17 Mart 2012 Cumartesi

Ve Anılar Ve Emek Sineması Ve 31. İstanbul Film Festivali


Radyonun gözde olduğu bir dönemdi benim çocukluğum. Kulak keserdim her sese, radyoya, teybe… Düşünebiliyor musun? Çocukluğumda, taşınmak ne büyük bir kıyaktı bana, sinema bahçesine çıkıntısı olan bir eve! Çünkü taşındığımız evin  balkonu adeta bir locaydı.  Beyaz perdeyi gündüz görmek bile hayallerimi feci kışkırtırdı.  Ama asıl gece... Ah!.. Güneşin dağların arkasına gitmesini, havanın kararmasını dört gözle beklerdim. Of! Günler ne uzun olurdu! Vakit geçmek bilmezdi. Ne zaman ki gün döner akşam olurdu, heyecandan adeta kalbim dururdu. Hep gece olsun, zaman dursun isterdim. Sonra sandalyeler boş kalmasın, sinemanın tüm biletleri satılsın diye dua ederdim. Eğer bilet satılmazsa, film oynatılmazdı. Bazen yağmur yağdığı akşamlar sinema bahçesi hiç açılmazdı. İçimi çeke çeke ah ne ağlardım!.. Bazen filmin ortasında bir yerde yağmur yağmaya başlardı birden… Hani ahmak ıslatan cinsten… Kaçışırdı insanlar… Şaşardım.  Neden kaçıyorlar, yağmur altında seyretmiyorlardı ki film? Hava zaten sıcaktı. Yağmur altında film seyretmek, şahane olmaz mıydı? Küçüktüm... Bu duruma anlam veremezdim… Onlar koşuştururken, ben olduğum yerde bir film sahnesi gibi öyylece donar beklerdim. Annem beni fark eder “haydi yatağa!” derdi. Derinden bakınca gözlerime… Dökülen yaşları görmesin diye, başımı yere eğerdim… İçimi çeke çeke yatmaya giderdim. Ama eğer o gece sinemada... Eğer biletler satılmışsa… Eğer o gece gökyüzü yıldızlarla doluysa... Hele göyüzünde bembeyaz bir mehtap varsa... Ah! Eğer o gece yağmur yağmamışsa... Film oynarken yağmazsa ya da… Eğer film kesintisiz oynamışsa o gece… Hani bilirsin ya, tastamam... Bütünüyle... Ah! Şu dünyanın en güçlü, en zengin kişisi ben olurdum! Hayat bayram olurdu… Mutluluk buydu işte! Mutlu olurdum. Ne vakit, yolum çok küçükken yaşadığım o mahalleye düşse, bir zamanlar oturduğumuz sinema localı o eve doğru yürürüm. Apartman olduğu gibi duruyor. Yerinde olmayan ise... Sinema… Oğuz Bahçe Sineması. Sinema yıllardır yok yerinde. Her güzel şeyin sonu vardır diye, yıkmışlardı geçmiş zaman günlerinden birinde…


Şimdi eski sinema anılarımı neden döktüm biliyor  musun?  Bu yıl 31 Mart'ta 31. İstanbul Film Festivali başlıyormuş. Ne güzel! Festival 15 Nisan'a kadar sürecekmiş. Kararlıyım. Bu yıl, festivale  daha fazla gün ayıracağım. Kısmet olursa,  daha fazla festival filmi seyretmek niyetiyle bir sinemadan çıkıp diğerine dalacağım. Henüz biletlerimi almadım. Alacağım. Az önce  hafta içi hangi günler işi kırıp festivale kaçabilirim diye iş programıma baktım. Sonra ekrandan film festival sayfasına göz attım. İzmit'ten İstanbul'a gideceğim ya illa Beyoğlu'ndaki sinemalarda seyretmeliyim. Çünkü Beyoğlu'nda film seyredince, festival ruhunu tam manasıyla hissederim. İşte tam festival programına göz attığım anda... İstanbul Film Festivali'ne  gittiğim ilk sinemayı düşündüm.  Çok değil dört yıl önceye döndüm...  Acaba hangi sinemaya ilk festival heyecanımla girmiştim? Tabii ya... Emek Sineması'ydı tabii. Ne yalan söyleyeyim, Emek Sineması tarihi atmosferiyle büyülemişti beni. Duvarlarını, tavanını nefesimi tutarak uzun uzun incelemiştim. Heyecanlanmış, kimbilir kimler geldi kimler geçti bu salondan diye aklımdan geçirmiştim. Az önce yüreğimin sızısını hissettim. Baktım programda Emek Sineması'nın adı yok. Niye? İki yıldır kapalı. Aynı Oğuz Bahçe sineması gibi yıkılacak, alışveriş merkezi açılacakmış yerine... Beyoğlu'ndaki tarihi Emek Sineması'nın yıkılacağı söylentisini ilk duyduğum gün, neden zehir gibi bir kederin yüreğime çöreklendiğini çok iyi biliyorum. Çünkü  inan bana bu fena hissi çok iyi tanıyorum. Memlekette insanların kişisel tarihlerine  ehemmiyet verilebilse keşke...  Çünkü insan, yaşadıkça, bazı mekanlarda anılarından kırıntılar görmek istiyor. Ve o mekanlar, ömrün dar zamanlarında sığınılacak bir liman olabiliyor. Geçmişi hatırlatacak mekanlar yıkılıp, yok edildikçe... Hele sinemanın yerine, heyullah gibi koskocaman bir binayla, alışveriş tuzağı pasajların yerleştiğini görünce... Of.. Of... Derin bir iç çekiyorsun... İçini dumanlı bir efkâr kaplıyor. Düşünebiliyor musun, Emek Sineması yıkınca, kimbilir kimler benim gibi hislenecek. Kimbilir kaç kişi Emek Sineması'nı yerinde görmeyince, geçtim galiba deyip, yürüyüş yönünü değiştirecek. Ne fena!.. Kararlıyım. Biletlerimi alacağım. Bu yıl 31'incisi yapılacak olan İstanbul Film Festivali için kısmetse Beyoğlu'na gideceğim. Biliyorum, Emek Sineması'nın önünden geçerken,  duracağım. Derin bir iç çekeceğim. İçimi dumanlı bir efkâr kaplayacak. Sonra toparlanacağım. Gene hayallerime sığınacağım. Emek Sineması'na "Üzülme e mi? Bu festivalde de dinlen. İnanıyorum seneye, bazı festival filmlerini mutlaka sende  seyredeceğim." diye usulca sesleneceğim. Her zamanki gibi kendi hayalime kendim inanacağım. Emek Sineması umutlanacak. Bana muzipçe göz kırpacak. Yüreğim sevinçle dalgalanacak. Şu dünyanın en güçlü, en zengin kişisi benmişim gibi hissedeceğim.  Mutlulukla bir filmden çıkıp diğerine gireceğim.

8 yorum:

  1. ne kadar güzel yazmışsın ....

    YanıtlaSil
  2. Geçen yıl sadece broşürünü satın alabildim, bu sene ben de gitmek istiyorum. Sanırım Rexx e gideceğim neden Reks değil eskisi gibi diye düşünerek. Ama muhakkak bir film için Beyoğlu' na çıkacağım, hatta rejimi bırakıp bir Beyoğlu çikolatası bile alırım eski günlerin hatırına.

    YanıtlaSil
  3. Handan belki çarpışırız Beyoğlun'da:)

    YanıtlaSil
  4. Heey! Du bakalım... Denk geliriz belki handan:))

    YanıtlaSil
  5. Hay Allah! Ne kederlendim Emek Sineması'na ve kapanması için diri ellerini birbirine sürten, sürttükçe parmakları arasından kirli yeşil paralar düşen ve hemen onları yerden alıp koyunlarına sokan insanların varlığını anımsayınca...

    YanıtlaSil
  6. Sorma Cüneyt, ne keder vaziyeti sahiden. Sorma valla..

    YanıtlaSil