12 Şubat 2013 Salı

Edebiyat Aşk Değil De Ne?



 "AŞK'ın hiç bir sıfata ve tamlamaya ihtiyacı yoktur.
Başlı başına bir dünyadır aşk.
Ya tam ortasındasındır, merkezinde,
ya da dışındasındır, hasretinde..."
Elif Şafak - Aşk
 
Bir saat boş vaktim vardı. Ne yapacaktım? Kardeşimi ayarttım. Gene bir saat evinden kaçırdım. Kimi zaman böyle dar zamanlarda buluşuveririz. Birlikte hasbihal ederiz. Kardeşim öğretmendir. Uzmanlığı Türkçe olunca, değmeyin edebiyat muhabbetine… Edebiyata meraklı bu öğretmen bir de balık burcuysa hele... Ohhh, şahane aşk sohbeti yapabilirsiniz böyle biriyle. Balık burcu bilir misiniz ki, en romantik, en gizemli, en duygusal, en hayalperest ve depresyona en meyilli kadın tipidir. İki hafta çocukları hasta oldu diye döküntü oldu vücudu sıkıntıdan vallahi. Ama hastalığının adı da pek yakışmış haspaya; Rose! O kadar romantiktir ki, döküntüleri bile gül şeklinde!. Neyse iyileşti şimdi çok şükür!... Gene bir kaçamak yaptık kardeşimle. Önce bir kafeye gittik. Kahvelerimizi sipariş ettik. Şöyle koltuklarımıza rahatça yerleştik. Yaslandık arkamıza. "Bu gün konumuz edebiyatımızda aşk olsun! Ne dersin?” dedik göz kırparak birbirimize. Kahvelerimiz geldi. Şöyle bir kahveleri kokladık çektik içimize. Sonra fincanların uçlarını birbirine değdirdik “Aşk olsun!” diye bağırdık çevreyi umursamadan gene... Vee.. Başladık muhabbetimize…


Önce ben Atilla Atalay'ın çok sevdiğim Ebekulak adlı öyküsünden bahsettim. Benim kardeş de çok sever Ebekulak'ı. Her öyküseverin ayrıcalıklı öyküleri vardır. Ebekulak benim için öyledir. Zaman zaman kitabını açar okurum. Tekrar tekrar okumaktan bıkmam. Bilakis öyküyü bildiğim için yüreğimde hissederim. Haa.. Bir de mutlaka sesli okurum. Gözümün görmesi yetmez, kulaklarım da duysun isterim. Çok severim.


Ama asıl benim kardeş, Nezihe Meriç’in Keklik Türküsü öyküsünü o  kadar güzel anlatır ki doyamazsınız tadına. Dinlerken kardeşimi, kendinizi bir kaptırırsınız konunun akışına... Öykü bir kara tren olup, tünelden geçer gibi gönlünüzü delip geçer. Öyyyle bakakalırsınız ardından. Çok güzel anlatır gerçekten. "Keklik Türküsü’nü anlatsana bana kardeş" dedim. "Tamam!” dedi. Hiç itiraz etmedi… Canım benim ya… Bu bildiğim hikayeyi kimbilir  kaç kez dinledim kardeşimden. Neden yeni duymuşum gibi geliyor bana her seferinde? Neden gözlerim doluyor ve zor tutuyorum ağlamamak için kendimi… Bu gün de müthişti anlatımı! Sakın bilmeyenler adında keklik var diye fabl gibi bir şey sanmasınlar. Yoo! Bu bir genç kızın İstanbul'da her gün bindiği vapurda karşıdan karşıya aşık olduğu bir çocukla ilgili... Şehir hikayesi yani.. Ama daha eski yıllarda geçer... Gene içten içe çekilen, dile dökülmeyen aşklardan. Eski aşklardan! Yazarın Bozbulanık adlı kitabında yer alan öykülerinden...

Uykusuz haftalık mizah dergisinde sürekli takip ettiğim Ersin Karabulut’un Sandıkiçi’den bahsetmeye başladım. Bir keresinde anlattığı öykü, yanlışlıkla bir adama çarpması ile başlıyordu. İnanılmaz tatlı yazmıştı gene ve okurken nasıl da eğlenmiştim anlatamam. Tam onu anlatırken kardeşime, bende ilgi dağınıklığı vardır işte böyle… Konu aşk iken değiştirdim konuyu birden. "Hani birine çarparsın fark etmezsin de sana “Hişt dikkat etsene” diyen bir ses duyarsın ve sinir olursun ya" diye söze başladım şimdi de. “Hişt” ne kardeşim dedim. Hişt ne? şeklinde konu akınca… Birdenbire “Hişt Hişt”e atladık. Hani Sait Faik’in “Hişt, Hişt “adlı yalnızlık temalı öyküsü. Ben hişt kelimesine sinir oluyorum ama ya kimsem olmasa, bir hişt diyenim bile olmasa ne olurdu acep halim diye düşündüren öyküsü. Çok güzeldir bu öykü de sahiden! Biraz dedikoduya girip Sait Faik’in özel hayatıyla ilgili konulara dalıyorduk ki… Boşver dedik şimdi bunları… Birkaç da şair yadetsek! Mesela kim?


İlk olarak nedense Sezai Karakoç geldi aklımıza… Monna Rosa şiiri… Hani üniversitede okurken gizliden gizliye aşık olduğu kız için yazmış bu şiiri de kızın haberi yokmuş… Kızın ceplerine gizli gizli aşk şiirleri koyarmış. Kız, bu şiirleri erkek arkadaşı yazıyor sanırmış. Oysa Sezai Karakoç yazarmış. Mona Roza'yı okuduğunuzda kızın adı çıkar ya şiirden sahiden. Kızın adı da aramızda kalsın Muazzez Akkaya. “Monna Rosa siyah güller akgüller” diye başlayan uzun şiiri. Kız yıllar sonra bu şiir ortaya çıkınca sevildiğini öğrenmiş. Bunu duyduğunda evliymiş tabii ki! Yoksa kızı, Muazzez Akkaya benim annem diyerek ortaya mı çıkmış? Muhtelif söylentiler var ama bildiğimiz kadarıyla şair hiç evlenmemiş. Ne aşklar var! Aaa biraz dedikodu yapalım artık bu kadar da öyle değil mi? Hemen büyük şairimiz Attila İlhan'a geçtik ki kardeşimin telefonu çaldı...


Tam Attila İlhan’a geçtik... PiaYağmur Kaçağı ve Üçüncü Şahsın Şiiri ile sohbetimize devam edecektik ki... Devam edemedik… Bitirdik… Çünkü küçük yeğen evde “Anne..Anne!” diye tutturmuş. Hemen hesabı ödedik. Arabaya bindik. Birbirimize baktık.. Bir ağızdan: “Gözlerin gözlerime değince Felaketim olurdu ağlardım. Beni sevmiyordun, bilirdim. Bir sevdiğin vardı, duyardım. Çöp gibi bir oğlan, ipince, Hayırsızın biriydi fikrimce. Ne vakit karşımda görsem Öldüreceğimden korkardım. Felaketim olurdu, ağlardım!" Üçüncü Şahsın Şiiri adlı muhteşem şiirin ezberimizdeki ilk dizelerini aşkla seslendirdik… Kardeşimi bıraktım evine... Araba kullanırken devam ettim şiire: "Ne vakit Maçka'dan geçsem Limanda hep gemiler olurdu Ağaçlar kuş gibi öterdi. Bir rüzgar aklımı alırdı. Sessizce bir cigara yakardın. Kirpiklerini eğerdin bakardın. Üşürdüm içim ürperirdi. Felaketim olurdu, ağlardım!" Bu kadarı kalmış ezberimde... Söylesene... Edebiyat AŞK değil de ne?

12 yorum:

  1. Hişt hişt'e gelene kadar yazılanların hiçbirini okumadığımı fark ettim ve derin bir suçluluk hissettim. Tam kütüphaneme dönüyordum ki hişt hişt'i gördüm, rahatladım :))

    YanıtlaSil
  2. Sevgili Hayal Kahvem, Kaleminizin ve dahi gönlünüzden kaleminize akarak bolğunuzda hayat bulan kelâmınızın sessiz sakin bi takipçisi olarak bu sefer iki laf etmeden gidemedim yazdıklarınızı okuyunca... "edebiyat aşk değil de ne?" tüm kalbimle katılıyorum size. evet, evet, evet... Yazdıklarınızı okurken kendimi kafedeki koltuklarınızın hemen arkasındaki koltuğu usul usul sizin tarafa yaklaştırıyormuş ve hasbihale kulak kesiliyormuş gibi hissettim yani... Öyle sıcak, öyle samimi, öyle gıpta edilesi geldi yüreğime... Selamlar...

    YanıtlaSil
  3. Yorumlar da yazı kadar güzel. Ne hoştur ki iki kardeş böyle muhabbetler yapabilmek, aynı dili konuşmak. Unutmuştum Ebekulak'ı, çok uzun zaman oldu okuyalı.
    Edebiyat gerçekten de aşk'tan ibaret.

    YanıtlaSil
  4. edebiyatı mizahla harmanlayıp ask dolu bir gun gecirebilmek hayal deilmis onu anladık..
    harikasınız..

    YanıtlaSil
  5. sezai karakoç ping pong masası şiirinide akkayaya yazmış. poetika incelemelerinde şairin belleğine inerken yazılan her satırın mutlaka bir anlamı işaret ettiği hayretle görülür. karakoç yine çaktırmadan bu şiiri pin pon oynayan akkaya üzerinden ifa etmiş :)
    ikinci yenicilerin en büyük özelliğini taşıyan sembolik mecazlar sezaide galiba en çok akkayaya yaramış :)

    romantik şairlerin başında gelen atilla ilhan modern şiir yazmakla beraber dili daha anlaşılır daha yereldir elitist bir şiir diline yönelmemiştir ikinci yeniciler gibi.

    elinize sağlık :)

    YanıtlaSil
  6. francesca mckennitt, edebiyat ne hoş değil mi? edebiyat aşk gibi hoş:)

    YanıtlaSil
  7. Bahar Nefesi, bu okuduğunuz eski bir yazım aslında bilmenizi isterim. Her sene bu vakitler tekrar yenilerim.
    Sahiden kardeşle şahane muhabbetlerimiz vardır bizim. Kardeş balık burcu ya, romantiktir, aşk üstüne harika muhabbetler eder ve ben -konuyu arada dağıtsam bile- onunla aşk üzerine konuşmayı çok severim.

    Bahar nefesi hissettim yorumunuzla.
    Sağolun:)

    YanıtlaSil
  8. Ebruts, Ebekulak'ı arada okumadan duramam. Tuhaf bi şekilde çarpıyor o öykü beni. Her defasında hem de:)
    Sağolun.

    YanıtlaSil
  9. Matias, edebiyat ve sanat ayaklarını yerden kesiyor insanın. Uçamayan biz insangillere gerekli diye düşünüyorum. Sağolun:)

    YanıtlaSil
  10. Delal, ne hoş bilgilendirme yapmışsınız, teşekkür ederim.

    Ben ne düşünüyorum biliyor musunuz,
    kendilerine şiir yazılan kadınlar,
    şairler sayesinde unutulmaz oldular:)

    Neden bilecektik Muazzez Akkaya'yı mesela. Şimdi Sezai Karakoç ya da Mona Roza denilince hemen aklımıza Muazzez Akkaya adı geliyor. Nazım Hikmet'in aşklarını düşünsenize. Nüzhet, Piraye, Münevver, Vera... Herbirine şiirler yazmış. Ve o kadınları unutulmaz yapmış:) Hoş o kadınlar olmasaydı, demek ki şiir yazamayacakları ya:) Neyse.

    Sağolun.


    YanıtlaSil
  11. ben teşekkür ederim efendim .
    elbette dediğiniz gibi şiirlerin üzerinde mutlak surette bir kadın vardır oluyorda.halk olan vatandaş olan bir kadını edebiyat gibi bir çetrefilin zembereğinde tanınır kılmak o kadınların havsalasından geçmese dahi bunlar şair adamlar işlerine karışılmaz :))
    şiiri salt kadına ve aşka indirgemek şiirden kısmaktır lakin ismet özel der ki şiir hakikatin kendisi değildir ama hakikate götürür şiiri birde gerçekçiliği faydacılığı hakikati vardır. o yüzden romantikler bu vesileyle alay konusu olurlar kimi edebiyatçılar açısından :))
    neyse konuyu duman ettim af buyurun..
    esenlikle..

    YanıtlaSil
  12. Yoo Delal, bizim bu yazıdaki ana konumuz edebiyat aşk değil de ne, olduğuna göre, edebiyata aşk katanlar ya da edebiyatçılara aşkı yaşatanlardan söz ediyoruz:)

    Nazım Hikmet'i nasıl sadece aşk şiirleriyle düşünebiliriz ki?
    Ya o güzelim memleketi, halkı için yazdığı şiirlerini nasıl unutabiliriz.

    Biz gene dönelim Edebiyat'ta aşka... Ve bütük şairden Tahir ya da Zühre olmak ne demek öğrenelim mesela:)

    Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
    hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
    bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte
    yani yürekte.

    Meselâ bir barikatta dövüşerek
    meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken
    meselâ denerken damarlarında bir serumu
    ölmek ayıp olur mu?

    Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
    hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

    Seversin dünyayı doludizgin
    ama o bunun farkında değildir
    ayrılmak istemezsin dünyadan
    ama o senden ayrılacak
    yani sen elmayı seviyorsun diye
    elmanın da seni sevmesi şart mı?
    Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık
    yahut hiç sevmeseydi
    Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?

    Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
    hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

    Nazım Hikmet Ran



    YanıtlaSil