Ben var ya. Geçen hafta Ebekulak'ı tekrar okuyunca... "Keşke Atilla Atalay'ın tüm kitaplarını alabilsem yanıma," dedim... Acenteler toplantısı için Antalya'ya gidecektim. Kitapsız olur mu? Asla! Asıl en rahat, seyahatlerde kitap okurum... Şöyle bir baktım kitaplığıma... Elim Atilla Atalay'ın Kalbin Böcüü adlı kitabına gitti. Ben biliyorum... Kesin eminim... Bu kitap benim için... Başka türlüsü olamaz... Kalbin Böcüü adlı kitabını, kitapçıda ilk elime aldığımda okadar şaşırmıştım ki anlatamam... Dedim ki "Nasıl yani? Bu kamera şakası gibi bir şey mi? En sevdiğim öyküleri aynı kitapta nasıl böyle yan yana gelebilir ki? Hayat bir tesadüfler silsilesi mi? Hadiiii! Olamaz!" demiştim kendi kendime... Aynen demiştim inan ki... İyi de... Kalbin Böcüü ne demek oluyordu ki? Oturmuştum kitapçıdaki pufa... Öteden beri güzel kapaklı kitaplara bakmaya bayılırım... Önce uzun uzun kitabın kapağını seyretmiştim... Bugün gibi hatırlıyorum, nasıl da acıktığımı hissetmiştim... Salça kavanozuyla, salça sürülmüş bir dilim ekmek vardı kapakta... Oyy... Önce "Kırılan" adlı öyküsü geldi aklıma... Der ki "Kırık kalpleri götürürsün peşinden, çocukken yarım bıraktığın ekmekler gibi, ardınsıra koşarlar. Olmadık bir zamanda kendilerine dair şarkıyı kulağına fısıldar her biri." Yazar, kitabın kapağını seyrederken duymam artık sandığım o bildik melodiye dudağım eşlik ederken yakalattı kendimi... Daha demin çocuktum... Büyüdüm mü ne, demeye başlamıştım bile... "Kırık kalpler durağında inecek var" şarkısını daha söylemiyordu o vakitler Canan Erçetin yeminle.... Fakat bir hüzün böcüüğü içimdeki kırık kalpler durağına doğru yollanmaya başlamıştı... Bilirim...O böcüü gidecek gidecek boğazıma bir yumru olup oturacak önce... Birinci durak... Yook... Durmak yok... Sonra kitabın içindeki "ciddi ve hisli" öyküleri okudukça yoluna devam edecek... Bu kez gidecek... Gidecek... Yüreğime çeki taşı misali bağdaş kurup yerleşecek... Böyle işte... Uzatmayayım... Yoksa öykülerindeki bütün hüzünlü cümleleri gözlerime doğru harekete geçecek... Aaa! Dışarıda ceviz iriliğinde dolu mu yağıyor ne?.. Neyse... Çukurova yöresinde bir deyimmiş. Hayattan bıkkın, yılgın, olan bitenlerle uğraşmaktan vazgeçen insanlara "Senin kalbinin böceği ölmüş!" derlermiş... Atilla Atalay'ın öykülerini okuyunca, kalbin böcüü ölmek ne demek, bilakis fıtıl fıtıl dolaşmaya başlıyor içimdeki bir duraktan bir durağa gördüğün gibi... Hele bu kitap var ya, benim için hazırlanmış inan ki... Bu kadar kıyak olur mu okuyucuya? Evet.. Evet... Kalpten kalbe yol var kesin... Ben Atilla Atalay'ın öykülerini üç tane, beş tane filan değil, bir öyküsünde yazdığı gibi sekiz tane sevdiğim için... Ama yatık sekiz... Bildi... Hayalimi gerçekleştirdi. Sevdiğim öyküleri tek kitapta ardı ardına dizdi.. Yokk.. Uzatmayacağım... Şimdi gözümü kapatacağım... Öykülerinden bir fal tutacağım... Hep şarkılardan fal tutulacak değil ya.... Ne çıkarsa bahtıma... Hayal Kahvem'e yazacağım... Heyyy... Şahane öykülerinden biri.... İşte... Atilla Atalay söylüyooorr.... Seslerim....
SESLERİM
Gözlerini gözlerime dikmiş… Kaçırıyorum, yine buluyor… “Sen, sen bana dokunuyorsun” dedi… “Yüreğimde bir yerleri acıtıyorsun, ama anlatılmaz güzellikte bir şey.”
Tanrım, birşey olsa… Aygaz kamyonu filan geçse… Aniden ceviz iriliğinde dolu yağmaya başlasa… Bu romantik ortamın içine etse… Ne oldu bu kıza, neler söylüyor…
“İyi ki varsın… İyi ki… Neye benziyo biliyor musun? Eskiden kaldığım yurtta camlar, içerisi dışarıdan gözükmesin diye beyaz yağlıboyayla boyanmıştı. O boya tabakasındaki küçücük bir delikten bakınca dışarıyı görüyordum ben… Hele baharda, öyle güzel gözüküyordu ki… İşte seninle olmak, o bembeyaz ya da siyah şeyin ortasında küçücük bahara bakan deliği bulmak gibi.”
İşi şamataya boğmalıyım, yoksa fena olucak… Bu havada hayatta dolu yağmaz… Aygaz kamyonu geçiceği de yok… Kız resmen yerli film replikleri atıyor… Hayır, ben ters adamım, inanıveririm, dökülürüm, aşık olurum, betonlara çakılırım, asıl benim canım acır… Yerli film… Evet… Yerli film…
Ordan sı.malı muhabbete… En Ayhan Işık sesimi kullanarak, hınzır bir ifadeyle, ona Belgin Doruk muamelesi çektim… Misilleme olarak Yeşilçam öykülerinin değişmez repliğini attım…
“Bırak bu lafları, kaç para istiyorsun onu söyle… Onbin,yirmibin?..”
Esprime güldü… Güzel… Ardı arkasına zincirler, konuyu dağıtırım… Gülmesi bitince, “Bu da senin numaran” dedi… “Zırhın delinsin istemiyorsun… Hesapta hiçbir şeyi ciddiye almıyorsun… Aslında, sana göre hayat o kadar ciddi ve acıklı ki… Böyle bir numaraya gerek yok… Koyver gitsin kendini.” Gözlerime anne anne bakıyor… “Güzel olduğunuz kadar küstahsınız da bayan” dedim, Ayhan Işık sesimle…
Dedim, ama mümkün değil… Saatlerce bana inanılmaz sevgi sözcükleri sıraladı…
Ben ise ona yerli filmlerin değişmez repliklerinden attım durdum… Sırasıyla Necdet Tosun, Sami Hazinses, Cilalı İbo, Turist Ömer, Ediz Hun… Hatta bir ara ayağa kalkıp “Ayy-gaaz” diye bile bağırdım…
Sözünü ettiği yağlıboyadaki küçük delikten zırhımı açmasına izin vermedim… Yıkılmadım, yavşamadım, kendimi asla açmadım… Erkeklik gururuma, değmesindi yağlıboya…
“Korkacak bir şey yok” dedi… “Ben sana ne yapabilirim ki?”
“Çok şey” dedim… “Çok şey” derken kendi sesimi kullandığımı fark ettim. Hemen kendimi toparlayıp Ediz Hun, Ayhan Işık, Fügüran Osman ve Erdal İnönü sesleriyle ayrı ayrı üç kez “Çok şey” demeye çalıştım… Ama üçünde de kendi sesim çıktı…
Sonra… Sonra, yine yerli filmlerdeki gibi takvim yaprakları uçuştu… Ben onu hiç aramadım… Bir gün aklıma fena düştü, aradım… Aslında aramadım… Telefon açtım.
O, “Alo… alo” dedi, ben sustum… Aniden,”Susarken bile Ayhan Işıktaklidi yapıyorsun” dedi… Anlamıştı… Aslında belki de tek sorun, gerçekten anlamasıydı…
“Ne fena diil mi?” diye sürdürdü… “İnsan hep çok sevilsin diye uğraşır… Sevilince de ödü patlar…” Sustum… “Belki de sen haklısın, o zırh ne kadar kalın olursa, o kadar iyi… Artık arama, olur mu?” dedi. “Ve sakın üzülme… O öyle nalet bir zırh ki; sen bile içerden delemezsin.”
Yine sessizlik… Derken, Belgin Doruk gibi son cümlesini söyledi….”Hesapta kendini koruyordun ama yine acı çekiyorsun… Boşver… Ne diyorlardı… Gençsin, unutursun.”
Genç miyim, unutur muyum?.. Telefonu kapadım… Sokağın köşesinden, yırtınarak bir Aygaz kamyonu geçip gitti…
Kalbin Böcüü - Sayfa 247
Gözlerini gözlerime dikmiş… Kaçırıyorum, yine buluyor… “Sen, sen bana dokunuyorsun” dedi… “Yüreğimde bir yerleri acıtıyorsun, ama anlatılmaz güzellikte bir şey.”
Tanrım, birşey olsa… Aygaz kamyonu filan geçse… Aniden ceviz iriliğinde dolu yağmaya başlasa… Bu romantik ortamın içine etse… Ne oldu bu kıza, neler söylüyor…
“İyi ki varsın… İyi ki… Neye benziyo biliyor musun? Eskiden kaldığım yurtta camlar, içerisi dışarıdan gözükmesin diye beyaz yağlıboyayla boyanmıştı. O boya tabakasındaki küçücük bir delikten bakınca dışarıyı görüyordum ben… Hele baharda, öyle güzel gözüküyordu ki… İşte seninle olmak, o bembeyaz ya da siyah şeyin ortasında küçücük bahara bakan deliği bulmak gibi.”
İşi şamataya boğmalıyım, yoksa fena olucak… Bu havada hayatta dolu yağmaz… Aygaz kamyonu geçiceği de yok… Kız resmen yerli film replikleri atıyor… Hayır, ben ters adamım, inanıveririm, dökülürüm, aşık olurum, betonlara çakılırım, asıl benim canım acır… Yerli film… Evet… Yerli film…
Ordan sı.malı muhabbete… En Ayhan Işık sesimi kullanarak, hınzır bir ifadeyle, ona Belgin Doruk muamelesi çektim… Misilleme olarak Yeşilçam öykülerinin değişmez repliğini attım…
“Bırak bu lafları, kaç para istiyorsun onu söyle… Onbin,yirmibin?..”
Esprime güldü… Güzel… Ardı arkasına zincirler, konuyu dağıtırım… Gülmesi bitince, “Bu da senin numaran” dedi… “Zırhın delinsin istemiyorsun… Hesapta hiçbir şeyi ciddiye almıyorsun… Aslında, sana göre hayat o kadar ciddi ve acıklı ki… Böyle bir numaraya gerek yok… Koyver gitsin kendini.” Gözlerime anne anne bakıyor… “Güzel olduğunuz kadar küstahsınız da bayan” dedim, Ayhan Işık sesimle…
Dedim, ama mümkün değil… Saatlerce bana inanılmaz sevgi sözcükleri sıraladı…
Ben ise ona yerli filmlerin değişmez repliklerinden attım durdum… Sırasıyla Necdet Tosun, Sami Hazinses, Cilalı İbo, Turist Ömer, Ediz Hun… Hatta bir ara ayağa kalkıp “Ayy-gaaz” diye bile bağırdım…
Sözünü ettiği yağlıboyadaki küçük delikten zırhımı açmasına izin vermedim… Yıkılmadım, yavşamadım, kendimi asla açmadım… Erkeklik gururuma, değmesindi yağlıboya…
“Korkacak bir şey yok” dedi… “Ben sana ne yapabilirim ki?”
“Çok şey” dedim… “Çok şey” derken kendi sesimi kullandığımı fark ettim. Hemen kendimi toparlayıp Ediz Hun, Ayhan Işık, Fügüran Osman ve Erdal İnönü sesleriyle ayrı ayrı üç kez “Çok şey” demeye çalıştım… Ama üçünde de kendi sesim çıktı…
Sonra… Sonra, yine yerli filmlerdeki gibi takvim yaprakları uçuştu… Ben onu hiç aramadım… Bir gün aklıma fena düştü, aradım… Aslında aramadım… Telefon açtım.
O, “Alo… alo” dedi, ben sustum… Aniden,”Susarken bile Ayhan Işıktaklidi yapıyorsun” dedi… Anlamıştı… Aslında belki de tek sorun, gerçekten anlamasıydı…
“Ne fena diil mi?” diye sürdürdü… “İnsan hep çok sevilsin diye uğraşır… Sevilince de ödü patlar…” Sustum… “Belki de sen haklısın, o zırh ne kadar kalın olursa, o kadar iyi… Artık arama, olur mu?” dedi. “Ve sakın üzülme… O öyle nalet bir zırh ki; sen bile içerden delemezsin.”
Yine sessizlik… Derken, Belgin Doruk gibi son cümlesini söyledi….”Hesapta kendini koruyordun ama yine acı çekiyorsun… Boşver… Ne diyorlardı… Gençsin, unutursun.”
Genç miyim, unutur muyum?.. Telefonu kapadım… Sokağın köşesinden, yırtınarak bir Aygaz kamyonu geçip gitti…
Kalbin Böcüü - Sayfa 247
bu kitabı ben de bir an önce edinmeliyim.
YanıtlaSilSiz Atilla Atalay'ın sadık okuyucusu değil miydiniz? Bu kitabı nasıl es geçmişsiniz? Eğer şimdiye kadar edinmemişseniz, yeminle çok yazık etmişsiniz!..
YanıtlaSil:-)
YanıtlaSilAdsız,:-))
Sil