Bugün Kara Kitap'tan bir hikaye anlatsam dedim. Madem bloğumun adı Hayal Kahvem.. Üstelik bünyem de hayal kurmaya meyilli… O halde anlatılanları başlayalım hep birlikte hayal etmeye, ne dersiniz? Aklımızın beyaz perdesinde Doğu Anadolu şehirlerinden birinde bir attar dükkanı canlandırmalıyız şimdi. “Zaten okumak yazarın harflerle anlattığı şeyleri aklın sessiz sinemasında bir bir resimlendirmekten başka nedir ki?” der Orhan Pamuk Kara Kitap’ın 250. sayfasında… Hava erkenden kararmıştır… Soğuk bir kış öğleden sonrasıdır… Çarşıda pek bir hareket yoktur.. Berber, dükkanını çırağına bırakmıştır… Emekli bir ihtiyar, berberin küçük kardeşi, alışverişe değil de ahbaplık için gelen mahalleden bir müşteri, attarın dükkanında, sobanın etrafında oturup gevezelik etmektedirler. Askerlik anılarını anlatıyor kimi… Kimi gazeteleri karıştırıyor… Dedikodu edilip arada bir gülüşülüyor. Keyifli bir ortam belli ki.. Ama aralarında en az anlatan ve kendini en az dinletebilen olduğu için huzursuz olduğunu fark ettiğimiz biri var. Bakın.. Bakın.. İşte orada… Berberin kardeşi… Onun da aklına gelen hikayeleri, şakaları vardır anlatılacak ama hikaye etmeyi, parlak olabilmeyi, anlatabilmeyi beceremiyor belli ki.. Bazan başlıyor bir şeyler anlatmaya… Diğerleri farkına varmadan kesiyorlar berberin kardeşinin sözünü… Anlatacağı dilinin ucunda… Öylece yarım kalıyor. Ne fena bir vaziyet öyle değil mi? Zaten yazar da kitabında, bu haldeki berberin çırağının yüzündeki ifadeyi gözümüzde canlandırmamızı istiyor…
Şimdi, bambaşka bir durum hayal etmeliyiz. İstanbul’lu bir doktor ailesinin evindeyiz. Bir nişan törenindeyiz. Kurgumuz şöyle olmalı… Batılılaşmış ama pek de zenginleşmemiş bir aile düşünmeliyiz… Ev konuklarla dolu. Nişanlanan kızın odasındayız. Hep birlikte üzerine paltolar yığılmış yatağın çevresindeyiz. Güzel ve sevimli bir kız var aramızda… Bir de ona ilgi duyan iki erkek… Hayalimizde bu şekilde canlandırmalıyız. Bu erkeklerden biri öyle pek yakışıklı değil ama girgin ve geveze. Bu nedenle kız ve herkes onun hikayelerini dinliyor. Kızla ilgilenen diğer delikanlı ise hikaye anlatandan daha akıllı ve duyarlı, ama kendisini dinletebilmeyi bilmiyor. Yazar şimdi bu ikinci delikanlının yüzünü düşünmemizi istiyor.
Şimdi ise üç kız kardeş hayal edeceğiz. İkişer yıl arayla evlenmişler. Bu kızlar, en küçüklerinin evliliğinden iki ay sonra, annelerinin evinde bir araya gelmişler. Kocaman bir duvar saatinin tiktaklarını işitiyoruz. Ve bir kanaryanın kafesinde sabırsızca tıkırdadığını hissediyoruz. Orta halli bir tüccarın evi burası. Kış öğleden sonrasının kurşuni ışığında hep birlikte çay içiliyor. Küçük kız kardeş, her zamanki gibi konuşkan ve neşeli.. İki aylık evli olmasına rağmen, küçük kız kardeşin, evlilik deneyimlerini ballandıra ballandıra anlattığını ve kimi durumları gülünç bir şekilde hikaye ettiğini hayal edelim şimdi de… Diğer yandan en büyük ve en güzel abla, bu durumları yıllardır yaşamasına rağmen, kendi hikayelerini anlatamadığı için, hayatında ya da kocasında bir eksiklik olduğunu düşünüyor sanki… Şimdi de ablanın hüzünlü yüzünü gözlerimizin önüne getirebilir miyiz lütfen!
İşte Orhan Pamuk Kara Kitap’ın dördüncü bölümündeki bu yazısında, tüm bu anlatılanları gözümüzde canlandırmamızı istedikten sonra, “Düşündünüz mü? Hepsi tuhaf bir şekilde birbirlerine benzemiyor mu bu yüzlerin? Bu kişileri tıpkı derinden derine bağlayan o görünmez bağ gibi, yüzlerini de birbirine benzeten bir şey yok mu sizce? “ diye sorar. Çevremizde ne çok böyle insanlar vardır aslında… Hikayelerini dinlemediğimiz, anlatmayı bilmeyen, kendilerini dinletemeyen, önemli gözükmeyen, merak etmediğimiz, sessiz insanlar.. Yazar “o kişilerin yüzleri diğerlerinden daha anlamlı, daha dolu değil mi? “diye sorar. “Sanki anlatamadıkları hikayelerin harfleriyle kaynaşıyor bu yüzler, sanki sessizliğin, ezikliğin, hatta yenilginin işaretleri var onlarda.” Der. Peki bu hayal ettiğimiz yüzler içinde kendi yüzümüzü de düşündük mü hiç? Aslında ne kadar kalabalığız. Çoğumuz ne kadar acıklı ve çaresisiz, öyle değil mi? Ama eline kalem alıp döktürebilen ya da haydi ben kendi halimi de katayım, bloğuna yazı yazabilen, iyi kötü okutabilen kişiler biraz olsun kurtulmaz mı bu hüzünlü vaziyetten? Bence yazmak insanı rahatlatır. Hüznünü dağıtır. Orhan Pamuk da yazısının sonunda yazan kişinin biraz olsun bu hastalıklı durumdan kurtulacağını söyler. Artık eline her kalemi alışında yüzlerimizin gizli şiirine, bakışlarımızın korkunç esrarına girmeye çalışacağını söyler Kara Kitap’ta. Zaten bir sonraki bölümün başlığı da: “Yüzdeki Bilmeceler” dir. O ayrı bir yazı konusudur benim için… Vakti gelince belki cümle cümle Hayal Kahvem’e dökülür. Kimbilir? Bugün de böyleyken böyledir işte…. Bu anlatılanlar hikaye anlatamayanların hikayesidir.
Aynen ben olmuş bu yazı. Hikayelerini anlatan insanları dinlerken yaşarım. Onları izlerim.
YanıtlaSilama onlar kadar anlatamam..yazamam da. içimden geçiririm. Yüreğimde saklarım..biriktiririm Anlatmaya kalkarsam harcanırlar, sağa sola dağılıp bana kalmazlar gibi gelir.
“Yüzdeki Bilmeceler” konusunda neler yazacaksın merakla bekliyorum.
Sevgilerimle
Hımm.. Dilek bu yazıyı epey önce yazmıştım aslında.. Yüzdeki bilmeceler öyle mi? Üzerinde çalışayım biraz hocam.. Du bakalım, belki senin hatırına yazıveririm:))Teşekkür ederim.
YanıtlaSilsessiz insanlar herzaman ilgimi cekmistir..bir partye davetli oldugumuzda herkes birbiri ile sen sakrak muhabbetler icerisindeyken birisi vardir oylece dinler,bir kosede hemen biterim yaninda aslinda oyle cok seyi vardirki anlaticak..derdini anlatmayanlari dertsiz,mutlulugunu anlatmayanlari mutsuz zannetmek onyargidan baska birsey degildir..EINSTEIN in bir lafi vardir"insanlarin onyargilarini parcalamak atomu parcalamaktan daha zordur"..kesinlikle katiliyorum..onyargilar olmasa idi hayat daha kolay olurdu..sevgiler...
YanıtlaSilBen Kara Kitap'ı çok önemsiyorum.. Kitabın her bölümü okuruna yeni farkındalıklar sağlıyor.. En azından ben öyle düşünüyorum.. Gerçekten hepimiz iyi anlatıcıları dinleriz.. Anlatamayanları da çoğunlukla es geçeriz.. Keşke herkes sizin gibi olsa Magic.. Şimdi aklıma ne geldi biliyor musunuz? Sabahattin Ali'nin Kürk Mantolu Madonna adlı kitabı.. O kitabın asıl kahramanı Raif Efendi'dir.. Raif Efendi ailesi ve çevresi tarafından alelade biri olarak telakki edilen, sessiz, savunmasız bir insandır.. Off.. Ama romanı okudukça anlarsınız ki Raif Efendi kendini isteyerek içine kapamış... bir deryadır.. Edebiyat ve sinema yaşamda ıskaladığımız, düşünemediğimiz bu tip ayrıntılar konusunda gözümüzü açıyor ya.. Çok seviyorum edebiyat ve sinemayı ben Magic.. Çoook seviyorum:))Böyle işte.. Teşekkür ederim.
YanıtlaSil