20 Mart 2012 Salı

Sinemada Oynadığım Farzetme Oyunum - 23 - Hatice

 

Eski huyumdur. Çocukluğumdan beri  insanları seyretmeyi severim.  Bu huyum sayesinde can sıkıntısı diye bir şey bilmem. Aynı bir sinema perdesine bakar gibi mütemadiyen insanları seyredebilirim. Kim olduklarını, neler düşündüklerini tahmin etmeye girişmek hoşuma gider. Özellikle sinemaya gittiğimde oynadığım farzetme oyunum vardır. Film başlamadan önce, sinemanın loşluğunda kendilerini oturdukları koltuğa rahatça bırakan seyircileri belli etmeden seyrederim. İnsanların suretlerinde kitaplarda okuyup hafızamın kuytu çekmecelerine kendiliğinden yerleşmiş irili ufaklı roman kahramanlarının izlerini  sürerim. Bu benim için anlatılmaz heyecan verici bir oyundur. İnsanların görüntülerinden çok iç dünyalarını görmek, duygularına erişmek isterim. Sinemanın o efsunlu loşluğunda etrafıma bakınırım. Bu insanların kim bilir ne sırları, ne korkuları, ne huzursuzlukları vardır diye aklımdan geçiririm.  

  
Feleğin bir kıyağı sayarım. İstanbul Film Festivali'ne gitmeye her daim illa doğum günümde başlarım. Erkenden kalkarım. En güzel giysilerimi giyerim. İstanbul'a varır varmaz, arabamı park ettiğim gibi, Beyoğlu'nun girişindeki çiçekçilere yollanırım. Elimde bir kucak çiçek... Yolu usulca, Emek Sineması'na doğru adımlarım. Artık ne yazık ki, Emek Sineması'nda film seyredebilmem mümkün değil. Kapalı. Çünkü alışveriş çılgınlarına bir mekan daha eklemek için, Emek Sineması'nın  yıkılmasına hükmetmiş birileri... Oysa Emek Sineması'nda anıları olan, Emek Sineması'nı sinema anıtı olarak gören insanların kişisel tarihlerine ve hatıralarına hürmet etmelilerdi. 1924 yılından bu yana var olan sinemayı aynen alıp, yeni yapacakları alışveriş merkezinin tepesine iliştireceklerini söylüyorlarmış. Mümkün mü? Senelerden beri binlerce filmin görüntü ve seslerinin yankılandığı, bir seferde 800  sinemaseverin duygularının beyaz perdesinin, duvar ve tavan süslerinin içine saklandığı tarihi bir mekan Emek Sineması... İlla koruma altına alınmalı. Geçen seneki İstanbul Film Festivali zamanıydı. Aylardan gene Nisan'dı.  Bu düşüncelerle, doğum günümde seyredeceğim ilk festival filmi için cebimdeki biletleri çıkardım. İlk filmin biletini buldum. Salona girip yerime oturdum. Ön çaprazımda kalan  kumral güzeli genç bir kadın dikkatimi çekti. Kadın kulaklarındaki firuze küpeleri çıkardı. Pırıl pırıl elmas küpeler taktı. O anda bu genç kadının Memduh Şevket Esendal'ın Bir Kucak Çiçek adlı kitabındaki öykülerden birindeki kahramanı Hatice olduğunu farzettim. Hani, iki kardeş çocuklarıydılar da, çocuk Yüksek Öğretmen'de okuyordu. İki yıl sonra bitirince, Denizli'ye babasının yanına gidecek, babasının çifti çubuğu ile uğraşacaktı. Kız ise Lise'de okuyordu. Lise'yi bitirecek. Sonra? Sonra... Hiç, evde oturacak! Koca bekleyecek. İyi bir adam isterse, babası da verirse, varacak. Kızın babasının, dedelerden kalma konağının iç bahçesinde, yüksek ağaçların aydınlık yeşil gölgesinde, arka duvara yakın konmuş bir tahta sıra üstünde yan yana oturmuş, konuşuyorlardı. Çocuk muhabbetin bir yerinde, gelecekte İstanbul'dan bir kızla yani karşısında duran kumral güzeliyle evleneceğini şakayla karışık söylemişti. O gece Hatice'ye pireler üşüşmüştü. Sahi mi söylemişti acaba? Ne bilsin? Söylerken sanki alay ederek söylemişti. Bu lakırtı olduktan bir kaç gün sonra çocuk gitti. Aradan günler hatta aylar geçti. Hiç haber gelmedi. Çocuğun okumaya gittiğini öğrendi. Aradan bir kaç yıl geçti. Çocuk ne geldi ne haber gönderdi. Anlaşılan  eğlence olsun diye söylemişti. Kızın içindeki umut büsbütün ölmedi. Ufacık bir kıvılcımla yeniden tutuşup parlamak üzere söndü. Kızı isteyenler oldu. Varmadı. Çocuğun okulunu bitirdiğini öğrendi. Ve bir gün çocuk genç kızın evine geldi. Yıllar sonra çocuğu görünce içinde acı bir sevinç doğdu. Kıza tuhaf haller oldu. Çocukla yalnız kalmamak için özel çaba sarfetti. Çocuk, o tahta sırada kızı günlerce bekledi. Kız yanına gidip oturmadı. Çocuk evdeyken arkadaşlarına gitti. Gece eve geç döndü. Yatağa girince neden böyle yaptığını anlamıyordu. Çocuğa soğuk durduğu için üzülüyordu. Ancak ondan kaçmanın yırtıcı duygusu, yırtıcı tadı onu bırakmıyordu. Bir hafta sonra çocuk, kız evde yokken, kıza selam bırakarak aniden gidiverdi. Ertesi gün kızı görenler sararmış, yorgun buldular. Aslında genç kız, çocuğun bir gün söylediği  bir sözden bu denli umuda düşmesini gülünç buluyordu. Ama içinde bir şey vardı. Avunamıyordu. Odasına kapandı. Kimseyle konuşmak istemiyordu. Genç kız fena hastalandı. Yataktan çıkamaz oldu. Ateşi çıkmış, tir tir titriyordu. Dahası ölmek istiyordu. Doktor ne yapsa düzelmedi. Çocuk ise kendisiyle ilgilenmeyince, kızın bir sevdiği olduğuna hükmetmiş, içini açamamış, evlenmek istediğini söyleyememiş, daha fazla rahatsızlık vermemek için çekip gitmişti. Kızın hastalandığını öğrenince uçtu geldi. Çocuk gelir gelmez kız hemencecik iyileşti. Çocuğun senelerce önce ettiği lakırtı gerçekleşti. Memduh Şevket Esendal'ın otuz altı sayfalık uzun ve şahane öyküsündeki kahramanı Hatice nihayetinde bu çocukla evlendi. Sinemedaki genç kadına bir kez daha dikkatle baktım. Çok güzeldi. Bu kadın, güzelliği tez geçen kadınlardan değildi. Kocaya vardığının ikinci yılında, bir yaşında tosun gibi bir de oğlu varken, düğünlerde gören bir takım hanımlar onu kız sanıp alıcı çıktılar. Yaradan övmüş de yaratmıştı sanki. Güzelliği arttıkça artmış, evlenince kat kat gerdanlanan kadınlardan olmamıştı. Kocasının sevgisi artmış, genç kadın güzelliğinin kıvancını yaşarken, birdenbire bir kara gün geldi. Ağızlarının tadı bozuldu. Kocası... Genç kadına nasıl yapabilmişt? Gözleriyle görmemiş olsa... Duymuş olsa... İhtimal vermeyebilirdi... 


Genç kadın oturduğu yerde huzursuzca kıpırdandı. Kucağına koyduğu çantasını açtı. İçinden bir mendil çıkardı. Yanaklarından dökülen yaşları belli etmemeye çalışarak silmeye başladı. Baktım. Gözleri neşeyle ışıldıyordu. Döktüğü sanki keder değil sevinç göz yaşlarıydı.  Elini boynuna götürdü. Şaşırdım.  Bir kurşun parçasını altın bir yuvarlak içinde boynunda taşıyordu. Tam o anda sinemanın  ışıkları karardı. Film başladı. Ben "Hatice" olduğunu farzettiğim genç kızı unuttum. Beyaz perdenin  o muazzam illüzyonuyla usulca filmin mecrasına  aktım.


NOT:  Yazının bazı cümlelerini  Memduh Şevket Esendal'ın  Hatice adlı öyküsünden  alıntıladım. 



4 yorum:

  1. Merhabalar, sadece blogculara özel sözlüğümüze tüm blogcular davetlidir. Buyrun gelin, üye olun yazar olun. :)) teşekkürler.
    konu: http://yorumyorum.blogspot.com/2012/03/blogculara-ozel-sozluk.html
    sözlük: http://weblog.sozlukspot.com

    YanıtlaSil
  2. Çok büyük hikayecidir kendisi iyi ki hatırlattınız var olun :)

    YanıtlaSil
  3. Selam Yorumum geldi. En kısa zamanda ilgileneceğim bloğunuzla:)Sağolun.

    YanıtlaSil
  4. Selam Bolat, sahiden şahane öyküleri vardır. Memduh Şevket Esendal öykülerinin hastasıyım:)

    YanıtlaSil