10 Eylül 2012 Pazartesi

Türküler Üzerine Hasbihal...


 
Bazan bloğa yazı yazıyorken, senle oturmuşuz da karşılıklı muhabbet ediyormuşuz gibi hissediyorum. Mis gibi kokan kahveler ellerimizde mesela. Ben büyük battal koltukta oturuyorum, ayaklarımı toplamışım altıma... Bilirsin ayaklarımı toplamadan duramam. Muhabbet ederken bile ayaklarımın yerden kesilmesi gerekir illa. Sen ise tekli koltukta, her zamanki gibi anlattıklarıma şaşıra şaşıra beni dinliyorsun. Bu kez, eski günlerden bahsetmiyorum. Hele çocukluktan hiç başlamıyorum. Bu kez, paşa çayları, pötibör bisküviler, annemin çamaşır yıkama ve kabul günleri gelmiyor aklıma. Kolarımı dayamışım koltuğun yastığına. Kollarımın üstüne yanağımı yaslamışım sonra. Bir türkü mırıldanıyorum usulca... “Hey onbeşli onbeşli, Tokat yolları taşlı, Onbeşliler gidiyor, Kızların gözü yaşlı..” Sen bu türküyü biliyorsun. Kimi zaman “aslan yarim kız senin adın Hediyeee, ben dolandım sen de dolan geeel beriyeee..” şeklindeki türkünün iyice hareketli kısmında, oynamamak için kendimizi zor tutardık. Ama şimdi ben bu türküyü söylerken, daha önce dinlediğinden farklı söylüyorum. Ağır ağır söylüyorum. Sözler aynı, ezgi farklı. Şaşkınlığını anlıyorum. Diyorum ki sana: “Biliyor musun bu türkü aslında, kalkıp da oynanacak bir türkü değilmiş.” Gözlerini açıp bana bakıyorsun. “Bir ağıtmış!” diyorum. “Bir ağıtmış! Ve biz türkünün öyküsünü bilmediğimizden, türkünün gerçek ezgisini bilmediğimizden, dinlerken ne eğlenirdik! Ne ayıp etmişiz! ” Bir süre susuyorum. Sen de susuyorsun. Sonra gene anlatmaya devam ediyorum, “ Bir asker ağıtıymış hem de.” diyorum. İkimiz birbirimize pişmanlık dolu gözlerle bakıyoruz. Sen sanki bir şey söyleyecekmiş gibi dudaklarını aralıyorsun. “Dur dinle” diyorum sana. “Daha neler anlatacağım, bak dinle!” Merakla anlatmamı bekliyorsun. “Türkü içinde adı geçen Hediye, Tokat’ın bir köyünde yaşayan güzeller güzeli kızlardan biriymiş. Onu diğer köyden Hüseyin’e söz kesmişler. Kız daha çok körpecikmiş. Biraz daha büyüsün diye yaza kadar beklemeye karar vermişler. Bu arada memlekette seferberlik ilan edilmemiş mi? Tüm şehirlerde olduğu gibi Tokat’ta da, o yıl 18 yaşına girmiş olan 1315 doğumluların kışlada toplanması istenmiş mi? Eyvah! Bizim Hüseyin de 1315 lilerden biri değil miymiş? O da askere gitmiş. Hediye ve onun gibi nice kızların, 15 lilerin arkasından gözleri yaşlı kalmış. Bu toplanan askerlerin kimi Çanakkale’ye, kimi Filistine, kimi Yemen’e gönderilmiş. İşte türküde 15 liler gidiyor da, kızların gözü yaşlı ya… Meğer bu türkünün hikayesi işte böyleymiş. Nerden bilebilirdik öyle değil mi?” diyorum. Sanki gözlerini kaçırıyorsun benden. Üstüne gelmiyorum.           
“Bak, ne anlatacağım," diyorum sana. “ Bir ara Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak adlı filmi seyretmiştik ya sinemada. Hani hem yazarı hem yönetmeni Ahmet Uluçay’dı da kendi çocukluğunu film yapmıştı. Filmde 15 lerinde iki arkadaş vardı hani… Ne güzel bir filmdi. Bizi derinden etkilemişti. Ne tatlı bir aşk hikayesiydi. Hem bir sinema aşkı hem de bir kıza olan sevda… Saf… Tertemiz… Hatırlasana o filmdeki türküyü… “Beyaz gezme toz olur, Siyah geyme söz olur, Gel beraber gezelim, Muradımız tez olur. Salına da salına da gel, Hadi yavrum, Dön dolaş gene bana gel” Nasıl günlerce dilimizden düşmemişti.” Gülümsüyorsun… Gülümsemen dudaklarında donuyor sonra… Konuşmanı beklemeden ben gene devam ediyorum anlatmaya. Diyorum ki, “Yooo!”diyorum. “Yoo! Biliyorum Ahmet Uluçay’ın öldüğünü… Daha 50 yaşlarında bir adam. Kütahya, Tepecik’ten. Ölüm herkesin başına… Bir varmış bir yokmuş! Sanki abraka dabra!.. Ne acayip bir numara… Ama düşünsene..." diyorum sana... "Ne şanslı biri Ahmet Uluçay. Bir türkü gibi kalacak akıllarda. Karpuz kabuğundan gemisine bindi ve yeni bir aleme doğru gitti." deyince ben, şaşıyorsun rahatlığıma. Devam ediyorum..." Sanki öte dünyada seferberlik ilan edildi de, Ahmet Uluçay da 1315'liler gibi memleketi savunmaya gitti." diyorum. "Kim bilebilir ki sebebini, öyle değil mi?" Tebessüm ediyorsun anlattıklarıma. " Haydi hem rahmet gönderelim arkasından, hem de filmdeki türküyü söyleyelim ağırdan ağırdan, ne dersin?” diyorum sana. Duadan sonra başlıyoruz usul usul söylemeye Karpuz Kabuklarından Gemiler Yapmak filmindeki türküyü. Tanımasam da, bildiğim birinin öldüğünü hatırladım ya, hissediyorum içimdeki boşluk biraz daha büyüdü. Sana bir şey belli etmiyorum da sadece titriyorum bir ara.. Sen ne olduğunu soran gözlerle bana bakıyorsun. Gülümsüyorum. Diyorum ki “ Biliyorum hava  sıcak diyeceksin ama… İçimden rüzgar geçmiş gibi, yüreğim üşüdü sanki… Allah Allah, neden acaba?”    "Salına da salına da gel... Hadi yavrum... Dön dolaş gene bana gel..."        
  

8 yorum:

  1. Ne hüzünlü bir yazıydı bu böyle.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Tuvalet Kağıdı, ne demiş şair... "Hüzün ki en çok yakışandır bize."

      Hilmi Yavuz'a selam olsun bu vesileyle.

      Sil
  2. Kaleminize sağlık.Güzel bir yazı ama içimi de sızlatmadı değil.İkinci türkü ''beyaz giyme'' ,sevdiğim bir türküdür.Sonuna kadar bilmesemde hiç olmadık yerlerde birdenbire mırıldandığımın farkına varırım.Ben,bu türküyü seviyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Türkülerimiz ne güzeldir sahiden Mahmut. Hikayesi olan, meselesi olan her şey güzel.

      Sil
  3. Belki her ezgi hayatın içinden çıkıyor ama türkülerin yeri ve tadı başka....

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aynen katılıyorum söylediklerinize Kahve Telvesi...

      Sil
  4. ne güzel anlatmışsın, bayılırım türkülere.Erkan Oğur'un söylediği hey onbeşli onbeşli türküsünün hikayesini bende bilmiyordum,senden öğrendim.teşekkürler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim Otuzundan Sonra:) Ben de öğrendiğimde çok şaşırmıştım.
      Bir asker ağıtıymış düşünsenize ve her eğlence yerinde çalınır oynanır.
      Ne fena!

      Sil