Arkadaşımın yeğenidir Fatih. Uzun zamandır İngilizce dersi almak istiyordu. Bir şirkette vardiyeli çalışıyor. Baktım, ne iş saatlerine ne de kafasına göre İngilizce kursu bulamıyor. Üzülüyor. Aklıma bir fikir geldi. "Yarın Fethiye Caddesinin köşesinde saat 12'de buluşalım mı? Şahane bir kursa götüreceğim seni." dedim. Ötesini berisini sormadı. "Tamam!" dedi. Bugün buluştuk. Altınokta Körler Derneği'ne gittik. Mahmut Dağ derneğin çılgın öğretmeni. Mahmut, Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji bölümündeki eğitimini kendince haklı sebeplerden yarıda bırakmış. Doğma büyüme hiç görmüyor. Eğitimi bırakmasının körlüğüyle ilgisi olduğu akla gelmesin sakın... Tamamen keyfi sebebi. Dernekte görme engellilerin ihtiyaçlarına göre, beyaz baston, bilgisayar, kişisel gelişim, İngilizce gibi dersler veriyor. Bu kez Fatih'i tanıştırdım. Arkadaşımın yeğeni ya... "Eti senin kemiği benim." dedim. Güldüler. Bir süre hasbihal ettiler. Anlaştılar. Fatih'in iş saatlerine göre ders saatlerini ayarladılar. Haftaya derse başlıyorlar! Şahane. Mahmut Hoca'yla muhabbet etmeyi seviyorum. Edebiyattan felsefeye, sinemadan psikolojiye dolu dolu konuşuyoruz. Bence tanınmayan dehalardan o. Müthiş biri... Ben aklıma gelen her şeyi soruyorum. Patavatsızlıklarıma hiç aldırmıyor. Bugün konuşurken bir ara "Renkleri nasıl anlatırsın? Hiç kırmızıyı, maviyi, yeşili görmeyen, bilmeyen biri için o renkler neyi çağrıştırarak hayalinde yerini bulur?" diye sordum. Gülümsedi. "Dur bir yazı yazmıştım gökkuşağıyla ilgili, akşama göndereyim." dedi. Yazısı az önce geldi. O kadar güzel anlatmış ki, izin aldım, işte aşağıya kopyaladım. Doğma büyüme hiç renkleri görmeyen biri, nasıl bu kadar güzel ve anlamlı renkleri ve hayatı bir araya getirir. Mucize gibi!
Hayat. Bir sözcüğün üst üste defalarca söylenmesi sonunda
kazanacağı anlamsızlık gibi garip, ve en az o sözcük kadar değerli. Gök
kuşağının renkleri gibi hayat. İç içe geçmiş ama ayrı. İç içe geçmiş yedi renk.
Ve asla belli değildir hangi renk nerde biter ve diğeri nerede başlar. Gökyüzünün
paletidir o. Tüm ana kırılma renklerini saklar içinde. Tüm renkleri gök
kuşağının yalnız yürür gök yüzünün ıslak yollarında. Ancak hep bir ağızdan
söylerler en güzel şarkısını gökyüzünün. Ayrı ayrı paletlerin ayrı ayrı renkleridir.
Ancak bir olurlar tek bir tablonun eskizinde. Tek bir şey söyler, tek bir şey
gösterir ve tek bir şeyi anlatırlar yer yüzünden gözünü yukarı çevirip o
renkleri görene. Ve hayattır anlattıkları. Yalnızca hayat. Yer yüzündeki
hayatın mas mavi gökyüzüne yansımış halidir gök kuşağı. Hayat kadar basittir,
ve karmaşıktır en az hayat kadar. Hayat kadar kolaydır anlaması, ve en az hayat
kadar bir birine sarılmış sözcüklerle örülüdür, anlaşılmazdır.
Kırmızıdır, turuncudur, sarıdır, yeşildir, mavidir, lacivertdir
ve mordur. Hem hepsidir, hem de hiç biridir. Tüm renkler birbirine tutsaktır,
ve özgürdür tüm renkleri gök kuşağının. Biri eksilse içinden, yok olur gök
kuşağı. Ve gökkuşağının varlığının temelinde kalbi kırılan ışık vardır. Yedi
parçaya bölünür kalbi ışığın. Her parçası ayrı bir renk. kırmızı, turuncu,
sarı, yeşil, mavi, lacivert, mor. Peki neden ilk başta kırmızı vardır ıslak
paletinin gökyüzünün? Kırıktır kalbi ışığın. Kırık ve paramparça. Belki çektiği
acıya yaktığı ağıdın kanlı gözyaşıdır. Belki ıslak gökyüzüne duyduğu öfkenin
alevinin kırmızısıdır. Belki de ikisi birden... Bilinmez.
İnsan yokken yine vardı renkler. Aynı görünüyordu ve aynı
biçimde anlatıyordu hayatı. Ancak yoktu adları. Sadece ıslak gökyüzünde,
gökyüzünün göz yaşlarının hemen öncesinde ya da hemen sonrasında orrtaya çıkan
ışığın kırgın gülümsemesiydi yalnızca. Sonra bir tür geldi. Gücünü
güçsüzlüğünün ona buldurduğu aklından alan bir tür... adı insandı o türün. Gücü
güçsüzlüğündendi. Birer birer farklı adlar verdi kırık kalbinin parçalarına
ışığın kalbinin. Birine kırmızı dedi. Gördüğü ilk renkti o. Aklının uydurduğu
ilk efsanedeki ilk katilin masum kardeşini bir taşla öldürdüğünde gördüğü koyu
kıvamlı ve bakır kokulu sıvıyla aynı görünüyordu göze. Kırmızı dedi ona. En
uçuk düşlerinin rengiyle göze aynı görünüyordu. Ve gökten gelen dumansız ve
kutsanmış göksel ateşin tutuşturduğu, alev alev yanan her şey kırmızı yanıyordu
gözünde insanın. Utandığında ya da utandırdığında yüzler o renkte yansıyordu
aynada, ve o renkte görünüyordu gözlere. Kırmızı dedi adına onun. Çünkü
öfkeydi, azaptı, gazaptı, uçuk ve korkunçtu.
Hemen ardından gelen renklere turuncu dedi, sarı dedi, yeşil
dedi. Çevresinde olup biten değişim süreçlerinin adıydı sanki o renkler. Yemyeşildi
bereketin anası bahar. Yeni bir hayatı mücdeleyen tomurcuğun rengiydi yeşil.
Tohum zarını ve toprağı parçalayuarak gökyüzüne baş kaldıran her bitki rüzgarla
şarkı söylemeye hazırlanan yemyeşil yapraklarla kuşanırdı önce. Sonra yepyeni
hayatları mücdeleyen bin bir çeşit çiçek açardı uçlarında dallarının. Ve her
çiçek gebe toprağı dişlemeye hazır binlerce tohum zarlarına mahkum binlerce
hayat damlacığına. Sonra sarı... hüznün rengiydi gözünde insanın. Ve sarıya
sonbahar dedi insan. hayatın mücadelecisi yeşil yaprakların ölüme hazırlıydı
sarı. Hüzündü, bitişti yepyeni başlangıçlara; ve ayrılıp saklanmasıydı tohum
zarlarına tutsak hayat damlacıklarının toprağın bağrına. Tüm hayatların uykuya
geçme hazırlığıydı. Sarı zarf içine kışın gelişini bildirdiği resmi yazıydı
yazdan kaçan sonbahar.
Mavi, lacivert, mor... Neredeyse ortadaydı mavi. Hayatın
kaynağı yeşilden hemen sonraydı. İşte bu yüzden umuttu, dosttu, sonsuzluktu
mavi. Denizdi, gökyüzüydü, belki de gözünün rengiydi kavuşulması imkansız ve
sadece düşlere tutsak bir sevgilinin. Hasretti mavi. Sonsuzluğa özlemdi. Ayağı
yere tutsak insanın sadece gözüyle izlediği en üstte kalan her şeyin rengiydi.
İşte bu yüzden hayatın rengi yeşilden hemen sonra geldi gökyüzünün rengi mavi.
İşte bu yüzden insana sonsuz görünen denizin rengi maviydi insanın gözünde.
Araçsız kontrol edemediği, ya da hiç kontrol edemediği her şeyi mavi gördü
insan. şimşek, yıldırım, gökyüzü ve deniz. Moru en sona koydu insan aklında ve
gök kuşağında. Çünkü sonun rengiydi mor. Gökten gelen hayat göğe çekildiğinde
geride kalan ve yere tutsak kalıntı mora çalıyordu yavaş yavaş. Ve mora ölüm
dedi insan, mordan korktu.
İşte buydu gök kuşağı. Sonra bitkilerin ürettiği renkleri
suya tutsak edip adına boya dediler. Ve verdiler elime hayatı çizeyim diye.
Ben, sokakları yurt bilmiş aklı renklere tutsak umarsız serseri. Şimdi tuvalime
suya tutsak renklerle seni çiziyorum. Seni nerede gördüm, nasıl tanıdım
bilmiyorum. Ama parmaklarının bana pazarlıksız ve hiç bir şey beklemeyen, hiç
bir şey istemeyen dokunuşunu sevdim önce. Sonra karşılıksız masmavi dostluğunu
sevdim. O masmavi dostluğunu öyle çok sevdim ki, hayatımın tuvalinde mavi
kalmadı. Tükendi yerin ve göğün bütün mavisi. Ama içime bıraktığın o mavi
kapsül patlayıp büyüdükçe büyüyor, kapsülden yayılan sevgi içimde çığ gibi büyüyordu.
Sonra dostluğun yetmeyeceğini bildim her nasılsa. Ve imdadıma yetişti kırmızı.
İç içe geçti mavi ve kırmızı, ama karıştırmadım bir birine. Çünkü bir birine
karışması mor demekti. Ve mor ölüm demekti, yok oluş demekti. Sonra yeşil gelip
girdi araya,yeşilin bereketi sardı maviyi ve kırmızıyı. Önce dostluk büydüü,
kocaman oldu. Tuvalimde taştı renkler. Resmin sığmadı tuvalime. Ve adını aşk
koyup tüm tutkularımı paletime sürüp kıpkırmızı ve yepyeni bir tuval açtım.
Şimdi hayatımızın resmini çiziyorum.
Bir birine karıştı en güzel renkler ve en güzel sesler.
Renklerim söz verdiler katılmaya renklerine. Ve sesim söz verdi sesin olmaya.
Şimdi neredesin, kimsin bilmiyorum. Ama paletimdeki renklerde ve kulağımdaki
seslerde, evrenin her yerinde seni arıyorum. Düşümde gördüm seni, resmini
çizdim. Şimdi elimde tablom seni arıyorum. Neredesin?" Yazan - Mahmut Dağ
<3
YanıtlaSilMahmut Hoca'nın ellerine özellikle de yüreğine sağlık. Bende hep merak etmişimdir bu konuyu ama şimdi öğrendim. Bizler gördüğümüzü sanan insanlar, görmüyoruz aslında hiçbir şeyi, gören göz değil yürekmiş bunu bir kez daha anladım. Size de çok teşekkür ederim ki bu güzel yazıyı bizimle paylaştınız. Çok sağolun.
YanıtlaSilÇok etkileyici.
YanıtlaSilEtkilendim.
Muhteşem.
Böyle bir yazı beklemiyordum.
Bence de Mahmut Dağ dahi. Dahi değilse bile çok yetenekli bir insan.
Sevgiler.
Tuğba:)
YanıtlaSilVildan, Mahmut Hoca'yı ve Altınoktadaki dostlarımı tanıdığım için çok mutluyum. Görmeyi onlarla öğreniyorum. Sağolun:)
YanıtlaSilKüçük Joe, bu yazı ne ki, konuşmalısınız,muhabbet etmelisiniz. Müthiş:)
YanıtlaSil