Dün sabah oldukça keyifsiz uyandım. Sanki hastaydım. Ateşim çıkmıştı, titriyordu her yanım. Lakin işim vardı önemli, canlanmalıydım. Usulca kalktım yataktan. Ağır ağır hazırlandım. Yaramazlık yapmış bir çocuk mahçubiyetinde sessizce evden çıktım. İşimi nasıl hallettiğimi bir Allah biliyor bir ben! Neyse ki bitti! Ofise dönmek için İzmit'te arabamla yol alırken, tesadüfen denk geldim eski tren garına. Okadar zaman olmuş ki, gelmeyeli şehrin bu tarafına. Unutmuşum sanki, hem treni, hem de tren sesini! Oysa tren yolu çocuğuydum. Evimiz hemen tren yolu kenarındaki apartman dairelerinden biriydi. Gece gündüz geçen trenin gümbürtüsünden evimiz sallanırdı sürekli. Eğer ilk kez bize gelen bir misafir varsa, ilk tren geçişinde ev sallanınca, ürker ne yapacağını bilemezdi. Gülerdim için için misafirin bu durumuna, çocuktum ya!.. Annem korkacak bir şey olmadığını, tren geçince sallantının biteceğini tatlı tatlı anlatırdı onlara...
Tren istasyonu değil de, tren garı demek daha uygun geliyor bana. Gar kelimesi içinde gizli bir hüzün barındırmaz mı? Tren yada tren garı niye kavuşmayı değil de, ayrılmayı çağrıştırır acaba? Filmlerde hep öyle değil midir, tren garında ağlanır ve vedalaşılır. Trenler insanları savaşa yada esir kamplarına taşır. Trenler hani o kara trenler, büyülü dumanlarını üfleyerek, oflaya poflaya giderler. Ya o çığlık misali sirenleri! Onlar da mı bilirler,neler çekiyor insanlar kompartmanlarda birer birer. El sallayınca ben evden tren penceresindeki kadına, göz göze gelmiştik bir keresinde, nasıl hüzünlü bakmıştı bana. Dondu elim, kalakaldım öylece. Kadın sanki bakmamış yüreğimi delmişti gizlice. Buzdan bir heykel kesilmiştim, giden trenin arkasından. Bu meçhul kadın,gecenin tekinsizliğinden, hayatın hangi belirsizliğine gidiyordu acaba? Nefesimi tutup bakmıştım peşisıra, yarı korku ve yarı tedirginlikle hiç unutmam. Bu nedenle hem varlığından rahatsız olur ürkerim trenlerin, hem de bu düşünceleri kovmak isterim zihnimden, trenler kavuşturur insanları derim. İzmit, içinden tren geçen şehirdi. Şimdi tren geçiyor doğduğum şehrin kıyı şeridinden! Tren...Trenler... Tren garı..Trenler... Elledim alnıma...Boncuk boncuktu terler... Ateşim nüksediyor tekrar galiba...Eve dönmeliyim... Allahım bütün bu düşündüklerim bir hayal miydi yoksa?!..
İzmit'in içinden ne hayattalar ne hayaller geçti kimbilir...Trenin penceresinden İzmit'in duvalarına hangi bakışlar değdi kimbilir...
YanıtlaSilSöz konusu tren, tran garı, yolculuk olunca ve üstüne üstlük çekilen fotoğraf karelerinin olduğu yerler sırdaş olunca çok şey yazılır ama ben şu kadarını yazayım.
Tren garını o kadar çok severim ve o kadar çok hüzünlendirir ki beni yine bir tuhaf olduğumu söylememin yeridir.
Geçmiş olsun, en yakın zamanda iyileşmeniz dileğimle...
İzmit'ten sevgiler:)
AA..arkadaşım geçmişler olsun.. ne oldu sana böyle. İyi bak kendine. Fazlaca yorulmuşsundur son zamanlarda farkında olmadan. İstirahat iyi gelir. Bir de senin hasta çorbandan yap kendine. Hemen ayağa kalkarsın. Hani bana yapmıştın ya. Süt, yoğurt, un. film ismi gibi oldu(vildan üçlemesi)
YanıtlaSilYumurta , süt, bal (yusuf üçlemesi)yönetmen Semih kaplanoğlu :)
Ne yazacaktım ne yazdım bak.
Tren şehrin ortasından geçerdi hem de anacaddesinin ortasından. karşıdan karşıya geçmek için uzun uzun akan kompartmanların dibinde bekler..havalanan tozu topragı yerdik. Hele sonbaharsa havalanan sarı yapraklar da cabası. Bütün gürültü sarsıntı homurtu cayırtılar bitip gidince hayat yeniden akardı. Ne vardı ise bu trenin geçişinde.. illaki herkes durup bakardı.
Hep merak etmişimdir. Trene binip gitmek mi yoksa gidenin ardından el sallamak mı daha az üzücü. Ben hep ardından el sallayan oldum. Ardımdan sallayanım olmadı. Bunu için sevinmelimiyim üzülmelimi onu da bilmem.
Aslında bilmek de istemem :)))