10 Ağustos 2010 Salı

Merdivenle... Akşamdan Suya Varmak...

Ne zaman ki asansöre binmeyeyim... Merdivenlerden yürüyerek çıkayım ya da ineyim.. Edebiyat derslerinde okuduğumuz, Ahmet Haşim'in Merdiven adlı şiirinin, ezberimde kalan üç dizesini hatırlarım: "Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden, Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak, Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak..." O kadar.. Sonra Ahmet Haşim hakkında bildiklerim, adeta merdiven basamaklarına tek tek düşer. Mesela Mina Urgan anılarını anlattığı kitabında, Ahmet Haşim'in aslında pek yakışıklı değil de çok zeki biri olduğundan bahseder.. Gözlerinden fışkıran zekanın Ahmet Haşim'i nasıl güzelleştirdiğini yazar. Neden Edebiyat derslerinde böyle konulardan bahsetmezler de sadece yazarların kitap isimlerini ezberletirler? Arkadaşı Yakup Kadri Karaosmanoğlu anlatırmış; Ahmet Haşim ağzıyla değil de, mavi gözlerinin ucundan gülümsermiş sözgelimi... Bu çok hoş bir anlatım üslubu değil mi? Gelgelelim Ahmet Haşim kendini asla yakışıklı bulmazmış. Bilakis çok çirkin olduğunu düşünürmüş.. Annesini altı yaşında yitirmiş. Şiirlerinin çok hüzünlü olmasının bir nedeni küçük yaşta öksüz kalması olabilir mi? Kimbilir? Kitaplıktaki Piyale adlı kitabına baktım şimdi. Annesi için yazdığı şiirlerine baktım... Sensiz adlı şiiri şöyle başlıyor: "Annemle karanlık geceler bazı çıkardık, Boşlukta denizler gibi yokluk ve karanlık." Hüzün dolu şiirleri... Ahmet Haşim'in Galatasaray Lisesi ve Hukuk Fakültesi mezunu olduğunu, 1885 ve 1933 yılları arasında yaşadığını, şimdi sanal ansiklopediden bakıp yazdım. Asıl benim anlatmak istediğim yazarla ilgili başka bir özellik.

Ahmet Haşim var ya, yemeği çok severmiş. Gerçek bir gurmeymiş. Güzel yemekten fazlasıyla haz alırmış. Fakat hayatının sonuna doğru hastalanınca perhiz yapmaya mahkum edilmiş. Yemeğin lezzetine varmış biri için, ne feci bir durum değil mi? Değil işte... Şair ne yapmış bu durumda peki? Gurmeliğinin yönünü yemekten suya çevirmiş. Nasıl mı? Şöyle... Evinde muhtelif şişelerde, İstanbul'un muhtelif kaynak sularından örnekler bulundururmuş. Hamidiye, Taşdelen, Çamlıca, Kısıklı, Halkalı vesaire... Ahmet Haşim bu sular hakkında uzman olmuş. Kaynak suların arasındaki tat değişikliklerini çok iyi farkedebiliyormuş. Herhangi birinden bardağa konan suyun, hangi kaynak suyuna ait olduğunu kolaylıkla anlayabiliyormuş. Bu da çok hoş değil mi? Ahmet Haşim... Yemeğin hayata anlam katan en güzel keyiflerden biri olduğunu çok iyi biliyor. Ama hasta ya şimdi. Diyete mahkum. O zaman kendine boğazdan geçen başka bir keyif buluyor. Su. Sanki suyun tadı hep aynıymış gibi düşünürüz değil mi? Değil işte... Yazar su tadlarındaki farklılıkların keşfine çıkmış o hastalık zamanlarında.. Ne ilginç.. Ve her kaynak suyunun farklı lezzeti var tabii ki... Bu kez de sudaki tat değişikliklerinden keyif alıyor. Ve şiirlerini yazmaya devam ediyor: "Akşam,yine akşam, yine akşam, Bir sırma kemerdir suya baksam, Akşam, yine akşam, yine akşam, Göllerde bu dem bir kamış olsam!" diyor.

NOT :1.Fotoğraf- Numan Serteli'nin fotoğraf arşivinden alınmıştır.

7 yorum:

  1. Sevgili Hayal Kahvem,
    lise 1. sınıfta harika bir edebiyat öğretmenimiz vardı. Biz ayda bir gün bir şairi seçer ve sınıfça öğretmenimize şiir dinletisi yapardık. Onlardan biri de Ahmet Haşim şiirleri dinletisiydi. Önce şairin hayatını ve hangi ekolü temsil ettiği,şiirlerindeki temaları ve uslubu hakkında bilgi verir ardından şiirlerini okurduk. İyi bir hazırlık aşaması yapardık hocamıza mahçup olmamak için. Şairin yüzünde bir şark çıbanı varmış ve kendini çirkin bulurmuş değil mi? A. Haşim gibi Y. K.Beyatlı' da yemeğe çok düşkünmüş.
    Sevgiler...

    YanıtlaSil
  2. Yazılarını takip ediyorum. Keyifle okuyorum. İnşallah Ramazana dair de birşeyler döktürtürsünüz. Tüm edebiyat severleriön Ramazanını kutluyorum bu sayede.

    YanıtlaSil
  3. Aylardan Şubat, ne güzel Edebiyat dersleri yapıyormuşsunuz.. Çok hoş.. Ben sadece yazar ve kitap isimlerini ezberlediğimizi hatırlıyorum.. Keşke şiir ezberletselerdi.. Mesela 10 tane şiir ezbere bilmeyen liseyi bitiremese.. Haydi 10 çok oldu belki.. 5 tane diyeyim:)) Müthiş olurdu..

    İyi ki hatırlattınız Yahya Kemal'i.. Mina Urgan Yahya Kemal hakkında öyle fena şeyler anlatıyordu ki kitabında.. Mesela resmen şair için asalak diyor.. Yakup Kadri ise daha zarif davranıp, "şahane bir tembeldir" dermiş Y. Kemal için.. Bilmiyorum söylesem mi söylemesem mi.. Yahya Kemal ile Mina Urgan aynı yemek masasında olduklarında midesi bulanırmış.. Çünkü şair takma dişlerini masadaki bardakta çalkalar, tekrar ağzına takarmış:) Sevimsiz bir şişmandı der mesela:)) Neyse.. Valla bunlar beni hiç mi hiç ilgilendirmiyor.. Biz o hallerini bilmiyor, sadece o güzelim şiirlerini biliyoruz.. O da bana yetiyor.. Aylardan Şubat.. Çok dedikoducu bişi oldum yaaa ben.. Mübarek ramazan ayına giriyoruz, dikkatli olmalıyım:) Bakın siz kibarca Y.Kemal Beyatlı yemeğe çok düşkünmüş demişsiniz.. Ben neler dedim Allahım.. Affet beni.. Ama bakın isterseniz Mina Urgan'ın kitabına.. Aynısı yazmıyorsa ben neyim:)) Teşekkür ederim katkılarınız için.

    YanıtlaSil
  4. Profösör yazılarımı beğendiğinize sevindim.
    Büyük bir görev vermişsiniz Hocam, beni aşmaz mı mübarek ramazan ayı ile yazılacak yazılar:)İnşallah diyelim:))

    YanıtlaSil
  5. Sitenizi bu gün keşfettim. Keşfetme sözcüğünü bilerek kullanıyorum. Siteniz rastlanılacak kadar değil keşfedilecek kadar güzel. Okuduğum tüm yazılar gibi bu yazı da çok güzel. Bir tek şunu anlayamadım bu yazılarda "Gönderen Vildan" yazıyor da "Yazan Vildan" yazmıyor. Bu yazıları Vildan Hanım mı yazıyor? Yazıyorsa neden kitap yazmıyor. Kitabı varsa ben şimdiye kadar neden rastlamadım:( Google'de Vildan hanımın kitaplarını (varsa) arattığımda neden bulamıyorum. Yayınevi sahipleri bu kadar güzel yazılar yazabilen bir yazarı neden hala keşfedememiş...
    Çok uzun süredir böyle keyif veren yazılar okumamıştım. Çok güzel yazılar çoook! LEVENT

    YanıtlaSil
  6. Güzel yazı olmuş. İstanbul'un suları da çeşmeleri de kitaplara konu olacak kadar güzeldir yani :)

    YanıtlaSil