Bazen içimdeki ses bitince, yani biri “koşmayı bırak” deyince içimden, susunca… İçmelere, kaybolmalara giderdim eskiden. Doğrusu güzel de kaybolurdum hani; kendim de dahil hiç kimse beni beş on gün bulamazdı. Herkesçe bilinir ki, sonra bulduğun gene kendin olursun. Gelgelelim, aradaki kaçma kovalamaca sürecinin gerçekten gizemli ve tehlikeli bir güzelliğinin olduğunu düşünürdüm...
Stefan Hawking'e göre, insanoğlu olarak saldırgan bir ırkız biz mesela. Hatta bu gezegeni bitirip başka gezegenlere açılmak gibi planlarımız var. Schrödinger'in kedisi'nden İsrafil'in borusuna, yani kuantum fiziğinden dört kitap kırk peygamber indinde kadim bilimlere, iyiliği ve kötülüğü düşünürüm. Hepimiz ölecek miyiz? Evet öleceğiz. Gerçi ben gibi arada bir gidip gelenler oluyor ama son tahlilde "kalanlar" olarak biz, kötülükle uzlaştığımız için mi direnip kalabiliyoruz? Sahiden kötü müyüz peki?
Kimsenin hayata dair hiçbir şeyi bilemeyeceğini düşündüm sonra... Bu gezegen var oldu olalı çocukların gördüğü zulmü, kız diye toprağa gömülenlerden başlayıp savaşta kaybolanları, organ ticareti için kaçırılanları, hısım akrabanın eziyetine uğrayanları, yoksulluktan bir harf öğrenemeyenleri, her türden bunca obezitenin gölgesinde aç ölenleri... düşündüm... O an için kendimi üç ordan, iki de önceden vardı, toplam beş kez yalnız hissettim.
Sahildeki bankta oturdum. Sanıyorum denizin tek müşterisiydim. Rüzgâr keşişlemeden üç ile beş şiddetinde esiyor, uzaklarda bir salın üzerine üslenmiş kuş korosu aklımdan geçen suzinak şarkıya eşlik ediyordu. Pek efsunlu, insana huzur veren bir görüntüydü. Öyle ki, olur da ölürkene gözümün önünden bi film şeridi geçerse, filmin "mesut dakikalar, haz veren lahzalar" bölümünde bulunsun istedim. Oysa şu lanet olası hayata rozetimi ve silahımı teslim edeli çok oluyordu. Öyle fazla derdim olmazdı yani. Gidene yaban mersinli donut yiyip sert bir kahve içerek bakardım. "Hoop" diye gidiverdi O. Gittiydi işte... Sonra bir süreliğine öldüydüm ben. Her yer hepten sessiz. Durdum, kuma çekilmiş bir kayığın karına gömdüm kendimi ben, öylece seyrettim. Çok ıssız buralar şimdi, hayat böyle artık; kişi başına bir yalnız düşüyor.
NOT:
1. paragraf Mecnun Kuleleri- Negzel Pembe adlı öykünün bazı cümleleri
2. diğer paragraflar Mecnun Kuleleri- Viran, Civciv Kutusu- Saklambaç ve Kişi Başına Bir Yalnız adlı öykülerinden alıntıladığım bazı Atilla Atalay cümleleriyle, Cennetteki Yabancılar adlı çizgi roman karelerini eşleştirdim. Ortaya böyle bir yazı çıktı. Madem kişi başına bir yalnız düşüyor. Durma öyle hacı... Bi speyşıl efekt yap... Diyceem bi aksiyon olsun yani... Bilmem anlatabildim mi?
2011
güzel bi kolaj olmuş:)
YanıtlaSilYazı güzelde genç arkadaşım öyle speyşıl efektten mefektten anlamamda bi speyşıl yorum yapayım:)) birleştirmeler acaip mükemmel ve görseller cuk oturmuş. Ellerine sağlık..
YanıtlaSilSanırım ben buralara uğramayalı uzun zaman olmuş, iyice güzelleşmiş burası ve çok sevdim yazını, denizin tek müşterisi...ve Mecnun Kuleleri alıp okunası; hemen!
YanıtlaSil"kişi başına bir yalnız düşüyor" ha :) o zaman paylaşılsın yalnızlıklar :)
YanıtlaSilÇook güzel, çoook güzel..Gözlerim doldu.Ne iyi yaptın da yazdın, eline sağlık..
YanıtlaSilSağolun Gülümse:)
YanıtlaSilVuslaT, speyşıl yoruma bayıldım:)
YanıtlaSilYerden uzak, demek siz sadece yerden değil, hayal kahvem'den de uzak kaldınız öyle mi? O halde, şükür kavuşturana demeli:) Atilla Atalay'ın hisli ve ciddi öykülerini okumanızı hararetle tavsiye ederim.
YanıtlaSilYooo Elma Kurdu... Ne demiş şair...
YanıtlaSil"Yalnızlık paylaşılmaz, paylaşılsa yalnızlık olmaz.":))
Yaa, böyleyken böyle:)
Kelimeler Dünyası, beğenmenize sevindim. Atilla Atalay'ın kitaplarını öneririm:) Cennetteki Yabancılar çizgi romanını da elbette:))
YanıtlaSil