Hayat hızla akıp gidiyor. İçinde yaşarken çoğu zaman anlamıyoruz. Bir aybaşı gelse, çocuk biraz daha büyüse, okulum bir bitse gibi düşüncelerle hep geleceğimize hedeflenlenmişiz. Oysa kaçırdığımız şimdiki zaman. Hayatı ve çevremizi farkederek yaşamak ne kadar mühim aslında. Hayat elimize verilen boş bir sepet sanki. Aldığımız kararlar,yaşadığımız tecrübeler, acılar, hüsranlar, hatalar, bezginlikler ,okunan kitaplar, gezilen şehirler, seyredilen manzaralar, yaşanan güllük gülistanlık anılar hepsi giriyor hayat denilen boş sepetin içine birer birer. Yaşamda yanından gelip geçerken görüpte farketmediğimiz onca şey varken,cismini gördüğüm de bir değer olarak kabul ettiğim her şeyin mana tarafını merak ediyorum. Bloğuma “Gül ile Bülbül’ün Aşkı”’nı yazınca, gül ve bülbülün hayatımızdaki yerini düşünmek istedim. Günümüzün modern yaşam koşulları içinde bülbül sesi duymamız artık çok zor. Bülbül sesi duymak için ya kıra çıkmamız yada belki bir hayvanat bahçesine gitmemiz gerekiyor. Kıra gitsek bile duyacağımız kuş seslerini birbirinden nasıl ayıracağız ki bu bülbül sesidir diyebilelim?! Unuttuk kuş seslerini çoktan..
Lakin, zaman zaman çevremizdeki bahçelerde, çiçekçilerde yada özel bir gün sebebiyle gülle yollarımız kesişebiliyor. Farkında olmasak da, günlük konuşmalarımızda gül ile ilgili kelimeler ve cümleleri sıkça kullanıyoruz. Güzel kokulu ve muhtelif renkleri mevcut bir çiçek çeşidi olan, herkeste ayrı bir çağrışım uyandıran gülün yaşamımızdaki yerine bir bakalım istedim. Meraklı olmak böyle bir şey işte...Öğrenene kadar kemirir beni...
Okuduğumuz şiirlerde yada şarkılarda, gül hep sevgili, bülbül de onun aşkıyla yanıp tutuşan aşıktır. Rivayete göre gülün rengi aslında kırmızı değilmiş. Gül ,bülbüle hiç yüz vermeyince, bülbül gülün bu umursamazlığına dayanamamış ve gidip gövdesine konmuş. Gülün dikenleri bülbülün göğsüne batınca, akan kan gülün köklerinden damarlarına akmış. Gül o günden sonra kırmızı açmaya başlamış. Şimdi kırmızı, pembe, beyaz, katmerli, yediveren gibi çeşitli türleri olan gül, konuşma dilimizde goncaysa dudağa benzetilir, utanıp pembeleştiyse yanağa benzetilir. Yada gülünce yüzlerde güller açar veya bir saba rüzgarıyla gelen o şahane kokudur.
Efsaneye göre; Antik Yunan'da gül Afrodit’in çiçeğiymiş. Afrodit’in ilk eşi Adonis, Mars tarafından öldürülünce kanından kırmızı gül meydana gelmiş. Böylece Yunanlılara göre gül Afrodit’in simgesi olmuş.
Batıda da bizde de aynı zamanlarda gül ile ilgili pek çok eser üretilmiş. Edebiyatımıza baktığımızda gül ile ilgili yoğun bir şekilde gazeller, kasideler,halk hikayeleri, dini kıssalar olduğunu görüyoruz. Genelde alegorik hikayeler bunlar. Nasıl Romeo ve Juliet’in yazarı Shakespeare ile Leyla ve Mecnun’un yazarı Fuzuli aynı çağda yaşamışlarsa, Fransızların ünlü şairi Ronsard ve bizim Gül ü Bülbül’ün şairi Kara Fazli aynı çağda yaşamış ve birbirlerinden habersiz gül konulu şiirler yazmışlardır. Çağdaş Rilke ve Rindlerin Akşamı’nda ‘’Ya lale açmalıdır göğsümüzde, yahud gül’’ diyen Yahya Kemal’in birbirlerinden habersiz gülle ilgili şiirler yazdıkları gibi.
Umberto Eco, “Gülün Adı” romanıyla tarihe yönelirken, Yahya Kemal Beyatlı ile Ahmet Hamdi Tanpınar’ın gül temalı şiirleri çok daha önceleri yazılmış. Yahya Kemal’in “Söz Meydanı” adlı gazelinden şu mısraları alabiliriz :
“Zaman o gül gibi gül görmemiş zaman olalı
Gülün güzelliği dillere destan olalı”
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın çok az sayıdaki şiirlerinden birinin adı “Gül”dür. Ayrıca “Bir Gül Tazeliği”, “Güller ve Kadehler”, “Bir Gül Bu Karanlıklarda” gibi adında gül olan pek çok şiiri vardır. Sezai Karakoç’un "Gül’ün Muştusu" şiirinden bir kaç mısra yazayım istedim:
“….Yabancı bir şehir gibi
Kırmızı güller yerli
Kuzuların doğması nasıl beklenirse o ülkede
Güllerin açması da öyle beklenir gün doğmadan önce "
Edip Cansever’e, Hilmi Yavuz’a kadar onlarca şair gülle ilgili şiirler söylemişlerdir.
Dinler Tarihi incelendiğinde ise, gül hep karşımıza çıkacaktır. Adem Peygamber ile Havva'nın üzerinden kuruyup dökülen yaprakların,yerden güzel kokulu bir bitki olarak büyüdüğü ve bu çiçeğin de gül olduğu rivayet edilir. Nemrut tarafından İbrahim peygamberin mancınıkla atıldığı ateş, ilahi bir emirle gül bahçesine dönüşmüştür. Bazı Hristiyan tarikatlarında gül Hz. İsa’yı temsil eden haça tekabül eder.
Fakat gül hiçbir dinde İslam kültüründeki kadar açık bir şekilde peygamber sembolü olmamıştır. Yunus Emre “Çiçek eydür ey derviş/Gül Muhammed teridir.” demiştir. Ve Süleyman Çelebi “Terlese güller olurdu her teri / Hoş dererlerdi, terinden gülleri’’ der mevlidinde. Yani Peygamber Muhammet’in terinin kokusudur gül kokusu. Bu nedenle çini, tezhip, minyatür, kitap tezyini, kumaş boyama, ağaç işlemeciliği gibi İslam sanatlarında gül yoğunlukla kullanılmış. Fatih Sultan Mehmet’in portresindeki gül, padişahın gücünün yanı sıra manevi zenginliği ve inceliği göstermekteymiş.Tasavvuftaki gül manası nedeniyle belki de ramazan tatlısına güllaç denmiş, dini törenlerde gül suyu dökmek adet edinilmiş.
Ayrıca günlük konuşma dilimizde de gül kelimesini nekadar çok kullanıyoruz aslında .. Gül kelimesinden türetilmiş pek çok ismi kız çocuklarına takıyoruz: Gül, Gülşen, Gülay , Gülçin , Gülgün,Songül… Gül ile ilgili pek çok deyimimiz var; gül gibi geçinmek, gül üstüne gül koklamamak, güllük gülistanlık gibi mesela. Ya atasözlerimiz... Gülü seven dikenine katlanır, gülün kadrini bülbül bilir, gülü yad ettikçe bülbülün feryadı artar. Peki okul yıllarının anket defterlerine yazılan şu cümleleri hepimiz ezbere bilmez miyiz? “Gülü bir gün seni her gün, gülü soluncaya seni ölünceye kadar seveceğim.” Ya şuna ne demeli? “Ben sana gülüm demem,gülün ömrü az olur!”
Çok daha fazla ayrıntıya girilirse gülün renklerine veya sayılarına göre anlamını yazmak da mümkün. Ben daha fazla uzatmak istemediğim için, burada sözüme nihayet vereceğim. Gülün rengine, kokusuna, duruşuna, sanatta kullanışına daha fazla dikkat etmek gerekiyor demek ki. Gül muhtelif kültürlerde ilahi manalar ifade ediyorsa eğer, gülün bu özel durumları bilinmeli. "Gül,o güzel kokuyu, dikenle hos geçinmekle kazandi." derler. Öyle ise eğer, galiba yaşamın getirdiği dikenli engelleri sabırla aşmak gerekiyor. Aslında etrafımızdaki herşey ne kadar manalı. Günlük koşuşturmalarımızda görmediğimiz, daha doğrusu görüpte fark etmediğimiz ne çok şey var!... Bence mümkün mertebe ıskalamamalı bu güzellikleri...Farkederek yaşamak ve hayata lezzet katmak gerek!..
gül hayatım boyunca aldığım hediyelerin hep en değerlisi olmuştur...Yine sizin sayeninizde, anlamını ve hikayesini öğrenmek çok güzel ve keyifliydi.
YanıtlaSilBerna :))
Bernacım teşekkür ederim nazik sözlerin için!
YanıtlaSilNe çok haklısın..Ne çok gönlümdekileri yazmışsın..
YanıtlaSilevet iskalamayalım.. farkederek yaşayalım ve farketmeyenleri uyaralım :))
bide oglumun sevdicegi gul gelini bilirim...offf yaa ozlem dustu yuregimeee...
YanıtlaSil