Çok iyi hatırlıyorum. Geçen yıl, gene bu mevsimdi. Uyuyordum. Gecenin sabaha yakın saatlerinde, ben diyeyim rüzgâr sen de fırtına… Of! Yetmedi… Üzerine patır patır çakan şimşek sesi… Uzaklarda bir yere yıldırım düşmüştü belki. Uyandım. Önce uykulu gözlerle yatakta usulca oturdum. Bir süre dışarıdan gelen uğultuları dinledim. Sonra dayanamadım kalktım. Ayaklarımı sürüye sürüye yürüdüm. Balkon kapısını açtım. Usulca kafamı dışarıya uzattım. Ortalık alacakaranlıktı. Sadece apartmanın bitimindeki lamba, ürkek ışığıyla sokağı aydınlatmaktaydı. İşte o anda…Sert esintiyle ağaçların ileri geri sallandığı, yaprakların adeta hüzünlü bir denizci türküsü söylermiş gibi hışırdadığı o loş ışıklı ortamda, birdenbire o tuhaf ağacı gördüm. Normalde dikkatimi çekeceğini düşünmüyorum. Günde kimbilir kaç kez önünden arabama biniyor ya da iniyordum. Gerçekten o ana kadar hiç fark etmemiştim. Mevsim ilkbahar olmasına rağmen, havada sonbahar tadı vardı. Evet, evet. Görüntü resmen sonbaharken, sıcaklık ise sadece mevsim normallerinin azıcık altındaydı. Öyle işte… Bahçedeki bütün ağaçlar tepeden tırnağa yaprağa bürünmüşlerken, o koca gövdeli, tuhaf görünüşlü ağacın ise dallarından birinde, bir tanecik yaprağı vardı. Tüm yaprakları dökülmüş de tek yaprağı kalmış olamaz. Hayır. Belki kökleri çürümüş yaşlı bir ağaç idi. Bitkin, ve yorgun bir hali vardı çünkü. Bu ilkbaharda didine uğraşa, belki tek yaprağına öz suyunu ulaştırabilmişti. Son eseri. Kim bilir? Gecenin o saatinde hayal çarklarım dönmeye başlamıştı gene. Birden içimi bir ürperti doldurdu. Acaba bu tek yaprağı benden başka gören kimse var mı diye etrafıma bakındım? Ya varsa? Hele hele o gören kişi… Ah! Ya hastaysa?
Biliyorum diyorsun ki “Bu anlattığın tek yapraklı ağacın ne ilgisi var herhangi bir hastayla?” Of! Sana bir şey söyleyeyim mi, öykü seven biri, üzerine benim gibi hayalciyse hele… Anlasana durumu fecidir… Feci… Şimdi güzelim ilkbahar gecesinin o vaktinde... Seyre daldığım o loş sonbahar atmosferi içinde... Bu tek yaprağı kalmış ağacı görünce, bil bakalım aklıma ne geldi ? Bilmiyorum okumuş muydun daha önce? O. Henry’nin Son Yaprak adlı öyküsü… Şahanedir gerçekten. Bak şimdi. Şöyle bir hikaye… İki ressam kız, genellikle ressamların yaşadığı bir mahallede bir daire kiralarlar. Birlikte oturmaya ve stüdyoya çevirdikleri evlerinde resimlerini yapmaya başlarlar. Ne yazık ki beş altı ay sonra çevrede zatürre salgını başlar. Kızlardan biri zatürre olur. Bir türlü iyileşip toparlanamayınca, kız iyileşeceğinden ümidini keser, kendisini iyice ölmeye bırakır. Doktor en son muayene ettiğinde kızın yaşama şansının çok düşük olduğunu, çünkü kızın kendinden umudunu çoktan kesmiş olduğunu söyler. Arkadaşı üzülür ve çok ağlar. Hiçbir şey belli etmez. Yalnız bırakmamak için hasta kızın yattığı odaya resim yapmaya girer. Odayı aydınlatan pencere evin avlusuna bakmaktadır. Fırtınayla karışık sonbahar rüzgârı dışarıdaki yaprakları dökük ağacı sallamaktadır. Hasta arkadaşı arada bir kafası kaldırıp dışarıya bakmakta ve her kafasını gerisingeri yastığa koyduğunda bir sayı fısıldamaktadır. Arkadaşı merak eder. Sorar. Hasta kız ağacın üzerindeki kalan yaprakları saydığını, son yaprak düşünce öleceğini bildiğini söyler. "Dört yaprak!" Arkadaşı bu anlamasız düşünceden vazgeçirmek için ne dese hasta kızı ikna edemez. Elindeki resmi gösterir. “Bu resmi yetiştirip parasını hemen almam lazım. Sen camdan baktıkça ilgim dağılıyor. Bana son bir söz ver. Ben resmimi bitirene kadar gözlerini açma.” der. Hasta kız arkadaşını kırmaz, gözlerini kapar.
Ressam kız çizeceği resme başlamadan önce, alt katta yaşayan yaşlı ressamı modellik yapması için çağırmaya gider. Bu yaşlı ressam yıllardır resim yaptığı halde, bir türlü başarılı resimler yapamamış, yoksul biridir. Arada para kazanmak için genç ressamlara modellik etmektedir. Kızın hasta arkadaşı hakkında anlattığı ağaçtaki son yaprak hikayesine çok şaşırır. Birlikte yukarıya çıkarlar. Hasta kız gözlerini kapatınca uykuya dalmıştır. Camdan dışarıya bakarlar. Ağaçta bir tane yaprak kalmıştır. İçleri korkuyla dolar. Çünkü feci fırtına vardır. Perdeyi çekerler. Yaşlı ressam modelliğini yapar. Evine gider. Kız resmini tamamlar. Yorgundur zaten. Olduğu yerde uyur kalır. Sabah hasta arkadaşının perdeyi açmasını söylemesiyle uyanır. Ümitsizce perdeyi açar. İnanamazlar gözlerine. Ağaçtaki son yaprak dalda sağlamca durmaktadır. O gün fırtına ve sert rüzgâr olmasına rağmen yaprak yerinden düşmez. Ertesi gün de düşmeyince hasta kızın morali düzelir. Kendini toparlamaya başlar. Doktor muayene ettiğinde şaşırır bu hızlı düzelmeye, dinlenip iyi beslenirse kesin iyileşeceğini, alt kattaki yaşlı ressamın ise aynı durumda olmasına rağmen zatürreden öldüğünü söyler. Yaşlı ressamın hastalığı ancak iki gün sürmüştür. Daha sonra öğrenirler ki hasta kızın morali bozulmasın diye evde bir ağaç yaprağı çizip hazırlamış, o fırtınalı ve soğuk havada gidip ağaca asmıştır. Çok ıslanıp üşüyünce yaşlı bünyesi dayanamamış ve ölmüştür. O kadar fırtınaya rağmen ağacın dalından düşmeyen ve hasta kıza ümit veren ağaçtaki son yaprak yaşlı ressamın en son ve en başarılı eseridir.
Tipik bir O’ Henry öyküsü diyorsun değil mi? Evet öyle… Bu öykü resim sanatını anlatan en dokunaklı öykülerden biri diye geçer edebiyat literatürüne… Severim ne yalan söyleyeyim. İşte tek yapraklı kurumakta olan o ağacı görünce, gecenin o saatinde hafızam bu öyküyü çıkartıp koymuştu önüme… Önce inşallah çevremizde hasta kimse yoktur diye dua etmiştim. Sonra pencereyi kapatıp... Anne sözü dinler gibi masum… Ayaklarımı sürüye sürüye, uykuya dalmaya gitmiştim.
Bu gece aynı şey oldu. Mevsim ilkbahar olmasına rağmen, havada sonbahar tadı vardı. Uyuyamadım. Az önce ayağa kalktım. Balkon kapısını açtım. Usulca kafamı dışarıya uzattım. Ortalık alacakaranlıktı. Sadece apartmanın bitimindeki lamba, ürkek ışığıyla sokağı aydınlatmaktaydı. İşte o anda… Birdenbire gene o tuhaf ağacı gördüm. O ağaç gerçek miydi? Yoksa hayalimin bir eseri miydi? Bilemedim. Şşşttt!... Dinle.... Az önce hüzünlü bir denizci türküsü söylermiş gibi, yaprakların hışırtısını işittim... Öykü aklıma geldi... "İnşallah hasta kimse yoktur" diye, sessizce dua ettim.
İnşaallah yoktur.
YanıtlaSilO güzel ve hüzünlü hikaye. O hikaye ki, çok çeşidi vardır da özü hep o yapraktır, o ağaçtır.
Decameron'u da anımsatıyor.
YanıtlaSilÇok hüzünlü... Kitabı okumamıştım ama bu hikayeyi biliyorum. Nereden bildiğimi bilmiyorum...
YanıtlaSilO'Henri'nin öyküsünü bilirim ve ilk okuduğumda çok etkilendiğimi hatırlıyorum. Bizlere çok dersler var içinde...Dostluk, fedakarlık, umut, yaşama sevinci, hayata bağlanmak ve vazgeçmemek...
YanıtlaSilokuduğum bir kitap ama fazla sarmamıştı:)
YanıtlaSilUyuşuk Hayalperest, hastalara şifa, dertlilere deva, borçlulara eda diyelim mi:)
YanıtlaSilÖzlem, Decameron'u sizden okusaydık keşke:)
YanıtlaSilSessiz Gemi, bazan hikayeleri hatırlarız ve nereden okuduğumuzu hatırlayamayız. Ben de bu yazdığım hikayeyi hangi kitapta okuduğumu hatırlayamadım:)
YanıtlaSilÇok haklısınız Rabia, hüzünlü, çok hoş bir öykü:)
YanıtlaSilTolga, O'Henri'nin öyküleri duygusaldır. Erkek kısmı böyle öyküler okumaz, okursa da etkilenmez diye kodlanmış genleriniz olduğu için, doğrusu azıcık feminen öyküler gelebilir:)Anlıyorum:))
YanıtlaSil