"Çölde
Bir yaratık gördüm, çıplak vahşi.
Çömelmiş oturuyor
Yüreğini ellerinde tutuyor
Yiyordu.
Dedim ki: “tadı güzel mi dostum?”
“Acı, acı,” diye karşılık verdi;
“Ama seviyorum
Çünkü acı
Ve benim kalbim.”
H.Crane
Bu
gün hep arazide koşturup durunca, eve gitmeden önce kahve molası vermek
istedim. Outlet’te arabamı park ettim. Yumuşak adımlarla
köşedeki kafeye doğru ilerledim. İlk güz rüzgârı tatlı tatlı
esmekteydi. Rüzgârın tenimi üşütmesi hoşuma gitti. Düşünsene… Bu
esinti, daha geçtiğimiz ay… Ağustos’ta… Nasıl değişik tat veriyordu…
Sıcaktı. Yakıyordu. Şimdi… Güz mevsiminde ise farklı. Artık daha serin
esiyor... Diriltici. Önümüz kış. Kimi zaman dondurucu olacak. Sert
esecek. Gürleyecek.... Önünde ne varsa peşi sıra sürükleyecek.
Mevsimler, hayatlar gibi kendi mecralarında akıp gidiyor diye aklımdan
geçirerek yürümeyi sürdürdüm. Belime doğru uzadığından beri saçlarımı
artık hiç toplamıyorum. Yürürken esintinin ritminde saçlarımın dans
etmesini, kimi zaman yüzüme doğru uçuşan saçlarımı tek elimi enseme
sokarak arkama doğru ittirmeyi, mutlulukla alınan her nefesi, sağlıkla
atılan her adımı, bilmediğim yepisyeni duygularımın varlığını
keşfetmeyi seviyorum. Bir zamanlar böyle miydim? Bana hüzün veren her
durumda dünyanın sonu geldi diye düşünürdüm. Of!.. Olur olmaz her şeye
nasıl da kederlenirdim… Gene olmuyor mu? Oluyor elbette. Ama o eski
günleri iyi ki yaşamışım diye düşünüyorum. Sana bir şey söyleyeyim mi?
Anılar acı da olsa beyaz tülbentlere sarılıp saklanmalılar. Sonra ömrün
farklı mevsimlerinde, çıkarılıp merhem niyetine hayata sıvanmalılar.
Bak şimdi… O yıl liseye başlamıştım. İlk kez aşık olmuştum ben... Yok, o benim hiiiçç farkımda değildi. Güzel değildim. Ya da, o vakitler "aslında her kadın güzeldir"’i henüz öğrenmemiştim. Sivilceliydim. Okul giysim üzerimden dökülürdü. Saçlarım erkek çocuklar gibi kısacık kesilmişti. Gözlerim bozuktu. Tam beş numara. Kara çerçevelere takılı kalın camlı gözlüklerim vardı. Dikkat çekecek hiç bir özelliğim yoktu öyle söyleyeyim. Sanırım sadece güzel gülümserdim. Hımm... O ise çok yakışıklıydı. Bilirdim. Okulun güzel kızları onunla çıkmak için yarışa girişirlerdi. Benim hiç şansım yoktu yani. Zaten gözü asla beni görmedi. Bizim eve yakın otururlardı sözgelimi. Her sabah balkonda gizlice beklerdim. Onun uzaktan geldiğini görür görmez hemen kapının önüne inerdim. Okula giderken aynı kaldırımdan yürürdük. O farkında bile değildi. Çok çocuktum. Çocukluk ne güzeldi. Çocukluk saflık demekti. Arkasından onun yürümesini izlemeyi severdim. Adımlarımı onunkilerle eşleştirirdim. O sağ adım atardı. Ben sağ adım atardım. O sol adım atardı. Ben sol adım atardım. O zaman sanki birlikte yürüyormuşuz gibi hissederdim. Güz hemencecik geliverirdi. O önümden yürürken, İzmit’in asırlık çınarları, konfeti gibi yapraklarını onun omuzlarına dökerdi. Bazı günler yapraklar kuzguni siyah saçlarına asılı kalırdı. Elini kaldırır, saçlarındaki yaprakları teker teker alırdı. Kimi günler daha keyifli olur, yürürken Gipsy Kings’in o vakitler çok meşhur olan No Volvere şarkısını ıslıkla çalardı. Ah!... İşte o an.. O’nun ıslıkla şarkının ezgisini mırıldandığını işitirdim ya… Yüreğim sevinçle kanatlanırdı sanki. “Aşık olmak ne güzel şey!” diye düşünürdüm. İçim erirdi. Okulun kapısına gelirdik. Bahçe kalabalık olurdu. O arkadaşlarıyla şakalaşır, sınıfına doğru giderdi. Ben sınıfıma giderdim. Bütün gün hülyalara dalardım. Nereye baksam onu görürdüm. Elimdeki kalem, okuduğum kitap, baktığım manzara, aldığım nefes… Her şey ama her şey oydu sanki… Hep gülümserdim. O vardı ya… Beni bilmiyordu ama… Olsun… Onun varlığını bilmek benim için müthişti. Neden aşk üzerine hep fena öyküler anlatılırdı ki? Şarkılar neden hep aşk acısından bahsederdi? Bence onlar aşkı bilmiyorlardı. Çünkü aşık olmak insanın içini sevinçle dolduran tatlı bir histi. O sabah… O sabah gene adım adım peşinden gitmiştim. O sabah var ya beni ilk kez fark etmişti. Hatta ilk kez bana gülüp “Günaydın” demişti. Düşünebiliyor musun beni? Tepemden tırnağıma pespembe kesilmiştim. Olduğum yerde kalakalmış, ıslık çalarak yürümesini şaşkınlıkla izlemiştim. Sonra hızlı adımlarla arkasından ona yetişmiştim. Eteklerim zil çalmıştı. Görüyordum... Yüreğim o gün okula benden önce varmıştı. Okulun kapısına geldiğimizde bir kız ona doğru geldi. Sanırım o kız çok güzeldi. Ya da ogün bana öyle geldi. Gördüm. Birbirlerine güldüler. Ve o… O… O… Güzel kızı öptü. Sonra o güzel kızın elini tuttu.... Ve... Gitti.... İlk kalp acısını o gün hissettim işte... Ve o gece bir rüya gördüm. Rüyamda çömelmiş oturuyordum. Elimde yüreğimi tutuyordum. Ve inanabiliyor musun? Yüreğimi yiyordum ben... Ter içinde uyandığımı çok iyi hatırlıyorum. Fırlamıştım. Yatakta oturmuş, elimi korkarak yüreğimin üzerine koymuştum. Hissediyordum. Kalbim fena halde acıyordu. Feci bir histi. Tuhaf... Benim kalbim… Benim acımdı ya… Ben bu acıyı sevmiştim. Şimdi oturduğum kafede Gipsy Kings No Volvare’yi söylüyor. Elimi yüreğime koydum. İnsan yürek acılarını sevmeli diye düşünüyorum. Kahvemin son yudumunu aldım. Şimdi kafeden çıkacağım. Rüzgarda dalgalanarak yüzüme dökülen saçlarımı elimi enseme sokarak arkaya doğru attıracağım. Gipsy Kings’in melodisini ıslıkla çala çala hayata dalacağım. Rüzgâr sertleşmiş. Sanırım güz kendisini belli ediyor. Anladım... Eli kulağında... Sonbahar iyice yerleşiyor.
2011
iyimserliğine bayılıyorum!!
YanıtlaSilşu sonbahar rüzgarı bir bizim buralara atmıyor seni :(
Eyvallah Buket:) Sonbahar rüzgârı bu, nereye atacağı belli mi olur?
SilDu bi:))
Yunanca bir şarkı vardır çok sevdiğim, şöyle der: "Bütün dünyayı seviyorum, içinde sen olduğun için." Başka birinde de, "Kollarım kürek, yemenim yelken, gövdem tekne olsa, seni arasam, bulsam!"
YanıtlaSilSağolun Özlemaki, hoş şiirlermiş:)
SilAhh canım çok güzel bir öykü bu.Acılar bizi büyüten,çoğaltan önemli yapı taşları hayatımızın.Yine de onları sahiplenmek gerek.
YanıtlaSilbu şarkıyı da anımsamak mutlu etti,uzun zaman olmuş dinlemeyeli.
"Anılar acı da olsa beyaz tülbentlere sarılıp saklanmalılar. Sonra ömrün farklı mevsimlerinde, çıkarılıp merhem niyetine hayata sıvanmalılar" bu kısmı çok sevdim,yüreğine sağlık,öperim:)
Gülce'nin annesi, öykü denememi beğenmenize sevindim:)
Silyazıların yüreğimi titretiyor,harikasın hayal kahvem....
Sahi mi Gülcihan, yürek titreten yazılar yazabiliyorsam, ne mutlu canıma:)
SilEyvallah:))
ne kadar çok kahve içiyorsunuz ...
YanıtlaSilAşk ile ilgili çift başlı teorilerinizde ilginç :)
neden hep aşk acı ile anlatılır şarkılar neden hüzün kokar demişsiniz.
sonra o çocuk o kızı öpünce aşkın acı şarkısı çalmaya başlamış :)
azizim aşk bir klişedir ...
Selam Hiva,
YanıtlaSilÇok kahve içmiyorum. Günde bir Türk kahvesi:)) Ama koklaya koklaya, keyfini çıkara çıkara, tadına vara vara içince, balandırıyorum sanırım.
Aşk klişedir zaten Hiva. Biz romanlarda okuduklarımızla, filmlerde seyrettiklerimizle aşkı tanırız önce. Sonra benzer durumlarda bu aşk olmalı deriz:)
Acı olan aşk değil ki hayatın kendisidir bana göre. Sanat ve aşk hayatı katlanası kılar. Siz bakmayın benim öyküme. Bir denemedir. Nerden baksanız tutarsızlık olabilir:) Gene de tadını aldım ya bir kere, yazmaktan vazgeçemem. Yazmak hoş bir şeymiş. İçinde acı da var üstelik.
:) denemenin mahiyetini eleştirmek gibi bir tavır içinde olmadığımı bilin azizim öncelikle.
YanıtlaSilyazmak iyi hoş güzel bir eylemledir eylemlerin en elle tutuluru hemde..
evet aşk bazen öğrenilen birşeydir önce yaşamaktan ziyade.. grift olabiliyor var olma şekliyle..
size kolaylıklar dilerim..