock Holmes ve Watson arasındaki muhabbet var ya.. Şahane:))
ölümsüzleşen bu tiplemeleri öyle güzel aktarmışsın ki tanımlayabilecek söz bulamıyorum. yeşilçam versiyonları bilmiyordum senden öğrendim teşekkürler.
YanıtlaSilAnladım,sen İngiliz soğukluğu ve kibri üstünden gittiği için sevmişsin yeni Holmes'ü. Tabii Jr. Downey'den sonra :))
YanıtlaSilSelam Dayatılanla Yaşamak, beğenmenize sevindim:)
YanıtlaSilN.Narda, ben taraftar ruhlu biriyim:)
YanıtlaSilİyiki sinema yazarı filan değilim de öyleee sade bi seyirciyim. Yoksa kapı önüne koyarlardı beni kesin:)