Bazan olur ya hani.. Son iki haftadır, pespaye sorunlar ve çapariz işler
üstüme üstüme geldi. Hele olanlar bitenler karşısında "ne
oluyorsunuz, kafayı mı yediniz?"
diyeceğime, "bana ne" ayaklarına yatmaya başlayacağımı anlayınca,
kendimden korktum ne
yalan söyleyeyim. Böyle gelmiş bu düzen böyle gidecekti öyle mi? Zoruma
gitse de bu vaziyetim, neticede
ben de bu sitemde para kazanmaya çalışan biriydim. Yoo.. Elimde değildi.
İnsandım neticede. Med cezir yaşıyordum. İşte gördün mü?.. Ayarım mı kaçıyordu ne? Gün be
gün temiz hissiyatlarımı kaybettiğimi hissediyordum. Gerilen sinirlerim, bugün iyice
yükselip arş-ı âlâya ermiş olmalı ki, konuşmalarımı gergin ve zoraki
bir neşeyle yapmaya çalıştığımı farkettim. İyi ama... Anlıyordum. Hal
böyleyken böyleydi. Niye durmuyordum söyler misin? Az önce, niye uyanmak
için saatimi daha erkene kurdum peki? Nedir bu telaş? Nedir bu hayat gailesi? Ne bileyim? Genlerime intikalen
geçmiş, "gençlik bir atmaca kuşidur, çok çalış, yaşlılığında rahat
edersin" diyen atalarımın sözünü dinliyorumdur halen belki. Soruyorum
kendime... Niye azla yetinmenin şahaneliğini unutuyorum? Niye sahip olma
isteklerimin sonu gelmiyor? İyi de maddi durumum düzeldikçe, gelecekle, insanlıkla, kendimle
ilgili endişelerim niye azalacağına iyice katmerleşiyor? Niye beynimin
içinde bilmediğim bir ses, bir saat gibi mütemadiyen "trak! trak!"
ediyor? Trrrrum, trrrrum, trrrrum! Trak tiki tak! Beynimden, etimden,
iskeletimden mi geliyor bu ses? Nazım Hikmet'in şiirinde söz ettiği
gibi... Yoksa bünyem hislerinden arınıp, makinalaşmaya mı doğru gidiyor?
Düşüncelerim bu mecrada gidip gelirken, kitaplığımda yan devrilmiş bir
kitabımla göz göze geldim. Yerine yerleştirmek için elime aldım. Aman
Allahım!.. Hey, Dino Buzzati'nin Tatar Çölü değil mi? Nasıl özlemişim
anlatamam. Hasretle kucakladım. Kollarımı uzatıp, kitaba karşıdan
sevgiyle baktım. Zamanlama müthişti. Hatırladın mı? Romanın kahramanı
Drogo'ydu ya hani... İlk tayini bir çölün kenarındaki, kuş konmaz kervan
geçmez Bastian Kalesi'ne çıkan o teğmeni. Ah, Tatar Çölü...
Hatırlasana insanın kaderine teslimiyetinin romanı derler ya hani...
Drogo, ancak dört ay için kalabileceğini düşündüğü bu kalede, bir ömür
geçirir ya haybeye... Ne o? Çölün arkasındaki Tatar ordusunun kaleye
saldıracağına inanır. Savaşacak ve zafer kazanacaktır. Dayatılan
kurallara harfiyen uyulmalıdır. Yıllar geçer. Drogo bekler ha bekler. Ne
gelen vardır ne giden... Sonundaa... Yoo.. Devamını anlatamam. Bu
yazıya denk gelip, kitabı okumayan olabilir. Kitabı tam olarak
anlatmak tadını kaçırabilir. Ah!.. Şimdi Tatar Çölü nasıl iyi geldi
bana anlatamam. Ben var ya, Tatar Çölü'ne rast geldikten sonra...
Aslaa... Sabah ofise mofise gidip gene sistemin bana dayattığı sorunlara
boğuşamam... Yooo... Az önce niyet ettim. Bastiani Kalemden sabah
erkenden kaçmaya karar verdim. İşe güce dur diyeceğim. Kısmetse, bir
hayalimi gerçekleştireceğim. Kalenin sınırlarından çıkacağım. Çölün
ardına doğru koşacağım. Nereye mi gitmeyi planladım? Du bakalım...
Alışkanlıklarımın esiri olduğuma göre... Kaçsam da nasılsa akşama tıpış
tıpış kaleme geri döneceğim. Eee... Bir alışkanlığım da Hayal Kahvem
olduğuna göre... Demek ki nereye kaçtığımı illa anlatacağım:)
evet ama nedir bu koşturmaca?
YanıtlaSilbir molaya bekliyorum:)
Ne yazıkki öyle. Düzen bizi öyle şeylere mecbur bırakıyor ki, hissedemediğim tek duygu insan olduğum ve özgür olduğumdur. Köleymişçesine çalışmak zorunda kalıp, çalışsakta başkalarının egoları altında boğulmaya yüz tutarız. Çakma güler yüzlü insanların şeytani gülümsemelerine maruz kalırız. Eğer böyle bi imkanınız varsa, maddi durumunuzda sıkıntınız yoksa, tabiki de bi mola verin, dinlenin, okuyun.
YanıtlaSilBir molaya eyvallah Buket:)
YanıtlaSilCumartesi ola hayrola:))
Abdullah, hayat gailesine bıkmadan usanmadan devam derken, arada kısa molalar icat etmemiz gerekiyor galiba. Hayatı yaşanası kılan güzellikleri ıskalamamak lazım.
YanıtlaSilHissettiğimiz her mutlu anlar bize armağan:)