Neredeyse bütün gün ofisteydim. Oldukça yoğun bir sabah programım, öğleden sonra randevulu misafirlerim vardı. Bol muhabbetli, olumlu neticeli görüşmeler yaptım. Sevindirici bitti. Öğleden sonra… Nasıl olduysa sakinledi ortalık… Bir ara telefonlar çalmıyor, zil sesi gelmiyor, adeta çıt çıkmıyordu. Hoşuma gitti bu geçici sukûnet… Hiç kaçırmadım bu durumu. Koltuğumda gerilerek arkama yaslandım. İlkbahar güneşi penceredeki ahşap jaluzinin aralıklarından hûzmeler halinde içeriye süzülüyordu. Bilirsin böyle hallerde, odanın bütün tozları dans ederler ya güneşin hûzmelerinde… Gözümü aldı bu görüntü… Bir süre daldım gittim. Daldım, kim bilir nerelere? Sonra… Sırtımı koltuktan kaldırmadan, masamdaki kitaba uzandım… Elime aldım. El kadar bir kitap zaten... Daracık. Her zamanki gibi kitabın kabına derin derin baktım. Sanki yüzlerce pul bir araya dökülmüş. Fotoğrafları çekilmiş. Kitabın kabına resmedilmiş. Bu kitabı ilk elime aldığımda böyle zannetmiştim. Yooo… Artık çok iyi biliyorum. Kitabın kabına iyice bakınca anlaşılıyor ki bunlar pul değil. Film afişleri. Alias, Lost, Bad Boys, Tomb Rider, Matrix, Casablanca, Ratatouille ve başkaları. Bu kitap haftalardır masamda duruyor. Halil Gökhan’ın Yedinci adlı ilk yazdığı romanı. Yazarın Erkekler Cennetinde Son Tango, Konuşan Kadın, Yeni Sevgili adlı kitaplarını çoktan okudum. Neredeyse arka arkaya hem de …
Bu kitap ise… Yedinci… Geldiğinden beri masamda duruyor. Aslında her şeyde olduğu gibi kitap okumak konusunda da, tezcanlı, sabırsız bir bünyem olduğu halde, bazan kendimi şaşırtacak derecede sabırlı olabilmeyi becerdiğimi biliyorum. Şimdi ben Halil Gökhan’ın üç kitabını büyük bir hevesle okudum ve kitaplığa yerleştirdim ya… Elimdeki bu son kitabını hemen okuyup bitirmek istemiyorum. Gün içinde, gözüm kitaba iliştiğinde, elime alıyorum. Sayfalarını karıştırıyorum. Kimi sayfalarını okuyorum. Fena halde ilgimi çekiyor aslında. Çünkü bir kere roman, kabından da anlaşılacağı gibi sinemayla ilgili… Sonra yazarın diğer kitaplarını okuduğum için, roman kahramanları bana çok tanıdık geliyor. Mesela yazar Alev İpek adını hem bu ilk romanı Yedinci’de, hem de ikinci romanı Konuşan Kadın’da kullanmış. Aynı Leon Ziya gibi. Leon Ziya ise önce Konuşan Kadın’ın kahramanlarından biriydi. Sonra Yeni Sevgili adlı romanında da karşıma çıktı. Bir yazarın tüm kitaplarını okuduğumda, bir dedektiflik hali beliriyor bende. Son okuduğum kitabında, hem yazarın hem de kahramanların izlerini sürmek hoşuma gidiyor. Çok meraklanıyorum ya... Kabaran merakımı gemlemek, beni gene bir oyun sürecine sokuyor. Hayal gücümü kitabın tornasına geçiriyorum. Kitapta yazar ya da roman hakkında her yeni keşfimde, hayallerimi o yöne doğru şekillendiriyorum. Misal bugün rastgele bir sayfa açtım. Uykuda Son Tango adlı bir bölümdü. Hemen aklım, yazarın son kitabı Erkekler Cennetinde Son Tango’ya gitti. Yedinci, Halil Gökhan’ın ilk, Erkekler Cennetinde Son Tango ise son romanı. Acaba yazar bölüm ve kitap isimlerini bilinçli mi okuruna çağrıştırıyor diye merak ediyorum. Bana göre Halil Gökhan okuruyla oynamayı seviyor. Sonra bence rüya seven biri. Çünkü rüyalardan çok söz ediyor. Bu durumda benim gibi oyuncu ve uyanıkken bile rüya gören bir okur için, Halil Gökhan’ın elimdeki bu son kitabı hemen okunup bitirilecek bir kitap olmaktan çıkıyor. Masamın üzerinde duruyor. Gün içinde arada elime alıyorum. Rast gele bir sayfa açıyorum. Bir süre bu dünyadan ayrılıp, kitapta tesadüfen denk geldiğim oyun ve rüyalar alemine dalıyorum… İşte tam bunlar aklımdan geçerken, kitaptan bir sayfa araladım. Tesadüfi açtığım sayfanın en başında, şu alıntı cümleler yazıyordu: “Nasıl mı karşılaştılar? Herkes gibi tesadüfen…” Allahım! Yoksa yazar, okurun aklından ne geçeceğini önceden mi tahmin edebiliyor? Olabilir mi? Muzipçe gülümsüyorum. Yoo... Bu kitap benim elimde kolay bitmez!
mrb H.K. ne zamandır yazamadım,daha doğrusu blog olaylarından yazamadım ama hep takipteyim..
YanıtlaSilKitabi da yazarini da cok merak ettim simdi :))
YanıtlaSilBuket, ben senin takibindeyim:)
YanıtlaSilthekitchencrashers, umarım okumuşsunuzdur:))
YanıtlaSil