18 Ağustos 2010 Çarşamba

Boğazın Suları Çekildiği Zaman

Kara Kitap’ın 2. Bölümündeki, Boğaz’ın Suları Çekildiği Zaman başlıklı yazısı, “Boğaz’ın sularının çekilmekte olduğunu fark ettiniz mi?”cümlesi ile başlar. Sonra “Sanmıyorum.” diyerek devam eder. Yazının devamı "Hangimiz bir şeyleri doğru dürüst okuyup da dünyadan haberdar oluyoruz ki?" diye kendimizi eleştirir. Yazar bu haberi bir Fransız jeoloji dergisinde okumuştur. Kara Kitap bir roman. Ama etkileniyorum işte. Düşünüyorum durmadan. Bu bölüm kurgu muydu, yoksa acaba gerçekten Fransız jeoloji dergisinde bunlar yazıyor muydu?

Bilmiyorum.. Bildiğim yazarın dediğine göre, Karadeniz ısınmaktadır, Akdeniz soğumaktadır. Bu yüzden deniz esneyerek yayılmaktadır. Deniz dibindeki muazzam mağaralara deniz suları boşalmaktadır. Aynı tektonik kıpırdanmalar sonucu Çanakkale, İstanbul boğazlarının tabanı yukarıya çıkmaya başlamıştır. Mesela balıkçılardan biri eskiden demirlemek için bir minare boyu zincir attığı sularda şimdi teknesinin karaya oturduğunu söylemektedir. Ben Kara Kitap’ın bu bölümünü okuduğumda kalakalmıştım. Acaba anlatılanlar gerçekten oluyor muydu?

Bilmiyorum.. Bildiğim yazarın dediğine göre yakın zamanda, bir zamanlar Boğaz dediğimiz cennet yer, zifiri bir bataklığa dönüşecek. Hele sıcak bir yaz sonunda bu bataklık, yer yer kuruyup çamurlaşacak. Hatta binlerce geniş borulardan şelaleler gibi gürül gürül akan lağımların suladığı yamaçlarda, belki otlar ve papatyalar yeşerecek. Aman Allah’ım! Ya Kız Kulesi? Peki, benim sevgili Kız Kulem ne olacak? Kız Kulesi ise, bu derin ve vahşi vadide, bir tepenin üstünde korkutucu gerçek bir kule gibi yükselecek! Olabilir mi bütün bunlar?

Bilmiyorum.. Bildiğim yazarın dediğine göre, buralarda yeni mahalleler kurulmaya başlayacak. Gecekondular, salaş, bar, pavyon ve eğlence yerleri, lunaparklar, kumarhaneler, camiler, tekkeler,naylon çorap imalathaneleri falan… Gemi leşleri, gazoz kapağı ve deniz anası tarlaları görülecek. Midyeyle kaplı Bizans hazineleri, gümüş ve teneke çatal bıçaklar, bin yıllık şarap fıçıları, gazoz şişeleri ve kadırga leşleri arasında bir medeniyet yükselecek. Gözümde canlanıyor kitabı okudukça. Zaten okumak Orhan Pamuk’un dediği gibi yazarın harflerle anlattığı şeyleri aklın sessiz sinemasında bir bir resimlendirmekten başka nedir ki? Duruyorum gene bir an. Gerçekleşecek mi bütün bu anlatılan?

Bilmiyorum.. Bildiğim yazarın dediğine göre İstanbul’un koyu yeşil lağım şelaleleri ile sulanacak olan bu lanet çukurda, zehirli gazlar, kuruyan bataklıklar, yunus, kalkan, kılıç leşleri ve cennetlerini keşfeden fare orduları içerisinde, yepyeni bir salgın hastalığın türeyecek olmasına hazırlıklı olmalıydık. Yazar biliyor ve uyarıyordu romanın bu bölümünde işte bizi…O gün dikenli tellerle karantinaya alınacak bu hastalıklı bölgede olup bitenler hepimizin içine işleyecek çünkü. Ne feci! Böyle bir durumun gerçekleşmesi mümkün mü?

Bilmiyorum.. Bildiğim yazarın dediğine göre, bir zamanlar mehtabı seyrettiğimiz Boğaz’da, gömülemedikleri için alelacele yakılan ölülerden çıkan mavimsi dumanın aydınlığını seyredeceğiz artık. Bir zamanlar Boğaz kıyılarındaki erguvan ve hanımellerinin bayıltıcı serinliği yerine, genzimizi yakan o küfle karışık kekre kokusunun tadını alacağız. Bir zamanlar deniz kıyısındaki köylerde yaşayan İstanbullular, akşam evlerine yorgun argın dönerken yosun kokusu duymak için otobüs pencerelerini açarlarken, şimdi çürümüş ölü ve çamur kokusu sızmasın diye pencerelerin camlarını gazete ve kumaş parçaları ile kapatacaklar. Eskiden sahil yolu denilen yer, şimdiyse daha çok bir dağ yoluna benzeyecek. Aşağıya baktığımızda bileklerine gülle bağlı iskeletlere rastlayacağız. Zincirli küreklerinin başında sabırla oturup yıldızları gözleyen köle iskeletlerini seyredeceğiz. Kara Kitap’ı okumasaydım eğer bütün bu anlatılanlar hiç aklıma gelmezdi. Okudukça şaşırıyorum. Olacak mı bütün bunlar acaba?

Bilmiyorum. Bildiğim yazarın dediğine göre, İbn Zerhani şöyle bir söz sarfetmiş. “Hiçbir şey hayat kadar şaşırtıcı olamaz. Yazı hariç.” Bildiğim bir şey var. Yazarların hayal gücüne inanıyorum!

6 yorum:

  1. Aman Allah korusun! İnşallah bu fani Dünya döndükçe sevgili Boğaz'ımız hep aynı mavilikte, aynı büyüleyicilikte kalır.

    YanıtlaSil
  2. Yazarların hayalgücü insana düşünemediklerini düşündürtüyor ya.. Hayalgücü de büyüleyici bir şey..

    YanıtlaSil
  3. Ben de inanıyorum. Zaten 80 günde devrialem ve aya seyahat kitaplarını eskiden masal diye okumazmıydık. şimdilerde mitolojideki uçan atlar, yarı insan yarı ejderha yaratıklar, deniz kızlarının yaratılışı genetik araştırmalarla mümkün olmayacakmı. Hayalimizde yaşattığımız görünmez adam olmanın sırrı çözülmedimi? deprem yangın tayfun filmleri yaşanmıyormu gibi örnekleri çoğaltabiliriz.
    İyi düşünelim iyi olsunda..Ben hep üzülür üzülür..dünyanın sonunun nasıl geldiğini yaşayamadan öleceğim diye üzülürüm. O yüzden de bütün felaket filmlerini takip ederim. Nasılsa birinden biri tutacaktır diye.
    Orhan Pamuğun kara kitabini okumamakla ne çok şey kaçırmışım. Hemen almalıyım.
    Sevgiler

    YanıtlaSil
  4. Yazının çekim gücü de burdan geliyor, yalan, hatta bazen külliyan yalan olanı bize inandırmasından, işte o zaman çekiyor bizi içine, her şey yalan oluyor, dünya bir yalan oluyor, ama o kadar inanıyoruz ki, hep o yalanın içinde olmak istiyoruz, sonra bir de şu var, yalandan kim ölmüş ki sevgili dostum !

    YanıtlaSil
  5. Aragon "Roman yalan söylemenin en yüce biçimidir: Yalan, burada Doğruluk'a ulaşmaya yardım eder." demiş..

    Fuzuli’nin o ünlü dizesi ne der?
    “Aldanma ki şair sözü elbette yalandır”

    Nessuno.. Sanıyorum yalan olmasa edebiyat olmazdı.. Yalan dünya herşey bomboş.. Hancı sarhoş.. Yocu sarhoş.. diyeyim.. Hoş bir şarkı ile yorumuma nihayet vereyim!

    YanıtlaSil
  6. Dilek Orhan Pamuk'un Kara Kitab'ı o kadar çok elime alınmış ki.. Cildi parçalanmış inanır mısın? Cildini yapıştırmışım.. Fantastik anlatımlarla bezelidir.. Polisiye gibidir de değildir.. Aşk vardır.. Birden bire küçük bir not bırakarak kaybolan bir kadın.. Karısına aşık, adım adım onun izini süren bir adam.. İlginç bir kitaptır.. Çok severim.

    YanıtlaSil