10 Mart 2009 Salı

Mary Shelley-Frankenstein

Sinemanın bir sanat olduğuna inananlardanım. Sinemayı hep sevdim. Sinemacılara daima büyük saygı ve hayranlık duydum.Hatta okuyucuda iyice abartıyor hissiyatı uyandırmayacağımı bilsem,bir sinema bağımlısıyım bile diyebilirim. Çünkü bir süre film seyretmemişsem eğer, film seyretmeyi bünyem ister ve eksikliğini belli eder. Sinemanın büyüsüne kapılıp gidebilme yatkınlığı vardır bende. Bu durum aynı hayalle gerçek arasında rüyaya dalıp, bulunduğunuz mekan ve zamandan bambaşka bir dünyaya geçebilme illüzyonu gibidir. Seyrettiğiniz filmin görüntüsü, oyunculuğu ve müziği; yönetmenin öykü anlatıcılığı ile şahane bir birliktelik oluşturmuşsa eğer, film size kesinlikle bir sihir geçirebilir. Bedeniniz sinema koltuğundayken, filmden size geçen tılsım, sizi bambaşka bir alemde hissetirebilir... Sinema hayatı eşsiz kılabilir!

Ayrıca film seyretmek bir nevi antidepresan etkisi de verebilir. Kimi farklı psikolojik durumlarımda seyredince iyi gelen, ilaç niyetine sakladığım filmlerim vardır. Sahiden de iyi gelirler. Aslında nasıl şifalı otlara, akupunktura, reikiye yada ayurvedaya alternatif tıp deniyorsa , sinema da alternatif tıbbın ta kendisi bence. Hem denemenin ne zararı, ne de yan etkisi var. Belki tek yan etkisi olabilir. Bende olduğu gibi bağımlılık yaratabilir!..

Yıllarca korku filmi seyretmeyi hep redettim. Eskiden korku filmlerini seyretmek, bende gereksiz bir vakit kaybı anlamına gelirdi. İnsan sinemaya neden gider yada niye film seyretmek ister? İyi vakit geçirmek, yaşamın günlük hayhuydan biraz uzaklaşmak, değişik dünyalar, mekanlar, insanlar, yaşamlar görmek, hayatın eşsizliğine, keyfine varmak gibi sebeplerim olabilirdi. Yada bir süre kafayı boşaltmak… Yada bir süre sinemanın büyüsüne kapılmak. Korku filmlerini daima gereksiz ve anlamsız bulurdum. Yaşam içinde karşılaşılan pek çok sevimsiz olay mevcutken, durup dururken kendinizi germenin ne gereği var öyle değil mi? Öyle değilmiş. Daha sonra korku ve hayret veren filmleri seyretmeye başadıkça ne kadar yanıldığımı öğrenecektim. Öğrenecektim ki Orsan Welles'in dediği gibi ."En büyük yanılgımız sinemayı sadece bir eğlence aracı olarak görmektir." Okudukça ve seyrettikçe anladım.

Öyle tahmin ediyorum ki,Frankenstein adı, filmi seyretmeyen herkeste korku hissi uyandırır. Ben de aynı fikirdeydim. Sonra bir yazıdan etkilenip seyrettim. Bazı yazılar da filmler gibi etkiler beni. Gördüm ki aslında Frankestein bir korku filmi değildir. Bilakis hüzünlü hatta acıklı bir öyküsü vardır. Filmin kahramanı Dr. Frankenstein insan yaratmayı ve ölümsüzlüğü bulmayı amaçlar. Uğraşıları sonunda bir ölünün bedeni ile bir suçlunun beynini birleştirerek bir ucube yaratır. Sonra duruma hakim olamaz. Yaratık ise aslında yumuşak bir kalbi olmasına rağmen, sadece görüntüsü sebebiyle insanları korkuttuğu için, toplum tarafından dışlanır. Yaratık neden böyle davranıldığını bilmediği için çok acı çeker. Filmin bu sahneleri sahiden üzücüdür. Tek başına kaldıkça ve dışlandıkça da acımazsızlaşmaya başlayacaktır. Eğer bu filmi benim gibi korku filmidir diye seyretmeyen varsa mutlaka seyredilmesini öneririm.

Aslında benim bu yazıyı yazmamın nedeni, bu filmin daha doğrusu kitabın yazarı Mary Shelley’dir. 1797 ile 1851 yılları arasında yaşamış bir İngiliz kadın romacı yazmış Frankenstein’in öyküsünü. Yazarın yaşam öyküsünü okuduğunuzda görüyorsunuz ki yazarın kendi hayatı da film gibi. Annesi Shelley’i doğururken ölmüş.Bu olaydan sonra belki de yaşamı boyunca annesinin ölümünden kendisini suçlamış olabilir. Kim bilebilir? Mutsuz ve yalnız bir çocukluk geçirir. Sürekli kitap okur ve hikayeler yazar. Dönemin romantik şairlerinden Percy Shelley'e aşık olur. Şair evlidir. Birlikte İsviçre’ye kaçarlar. Daha sonra evlenirler. Frankenstein öyküsünü yazmay, gördüğü bir kabus sonunda karar verir. Öykü 1818 yılında da yayımlanır. Yazar bir tekne kazasında eşini kaybeder ve 1851 de ölene kadar da yazarlık yapar.

Mary Shelley’in yazdığı bu öykü, ilk kez 1910 ve 1915 yıllarında filme çekilmiş. Asıl patlamasını 1931 yılında yapmış. Daha sonra Frankenstein’ın Oğlu, Frankenstein’in Hayaleti, Frankenstein Kurtadama Karşı gibi değişik isimlerle filmleri yapılmış. İngiliz yazar Mary Shelley'in yazdığı bir öykünün filmini biz, neredeyse 200 yıl sonra halen seyretmeye devam ediyoruz.


Hernekadar korku filmi değil desem de yönetmen, filmin açılış sahnesini simokinli bir adamın şu sözleri söylemesiyle başlatmayı tercih etmiştir: “Nasılsınız? Bay Carl Laemmle (yönetmen), küçük bir uyarıda bulunmadan bu film sunmanın nazik olmayacağını düşünüyor.Frankenstein dosyasını açmak üzereyiz. Tanrı’ya güvenmeyerek kendi benzeyişinde bir insan yaratmaya çalışan bir bilim adamı. Bugüne kadar anlatılmış en tuhaf öykülerden biri. Yaradılışın iki büyük gizemi ile ilgili: Yaşam ve ölüm. Sanırım sizi heyecanlandıracak. Sizi şoka uğratabilir. Hatta sizi çok korkutabilir. Aranızdan herhangi biri sinirlerinin gerilmesine aldırmıyorsa şimdi sizin şansınız… Tamam,sizi uyardık !"
.

2 yorum:

  1. çok güzel bir yazı.. teşekkür ederiz..

    YanıtlaSil
  2. Belen, bu yazımı unutmuşum ben! Şimdi tekrar sayenizde okudum.. Bir zamanlar ne güzel ciddi ciddi yazılar yazıyormuşum... Ne olmuş bana, son günlerde kendimi komikliğe vurdum:))
    Ben teşekkür ederim..

    YanıtlaSil