5 Mart 2011 Cumartesi

Ayna Oyunu Oynayalım Mı Ne Dersin?


Bu sabah  yattığım odanın duvarında dans eden ışığı farkedince... Nasıl  ansızın başlayan bir bir yürek çırpıntısı hissettim anlatamam. Heyecanlanıp ayaklarımla kendimi geriye geriye ittim. Dudağıma kendiğinden yerleşen sevimli bir tebessümle, pencerenin havalanan perdesinden duvara sızan güneş ışığının oynayışını seyrettim.  Ne diyeceğim? Ayna oyunu oynamayı bilir misin? Eline küçük bir ayna alırsın hani... Güneş ışığına ayar edersin.. Güneş ışığı aynaya vurunca... Bu ışığın yansımasını duvarda oynatırsın mesela. Hatırladın mı? Hele bir arkadaşın varsa karşında. Bu kez elindeki aynanın ışığını gizlice onun yüzüne yansıtırsın...  Ne olduğunu anlayamaz önce... Şaşırır...  Elleriyle gözlerini siper ederek ışığın nerden gözüne değdiğini  bulabilmek maksadıyla sağa sola bakınır. Güneşin aynadan yansıyan  ışığını arkadaşının yüzünde görmek... Onun şaşkınlığını seyretmek... Of! İnsana nasıl muzurca tatlı bir his verir... Yapmadım deme lütfen. İyi düşün. Yapmışsındır illa ki ömrünün geçmişinde. Ben bu unuttuğum hisler içinde... Bu sabah duvardaki ışığı seyrederken seyrederken işte... Aklıma ne geldi bil bakalım. Sait Faik'in Bir İlkbahar Hikayesi adlı öyküsü. Of, nasıl severim. Anlatacağım sana... Bak şöyle...


Sait Faik ilkbahar için aklımıza gelenleri sıralar.. Nedir bunlar? İlkbahar bir bayramdır. Bir mucizedir. Bir çılgınlıktır. Kuştur. İlkbahar çiçektir.  Mimozadır. Su sesidir. Çingenedir. İlkbahar çayırdır. Çimendir. İlkbahar papatyadır. Öyle değil mi? Ama en mühimi ilkbahar güneşidir. Peki ömrün mevsimlere benzetilmesine ne demelidir? Bu çok doğru bir benzetmedir. Gel gelelim  Sait Faik, insanın, ilkbahar mevsimine hayvanlara göre geç girdiğini düşünmektedir. Mesela bir at bir ya da iki yaşında ömrünün ilkbaharına girerken, bir kuzu altı ayda koç olmaktadır. İnsan ise yirmisinden önce ömrünün ilkbahar mevsimine  girdiğini idrak edebilir mi? Pek idrak edemez.  Yirmisinden önce ömrünün ilkbaharını idrak etse bile bu yalancı bir ilkbahardır.  İşte Bir İlkbahar Hikayesi, Sait Faik'in yirmisinden önce yaşadığı  yalancı ilkbahar hikayesidir.. Of.. Dinlemelisin... Nefis bir öyküdür.


Yazar oniki yaşındadır. Babasının memuriyeti sebebiyle Anadolu'nun bir şehrindedirler.  Bu şehre bir yaz sonu gelmişler. Kötü, karla dolu bir kış geçirmişler. Sonra birgün bahar geliverir. Fakat memleketin öyle bir coğrafyasındadırlar ki güneş kendini rahatça gösterememektedir. Sabah biraz ortaya çıksa bile sürekli şakır şakır yağmur yağmaktadır. Bütün kış başı hastalıktan kurtulmayan yazarın içinden, bu yağmurlu, kara bulutlu, kapanık havalı şehir sebebiyle hep bağırmak, ağlamak geçmektedir. Gene bir sabah gözleri tavanda yağmur bakalım ne zaman başlayacak diye düşünürken duvarda bir parlak daire titreye titreye hareket etmeye başlar. Önce ne olduğunu anlayamaz. Sonra anlar ki bu, bir aynanın duvara vurmuş ışığından başka bir şey değildir.  Yataktan fırlayıp pencereden bakar. Pembe şeftali çiçeklerinin arasından onu görür.  Onaltı onyedi yaşlarında bir genç kız elindeki aynayı yazarın  yüzüne tutmaktadır. Yazar önce kalakalır. Sonra ışık gözüne değdikçe ellerini yüzüne kapamaz da gözlerini kırpmadan kıza dimdik bakar. Ertesi gün bizimki de eline bir ayna alır. Birbirlerinin yüzlerine ayna tutarlar. Bu oyunu her sabah ancak yarım saat oynayabilirler. Çünkü yağmur yağmaya başlar. Kırkikindi yağmurları... Günlerce her sabah bu oyunu oynarlar. Bir sabah gene böyle ayna oyunu oynarlarken... Çocuk gözünü kırpmadan kızın ayna ışığına bakarken... Kız  her zamanki gibi gözlerini güzel elleriyle siper ederek çocuğun ayna ışığına bakarken... Çocuğun annesi odaya girer ve çocuğu ayna oyununda yakalar. Garip garip kıza, ayna ışığına ve çocuğun elindeki aynaya bakar. Ve çocuğa giyinmesini söyler. Arabaya binerler. Yola çıkarlar. Babası başka bir yere tayin edilmiştir. Tam ormanın içinden geçerken bulutların arasından çıkan güneş ışığı ağaçlarda bir görünür bir kaybolur. Çocuğun aklına  bir daha göremeyeceği ayna ışığı gelince... İşte tam o anda hüngür hüngür ağlamaya başlar.


Bu olayın üzerinden otuz yıl geçmiştir.  Yazar şimdi kırkiki yaşında olmalıdır. Ve tahmin edersin ki yaşı kırkı aşmış bir adam için ilkbahar mevsimi biraz üzüntü hissi verir. Fakat yazarın ilkbaharda üzüntüyle dolu yumuşaklık, bir yerinde duramayış, bir yürek çırpıntısı duyması yaşının kırıkiki olması sebebiyle değildir. O ilkbaharda odasının penceresine ışık vurduğunu farkettiğinde çocukluğundaki o kızı hatırlar. Otuz yıldır kimsenin yüzüne bir daha ayna tutmamıştır. Kimse yazarın yüzüne ayna tutmamıştır. Ama ilkbaharda kazara bir ışık odasının duvarında kırlangıç gibi hareket etse, o gün ne ettiğini bilemez. Ne hoş ilkbahar öyküsü değil mi? Şimdi bu öyküyü bilince ve sabah odamın duvarında dans eden ışığı fark edince ben... Yüreğim bir kırlangıç kanadı gibi çırpındı önce.. Sonra bütün gün ne ettiğimi bilemedim. Sabah güneş çıkarsa, ayna oyunu oynayalım mı, ne dersin?

5 yorum:

  1. Sait Faik ne büyük yazardır. Öyküleri başucumda durur. Hiç unutmam, Galatasayda okurken o zamanın Perasında yemek yediği bir lokantanın muhteşem lezzetteki yemeklerinin sırrını çözmek için o lokantaya yamak olarak işe başlar.Öykünün sonunda sırrı çözdüğünü ama bir daha o lokantaya yemek yemek için gitmediğini söyler. Bu öyküyüde hatırlıyorum.Nasıl insanın kalbine dokunur satırlarıyla. Hemen bulup okumam lazım. Teşekkürler paylaşımın için.

    YanıtlaSil
  2. Selam Defne, Sait Faik hayranıyımdır. Öykülerini okumak acayip lezzetli gelir. Çok özlerim.. Çokk..
    Her öyküsünü bilmem. Mesela sizin yazdığınız öyküyü hatırlamadım. Adı neydi acaba?

    YanıtlaSil
  3. Kışın soğuk günlerinde ilkbaharın sıcak, aydınlık yüzünü düşündüren, gösteren yazınızı keyifle okudum ve okurken çocukken mahalle esnafına çatı katındaki siperimden tuttuğum ayna geldi aklıma, unutmuştum doğrusu :)

    YanıtlaSil
  4. Evet Nessuno, ben de yapardım. Hoş aynı durumu yakaladığım her an gene yaparım:) Şimdiki çocuklar anlamazlar. Ne fena... İşte bakın iyiki öyküler var. Öyküler ve kitaplar sayesinde hatırlıyor ve unutmuyoruz.Öyküler aynen pencerenin perde aralığından odaya sızan güneş ışığı misali, içimizdeki çocuğu dışarı sızdırıyor. Unuttuğumuz o hallerimiz aklımıza geliyor. Gülümsüyoruz. Bir mart günü, hava yağmurlu olsa bile, sanki güneş yağmur bulutlarının arasından bir an bize gülümseyip içimizi ısıtıyor.Sait Faik öyküleri yaşam şevkimizi kışkırtıyor. Nur içinde yatsın. Sait Faik'siz bir Türk edebiyatı asla düşünemiyorum.
    Bu yazı vesilesiyle sizin de eski günleri hatırlamanızdan mutluluk duydum. Ne güzel!

    YanıtlaSil
  5. Serden Geçti7 Mart 2011 23:56

    Ne masum şakalarmış.
    Aman şimdiki çocuklara bu romantik şakayı yapmayın.
    :) Şimdiki çocuklar inanırmısınız karşılık olarak ayna mayna tutmuyorlar.
    Direkt flaş patlatıyorlar ve geçici körlüğünüzün süresi için saat tutuyorlar.

    YanıtlaSil