Kuleler her daim ilgimi cezbederler. Mesela Babil Kulesi'ni düşünsene... Babil'in kelime anlamı gökyüzünün kapısı demekmiş. Efsaneye göre aslında bir vakitler dünyanın dili de sözü de birmiş. İnsanlar yeryüzü üzerinde başı göklere erişen bir kule bina etmişler. Amaçları kendilerine nam yapmakmış. Bu durumu gören Tanrı "madem benimle boy ölçüşmeye kalktılar, o halde kendileri de anlaşamasınlar, dilleri farklı olsun, anlaşmaya varamasınlar" diye çok kalıcı bir ceza vermiş.
Günümüzde ise dünyanın en yüksek binası Dubai'de inşa edilmiş. Burj Dubai... 828 metre yüksekliğinde ve 160 katlı. Vay canına sayın seyirciler! Bu ne ihtişam bu ne haşmet böyle!.. Hey!.. Bu ve benzeri kule binaların inşaatında, günde 16 saat, 45- 50 derece sıcaklıkta, 200 dolara işçiler çalıştırıldığını biliyor muydun? Kölelik kalktı deniyor ya... 1863 yılında Abraham Lincoln tarafından kölelik güya kaldırılmış hani... Nerdee? Güya yasalar önünde bütün insanlar, renk, ırk, dil, din, cinsiyet ayırımı yapılmaksızın eşit... Keşke... Peki, mesela bu kulelerin yapımında çalıştırılan işçilerin vaziyeti nedir böyle? Meğer bu durumlara gizli kölelik deniyormuş. Göçmen işçiler, Körfez ülkelerinin vatandaşlarının tercih etmediği ağır işlerde, iş güvencesi olmadan, aşağılanarak, feci şartlarla çalıştırılıyormuş. Ne dersin? Kuleler uzadıkça, gökyüzüne ulaşma çabası arttıkça, insanlar birbirlerini daha mı anlamaz oluyorlar? Acaba eski rivayetlere inanmak mı gerekiyor? Günümüzde insanların, halen birbiriyle bir türlü anlaşmayı becerememeleri, sürekli savaş, kavga, psikolojik ya da fiziksel şiddet vaziyetleri, kendi cennetlerini başkalarının hayatlarını cehenneme çevirerek inşa etmeleri yoksa bu sebeple mi? Şimdi bunlar aklıma gelince, canım nasıl Luis Amstrong dinlemek istedi anlatamam. İnsan denilen yaratığın bunca kötülüklerini, bunca zalimliklerini, bir nebze olsun ne unutturabilir? Sanat elbette... Zencilerin ne hüzünlü şarkıları vardır. Bir nevi ağıt... Caz... Hüznün müziği... Karaderili acısını bir şarkısında anlatırken, umudunu yitirmeden şöyle demiş... "Ve rüzgâr yön değiştirecek, hüznü üfleyip götürecek." Aynı dileğe katılıp, hüzünlü bir müziği, yaşam şevki veren fotoğrafına bakarak Luis Amstrongtan dinlemeye ne dersin? Buyrunuz... 20. yüzyılın en büyük caz ustası söylüyor... La vie en rose!
yazın ayrı zevkli luis ayrı. teşekkürler..
YanıtlaSilAnlayana Cazzzz yeter. Bu sabahın keyifli bir kahve molasında..
YanıtlaSilBen sevmiyorum bu meydan okuyan binaları :(
YanıtlaSilyazını çok beğendim, tebrik ederim.
YanıtlaSilBeğenmenize sevindim VuslaT:)
YanıtlaSilKimine cız kimine caz değil mi Profösör? Sağolun.
YanıtlaSilBen de sevmiyorum Bolat.
YanıtlaSilSanki insan konserveleri:(
Teşekkür ederim İlknur:)
YanıtlaSilyazıya bayıldıgımı belirterek başliim.
YanıtlaSilkuala lumpur'a o zamanın en yüksek yapıları olan 2zleri incelemeye gittigimde de demiştim aynısını ben ( mimari boyutta islam mimarisinde başarılı kabul edilen bi yapıdır, mimarı cok iyidir vs vs, bahsederim belki bir ara malezyadan blogumda)..
gerek yok cidden.
halk geberirken açlık ve sıcak ve nemden cidden çok avam kaçmıştı oraya da.. dünyanın üzerindeki her gökdelme görevi adledilmiş yapılar gibi.
bauhaus doneminden, yahudi gettolarından baska ne hatırlatıyor yahu bu bir arada yaşam manyaklığı?
bi duruş(!) a sahip olduguna inandıgımız nil cıkıp bak orda ne var parlak bi şey var diyo, haluk bilginer seslendiriyo, biz de dogaya saygılı sürdürülebilir(sustainable) tasarımlı binalar diye kanıp geçiyoruz..
anası babası satılmış medyanın diğer her alanda beyin yıkayıcı olarak kullanıldıgı gibi.
IT GETS BETTER derken sadece escinsel ergen intiharların ve gay-friendly insanların çoğalmasından, eşcinselliğin hastalık olarak görülmesinden cıkıp 'sadece bir durum' sarısın kumral olmak gibi'leştirilmesine demiyoruz.
dünyada çok güzel şeyler de oluyor.
sustainable design, paris milano londra ve tokio (bilin bakalım new york neden yok) gibi moda başkentlerinde en çok merak edilen ve spotlanan tasarım akımı olarak karşımıza çıkıyor..
çok ünlü prof.lar mimarlar 200milden uzaktaki bir konferansa ödül dahi alacak olsa gelmeyi reddediyor.(transportation için ne kadar co2 salındıgını ve bunun sanat ve yaşam felsefesine aykırı oldugu gerekçesiyle hem de )
bu bahsettiğim sürdürülebilirlik kavramı da diyor ki, öyle dikine uzunlamasına iğrenç ve sevimsiz, insan ölceği ve boyutunu ezer yapılar değil, nefes alan her canlı gibi toprakla teması fazla genişlemesine yapılar YAŞASINNNN.
ilgini cekerse eğer, slovakyada arkiteri ofis mimarlık' ın tasarladığı Garden City K66 adlı yapıya bakabilirsin inhabitat ya da archdaily gibi duyarlı ve dogaya saygılı sitelerden..
çok uzattım eymiciğimden enfes bir şarkıyla toparlıyıp gidiyorum:
http://bisexie.blogspot.com/2011/11/he-walks-away-sun-goes-down.html
ps yazı coksel old be. bi ara publishliyim ben bunu kendi blogumda.
sevgiyle.
ve tabii ki UMUTla.
IT GETS BETTER ;)
Selam Bisexie, katılıyorum size.
YanıtlaSilIT GETS BETTER ;)
Sevgiyle..
bugün çok canım sıkılıyor.işten sıkıldım, tatil istiyorum artık, boş boş yatmak, kitap okumak, yemek yemek, uyumak, çekirdek çitleyip iki çift laf edip tekrar uyumak gibi bir tatil hayalim var.ama çok da işim var.bu yazını ben daha önce okumamışım. insan kendi bedeninin dilini bile anlamaz oldu, bırak başkalarını anlamayı. bedenim artık biraz dinlen diyor, ama görevler buna izin vermiyor.
YanıtlaSilkara kitap, özledim seni:)
SilBu yazınızla yeni karşılaştım.Keyifle okudum.Ne güzel yazmışsınız.Müzik de aynı güzellikte yazıya eşlik etmiş.
YanıtlaSilSağol Mahmut:)
Sil