26 Eylül 2010 Pazar

Okurla Yazarın Yolu Nasıl Kesişir?



Günlerden bir gün sanıyorum iş arasında biraz vaktim vardı. Bu kez kitapçıda değildim. Bizim köydeki büyük alışveriş merkezinin gazete ve dergi satılan reyonunun önündeydim. Dergilere bakıyordum. Muhtelif içerikte dergiler varsa da beni daha çok  edebiyat dergileri ilgilendiriyordu tabii..  Gene de tüm dergilere göz atmak istiyordum. Kimini karşıdan seyrediyordum. Kimini elime alıyordum. Dergi çeşitlerinin çoğaldığını farkettikçe  nedense  yüreğimdeki sevinç kuşunun her seferinde  daha hızlı kanat çırptığını hissediyorum. Her dergiyi satın almam mümkün değil. Sana yalan söyleyecek halim yok.  Doğruya doğru... Kimi dergileri kitapçılarda okuyorum. Kimine ayakta sayfalarını dalgalandırarak göz gezdiriyorum. İlgimi çekecek bir yazı varsa ayaküstü okuyorum. Kimi dergileri de kitapçılardaki puflara oturarak okuyorum. Satın aldığım ve abonesi olduğum dergiler yok mu? Olmaz mı? Var tabii. Neyse... O gün ayaküstü baktığım dergi Esquier'di.  Sloganı "adamakıllı dergi"dir ya hani... Yani sanıyorum erkekler bu derginin potansiyel müşterisi... Hiç aldırmam vallahi... Bu dergiye denk geldiğimde illa bakmak isterim. Çünkü Ege Görgün'ün derginin ilk sayfalarında sinema ve müzik üzerine yazdığı yazıları okumak hoşuma gider. Gene tam Ege Görgün'ün yazılarına göz atmış dergiyi poşetine koyacaktım ki "Gidenler değil kalanlar yaralar insanı" başlıklı Altay Öktem'in bir yazısı dikkatimi çekti. Şöyle baktım etrafıma... Dergiyi poşetinden çıkarıp okumaya başladığım için görevli ikaz eder mi acaba diye aklımdan geçirdim. Etrafta görünen kimse yoktu. Kolumu dayadım dergi standının rafına... Bir sağ ayağımın bir sol ayağımın üzerine yüklenerek ayakta yazıyı okumaya başladım.



Dünyada yazılmamış konu kalmış mıdır sence? Doğrusu ben bilmiyorum. Ama şunu çok iyi biliyorum. Aynı konu hakkında yazılan yüzlerce yazı var. Şimdi Altay Öktem'in yazısının başlık konusu hiç öyle yeni  ve bilinmedik bir konu değil yani... Gidenler değil, kalanlar yaralar insanı...  Ayaküstü bu yazıyı okumaya niyetlendiğim gibi gene ayaküstü bu konuyla ilgili  bir çırpıda  pek çok şiir sıralayabilirim. Yusuf Hayaloğlu'nun  "Aşk dediğin, zavallı bir kapıyı duvara çarpıp-Çıkıncaya kadarmış........ Asıl sancı, uyandığında-Bütün odaları boş görünce koyarmış." sözgelimi... Ya Murathan Mungan'ın Bir Yalnız Operası peki? Hayatımın destanıdır o şiir... Hayatta en sevdiğim şiirlerden biridir.  Neyse... Gene de  o anda nedense bu yazıyı illa okumak istedim.  Altan Öktem'i tanımıyordum. Sanırım bir okur olarak bilmediğim bir köşe yazarının kaleminden bildiğim bir konuyu okumak ilgimi çekti. Daha doğrusu içimden yeni bir okuru olarak tanımadığım bu yazarın yazısından  farklı bir tat almayı diledim ne yalan söyleyeyim. Üstelik büyük bir olasılıkla bu yazı erkekler için yazıya dökülmüştü. Daha hoş! Benim için değişik bir bakış açısı olabilirdi... Yeni bir yazı lezzeti yani... Altay Öktem'in konuyu görme biçimi,  kaleme alış uslübu, diğer yazarlardan ayıran parmak izi, ne bileyim çok bilindik bir meseleyi yeni bir heyecanla okutacak mı diye merak ettim... Böyleyim işte... Durduk yerde kimsenin aklına gelmeyecek bir durumdan, kendime telaşlı bir hayrete düşme, özel bir tad alma hali çıkarmak isterim. Böyle kendi kendime oynadığım oyunlarım vardır benim. Aynen böyle...



Giden bir kadının ardından erkeğin durumunu yazıyor Altan Öktem. İstese de istemese de gidenin kendinden mutlaka iz bıraktığını anlatıyor. Geride bıraktığı eşyaları, parmak veya dudak izleri, diş fırçası, küpesinin teki değildir önemli olan diyor... İlk şu cümlesini seviyorum: "İz silinen değil, kazınan bir şeydir; beyne kazınan." Onu hatırlatacak her şeyi ortadan kaldırabilirsin, el, dudak izlerini silebilirsin öyle değil mi? Tamam... Yazar hiç kimsenin gidenin arkasından üzülmediğini, eğer üzülüyorsa, eğer ağlıyorsa  "onsuz" kalan  haline ağladığını, çünkü sevginin çabuk bağımlılık yaptığını söylüyor. Zaman en iyi ilaçtır denir ya yazar bunun düpedüz yanlış olduğunu düşünüyor.  Hatta gece yaşanan acıyla gündüz yaşanan acının farkından söz ediyor. Giden gitmiştir. Kalanda ise yıllar geçse de kazınan bir iz kalacaktır, diyor. Beyinden kazıma henüz gerçekleşmediğine göre... Peki yazar çok iyi bilir gibi  bunları yazıyor ya acaba yaşadığı için mi biliyor bu halleri?  Belki çok eskiden yaşamış olabileceğini  ama zaman konusunu terk eden bir kadınla bütünleştirmek için çok fazla tecrübeye gerek olmadığını, düşünerek de insanın  aynı sonuca varabileceğini söylüyor. Haa, yazar düşünmektense yaşamayı tercih ettiğini belirtmişti son cümlelerden birinde belirtmişti ama... Bu cümleleri okuyuca gülümsemiştim. Yazar bu durumları yaşayıp yaşamadığını yazısında açıkça itiraf edemiyordu ya nedense ürkek bir hal sezmiştim.  Dergideki fotoğrafına baktım. Öyle çekingen birine asla benzemiyordu.  Bilakis  bıçkın bir hali vardı diyebilirim. İşte bir erkek dergisinde böyle ürkek bir bir duygu geçiriyor ya okura hoşuma gitti.  Özellikle böyle yazdığını düşünmüyorum. Bence farkında bile değil. Bu bir kadın okurun o anki hissiydi. Yani ancak yazar ile okur arasında bir anda gerçekleşebilecek, dinleyene ise anlamsız gelebilecek ilk kontak... Böyle oldu işte... Ve sonrasında ben Altay Öktem'in izini epeyce sürdüm. Hem röportajlarını ve denk geldikçe dergideki yazılarını okudum. Hem de iki kitabını satın aldım. Biri "İçimde Bir Boşluk Var" diğeri "Yaram Yanlış Yerde"... Diğer kitapları ise sırada... Okuyacağım mutlaka... Tıp doktoru aslında Altay Öktem... Veee... Şimdi bu yazıyı neden yazdım biliyor musun?  Kimi zaman bazı yazarları okumaya neden niyetleniriz, diye düşünürüz ya.... Bilirsin yüzlerce yazar ve kitap vardır. Kimi yazarlar kör noktamızda kalırlar. Ömrümüz boyunca onları bilmeyiz. Kimi yazarlarlarla ise tesadüfen bir yerde denk geliriz. Altay Öktem'le tanışmam işte bu yazısı sebebiyledir.  Bir erkek dergisinde, erkeklere yazılan bir yazısında, bildiğim bir konuyu, bence farkında olmadan, gene bana göre sevimli bir çekimserlikle dile getirmişti ya...  Ne bileyim açıkca itiraf edemiyordu işte...  Gülmüştüm... İyi hisler geçirmişti bu hali bana... Ve bu yazarın kitaplarının peşine işte bu sebeple düşmüştüm. İyi ki düşmüşüm. Hımm... İnsan hallerinin ezberini bozmaya ya da alışılagelmiş durumları çapariz yöntemlerle göstermeye niyet etmiş, tıp eğitimi almış  memleketimin bu yazarının birbirinden enteresan kitaplarını anlatırım bir ara... Diğer iki kitabı da elimin altında. Şiirleri mesela. Hepsini okuyayım. Üzerinde konuşuruz mutlaka.

2 yorum:

  1. Farklı bir edebiyatçı o...

    Herşeyiyle farklı, kelimeleri seçişinden, kurgulayış biçiminden, anlatımdaki kendine özgü özelliklerinden offffff saymakla bitmez farklılığı...

    Daha da önemlisi farklı olmak adına değil ondan yansıyanlar, tam tersine içinden geldiği gibi ona özgü, ama bir yerlerde kişiye tanıdık gelenlerde hiç küçümsenmeyecekmiş gibi. İşte bu yüzden, sırf bu yüzden her zaman okunacak olan kalemlerden...

    YanıtlaSil
  2. Selam Sanem, haklısınız...
    Bakın Hayal Kahvem'de bir tane daha Altay Öktem adı geçen yazım varmış:)

    http://hayalkahvem.blogspot.com/2010/01/edebi-bilmeceler_29.html

    YanıtlaSil