Artık duramazdım. Bu akşam illa ki çekip gitmeliydim. Bir gölge gibi, koridorun taş duvarını izleyerek kapıya doğru ilerledim. Dokunur dokumaz içimin titremesine neden olan kapının pirinç halkasından bir süre elimi çekemedim. Öylece kıpırdamadan kalakaldım. Ben öyle kıpırdamadan bekleyince, sanki odadaki eşyalar dehşetle buz kestiler. Çocuksu bir şaşkınlıkla, ilk kez görmüş gibi ürpererek beni izlediler. Her daim yazı yazmak için kullandığım, hırpani haliyle nuh nebiden kalmış gibi duran masam, acı acı baktı suratıma... Ben de durduğum yerden masamın her köşesine elem dolu bakışlarla göz attım. Keşke Edip Cansever’in "masa da masaymış ha" adlı şiirinde yaptığı gibi pencereden gelen ışığı, ekmeğin havanın yumuşaklığını, tokluğumu açlığımı, aklımda olup bitenleri, kimi sevip kimi sevmediğimi, hayatta ne yapmak istediğimi koyabilseydim masama diye düşündüm. Uykularımı, uykusuz gecelerimi, belleğimden taşmış bir rüyaymış gibi hafızamdaki dondurucunun en kuytu ve en karanlık köşesine, müebbet suçluları koğuşuna gizlice kilitlediklerimi, akıl kaymalarımı, dil sürçmelerimi, gülünç olma hallerimi, öfkelenip acele acele düşünmeden yazdığım elektronik mektuplarımı, yanlış anlamalara yol açan yazılarımı, her birini keşke masamın sırtına tek tek istifleyebilseydim. Biliyorum masam bu kadar yüke bana mısın demezdi… Yapamadım. İçimden fena halde ağlamak geliyordu. Yüreğimden boğazıma kadar gelen hıçkırığı sessizce düğümledim. Bir ova gibi genişledi sukunet… Çıt çıkmıyordu. Eşyalar tek göz, tek nefes olmuşlardı sanki. Kendimi tarifi imkansız halde kötü hissediyordum. Kapıyı usulca açtım. İlk adımımı attım. Elimle yavaşça iterek kapıyı kapattım. Genişliğini hayal edemediğim derin bir uykuya daldım.
9 Ekim 2010 Cumartesi
Tuhaf Bir Öykü Denemesi - 3 - Gitmek
Artık duramazdım. Bu akşam illa ki çekip gitmeliydim. Bir gölge gibi, koridorun taş duvarını izleyerek kapıya doğru ilerledim. Dokunur dokumaz içimin titremesine neden olan kapının pirinç halkasından bir süre elimi çekemedim. Öylece kıpırdamadan kalakaldım. Ben öyle kıpırdamadan bekleyince, sanki odadaki eşyalar dehşetle buz kestiler. Çocuksu bir şaşkınlıkla, ilk kez görmüş gibi ürpererek beni izlediler. Her daim yazı yazmak için kullandığım, hırpani haliyle nuh nebiden kalmış gibi duran masam, acı acı baktı suratıma... Ben de durduğum yerden masamın her köşesine elem dolu bakışlarla göz attım. Keşke Edip Cansever’in "masa da masaymış ha" adlı şiirinde yaptığı gibi pencereden gelen ışığı, ekmeğin havanın yumuşaklığını, tokluğumu açlığımı, aklımda olup bitenleri, kimi sevip kimi sevmediğimi, hayatta ne yapmak istediğimi koyabilseydim masama diye düşündüm. Uykularımı, uykusuz gecelerimi, belleğimden taşmış bir rüyaymış gibi hafızamdaki dondurucunun en kuytu ve en karanlık köşesine, müebbet suçluları koğuşuna gizlice kilitlediklerimi, akıl kaymalarımı, dil sürçmelerimi, gülünç olma hallerimi, öfkelenip acele acele düşünmeden yazdığım elektronik mektuplarımı, yanlış anlamalara yol açan yazılarımı, her birini keşke masamın sırtına tek tek istifleyebilseydim. Biliyorum masam bu kadar yüke bana mısın demezdi… Yapamadım. İçimden fena halde ağlamak geliyordu. Yüreğimden boğazıma kadar gelen hıçkırığı sessizce düğümledim. Bir ova gibi genişledi sukunet… Çıt çıkmıyordu. Eşyalar tek göz, tek nefes olmuşlardı sanki. Kendimi tarifi imkansız halde kötü hissediyordum. Kapıyı usulca açtım. İlk adımımı attım. Elimle yavaşça iterek kapıyı kapattım. Genişliğini hayal edemediğim derin bir uykuya daldım.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Selam,
YanıtlaSilÖykünüz çok güzel olmuş. Gerçekten bazen vedalaşmak çok zordur. Bu yüzden ben vedalaşmayı hiç beceremem, ardıma bakmadan çekip giderim. Daha doğrusu giderdim:)Artık gidemiyorum,son zamanlarda ben kalmalardan yanayım. Yine de ayrılık yazılarının güzel anlatımı heyecanlandırır beni.Okuyucuyu meraklandıran bir öykü olmuş, ikinci kalbinize sağlık.
Selam Aylardan Şubat,
YanıtlaSilEdip Cansever ve Murathan Mungan şiir dizelerinin takibinde "gitmek"le ilgili tuhaf bir öykü denedim. Şimdi ise buraya yorum olarak Atilla Atalay'dan bazı cümleler yazmak içimden geldi. Bakın şöyle:
"Gidemedim, henüz siz de gelmemiştiniz, oturdum bu devrik cümleleri yazdım ben de. Bazısının orjiali öyle......... Kimini de ben devirdim, öyle püskürdüğü gibi kaldı. Toplamadım. Ortalık epeydir dağınıktı zaten, henüz siz yoktunuz, ben kendime kurdum bu cümleleri. Unutmaktan korktum. Dışarı çıkınca benimle birlikte dizi film repliklerine, simültane savaş çevirilerine,
milyon türlü gürütüye karışmalarından endişe ettim. Ya da dışarıyı hepten kaybedip bu kez içerde, şu kırmızı perdelerin altında insanlığımı yitirmekten korktum. Başkasını bilemedim, yazdım. Bunlar işte, benim insan kalma alıştırmalarım."
Yorumunuz için teşekkür ederim.
ya..kardeşim neler yoruyorsunuz siz böyle. hkayeyemi yoğunlaşayım, yazarlara mı yorumlaşayım yoksa sizlere mi yogunlaşayım bilemedim. Yormayın beni böyle. tam kapıyı açıp gitti derken sokmayın beni rüyalara..atmayın ordan romanların derin anlatımlarına.
YanıtlaSilİkikere iki dört etsin. Beş olmasın nolur aklım almaz öylesini.
Yine de kaleminize sağlık derim. Sizbakmayın bana. Söylene söylene okurum ben.
Saygılar her ne yzarsanız.
sevgili adımı söylemez,
YanıtlaSilteşekkür ederim güzel yorumunuza:)
kitaplardaki tüm bu satırlar aklnızdan mı ,yazdığınız küçük bir defterden mi yoksa altını çizdiğiniz kitaplardan mı çıkıp geliyor?
YanıtlaSilSevgili Kara Kitap,
YanıtlaSilBu yazıyı yazarken Edip Cansever'in şiirinin dizelerinden gittim. Hem Edip Cansever'in böyle bir şiiri olduğunu bilmeyen biri, belki bu yazıyı okuyup merak edip şairin izini sürebilir diye düşündüm hem de ben eşyaların canlı olduğuna inanan biriyimdir... Biraz tuhaf kaçacak kısa bir öykü denemeye çalıştım:) Hayal Kahvem benim için bir yazı atölyesi gibi oldu aslında. Değişik duygularla yazılar yazmayı deniyorum. Önemli olan yazıdan okura duygu geçirebilmek. Daha işin çoookk başındayım. Umarım oluyordur ufak ufak bir şeyler:) Yorumunuz için teşekkür ederim.