Bilirsin evlerimizin odaları bedenimizin fonksiyonlarına göre isimlendirilir. Uyumak için yatak odası, yemek için yemek odası, oturmak için oturma odası deriz.. Böyle öğrenmişiz. Tamam, banyo ve mutfak uymuyor bu örneklemeye diyeceksin… Olsun... İstisnalar kaideyi bozmaz. Bak şimdi… Şöyle bir düşündüm de, evler eskisi gibi değil ki.. Artık hepimizin evleri üç aşağı beş yukarı aynı. Sanki despot biri, el atmış evlerimize… Hepimizi aynı kalıplara sokmuş. Bizim sitede misal, bütün daireler tıpatıp aynı. Üç yatak odası, bir büyük oturma odası yani salon var... Hemen hemen herkesin televizyonu aynı yerde… Düşünsene… Bizim apartmanda aynı zamanlarda, aynı yerlerde oturup aynı tarafa bakan ya da yatıp kalkan kimbilir kaç insan var? Eee! Herkesin aynı odalarda aynı işi yaptıklarını bilmek sence de çok komik değil mi? Sonra... Her dairenin salon ve mutfak arasında tezgah var… Bu demektir ki hepimiz yemeklerimizi yiyiyoruz aynı yerde… Ayy! Ne sıkıcı vaziyet… Askeri kışla mı ne?
Şimdi durup duruken nerden düştü bunlar aklıma değil mi? Aslında yazarın öyküsüyle ilgisi yok belki... Hatta öykü bir aşk öyküsü gibi... Fakat, ne yapabilirim? Bütün bunları aklıma getiren.... Şeyy... Bugün Aziz Nesin’in Kan Yüzüğü öyküsünü okumuştum, Yetmiş Yaşım Merhaba adlı kitabındaki... Yazar, öyküdeki kız için şöyle diyordu: .”….zamanı geçmişle geleceği birbirine bağlayan bir bütün olarak yaşamıyordu. O zamanı parça parça yaşamaktaydı. Yaşadığı her zaman ayrı bir parçaydı ve kopuk kopuk olan o zaman parçaları, önceki ve sonraki zamanla birleşmezdi. Tıpkı bir albüm seyreder gibi yaşardı zamanı. Albümün bir sayfasını çevirip o sayfadaki resmi seyrederken o resimle ilgienirdi. Ama o sayfayı çevirip albümün başka sayfasındaki resme bakarken bir önce baktığı resimleri unuturdu. Onun için yaşam abümdeki resimlere bakmak gibiydi. Sayfa çevirilince unutulur, yeni çevrilen sayfa yaşanılırdı.” Ne fena bir durum değil mi? İşte öykünün bu cümleleri nedense bizlerin ev hallerini gözümüm önüne getirdi… Öyle bir apartman düzeninde yaşatıyorlar ki bizi, hayatımız bir albümdeki fotoğraflar gibi… Hep şimdiki zamanı yaşamaya mecbur bırakılıyoruz. Evlerimizde geçmişe ilişkin bir şey tutamıyoruz ki.. Misal, daha önceleri yaşadıklarımızı hatırlatacak, kişisel tarihimize ilişkin eşyalarımızı koyacağımız tavanarası ya da kilerlerimiz nerede? Yok… Eskiyi fırlat at. Eskiler albümün arka sayfasında kalsın… Unut geçmişi… Sen artık albümün yeni sayfasına bakmalısın… Sadece bugünü yaşa öyle mi? Gizli bir el bizlere bunu yaptırıyor sanki... Ne feci!.. İnanmıyorum ya.. Kimler acaba bu hallerimizin müsebbibi? Ya da nebileyim sadece bize ait, bize özgü bir şeyler hiç olmayacak mı evlerimizde Allah aşkına? Şimdi düşündüm de komşunun evine gitsem hiç yabancılık çekmem valla… Eşyalarımız bile aynı yerde… Yemek masası, koltuklar, sehpalar nerelere konacak, yatak odalarında yatakların yerleri falan, zaten taşınmadan önce proje üzerinde belliydi ki... Klozetler, lavobolar bile beş katta üst üste aynı vaziyette… Ayy! Bunları düşündükçe içime fenalık geldi… Bizi aynı kalıplara sokan, sadece bugünde yaşatmaya uğraşan, geçmişimizi albüm sayfası çevirir gibi unutturmaya çalışanları var ya bir elime geçirsem.... İnan ki hiç acımam… Hayali çizgi roman kahramanı gibi, herbirine dalarım şimdi!..
Bende başımı cama yaslamış otobüste giderken kibrit kutusuna dizilmiş pencereler görürüm.
YanıtlaSilKutu gibi kutu gibi evler. Enine, dikine, grup halinde. Uzaktan ne kadar küçük ve basit dururlar doğanın ihtişamında. Bunlarda insanlarmı yaşıyorlar diye şaşarım. Sonra kendimi düşünürüm. Bende mi bu karınca deliği gibi yerlere girip çıkıyorum. İnanamam insanoğlunun hayatta kalma çabasının evren karşısındaki minikliğine ve var olmak için harcanan küçük hesaplara.
Ya.! işte ben böyle şaşırır kalırken bu duygumu yazdığın bu yazı ile detaylandırmamışmısın?..ben şimdi daha da kafama takmazmıyım bu mevzuyu.
Hele bir de klozetler ve lavaboların tepemden tepemden daha da yukarılara dizildiğini hayal etmezmiyim. (imdattt)
Yemek masamda, sandalyemde yemek yerken aynı saatlerde üstümde soğan daha üstümde sarmısak paça işkembe yenildiğini, hazım yapsın diye soda içildiğini duyumsamazmıyım.( böğğk )
Hayır bu yazıyı okumam hiç iyi olmadı.
Üstelik çözümsüz sorunlarıma yenilerini ekledi
:(((((
Vildan sizin köyde bahçe içi tek kat satılık ev varmı..Bir baksana be kardeşş!!!
Hadi rasgele.
Kollektif teslimiyet vaziyeti bu Dostça... Bu basite indirerek anlattığım hayatımızdaki tek örnek... Günübirlik yaşamak ve bunu doğal görmek... Albümün geçmiş sayfalarına bakmamak. Önünde hangi resim varsa onu yaşamak. Feci bir durum. Ve son zamanlarda halimiz ne yazık ki böyle... Aziz Nesin büyük usta. Söylemek istediğini öyle bir aşk hikayesi halinde anlatmış ki öykü insanı silkeliyor. Hepbirlikte
YanıtlaSilteslim oluyoruz önümüze sürülen resimlere... Farkına varmadan aynılaştırılan hayatlarımız.. Yaşadığımız yerle bir adiyet ilişkimiz olması gerekmiyor mu? Yok.Geçmişle ilgili herşey sanki unuttuluyor. Çok fena.. Ne bileyim bu öyküyü okuyunca, bunları aklıma getirdi... İnanki anlattığım durum tespitinin en basit hali. Peki ne yapıyorum? En azından bu durumlara öfke duyuyorum ve itiraz ediyorum..
Aynılaştırılmak istemiyorum. Geçmiş yaşam tarihim silinsin istemiyorum... Günübirlik yaşamak istemiyorum. Böyle canımcım işte:)