19 Mart 2011 Cumartesi

Mutluluk Nedir Ki? - 30.İstanbul Film Festivali Başlıyor!

Bugün yolum düşünce küçükken yaşadığım mahalleye, bir zamanlar oturduğumuz eve doğru yürüdüm. Apartman aynen duruyordu. Yerinde olmayan sinemaydı. Oğuz Bahçe Sineması. Sinema yıllardır yoktu yerinde. Her güzel şeyin sonu vardır diye, yıkmışlardı geçmiş zaman günlerinden birinde… Televizyon olmayan bir dönemdi benim çocukluğum. Kulak kesiyorduk her sese, radyoya, teybe… Düşünebiliyor musun? Çocukluğumda, taşınmak ne büyük bir kıyaktı bana, sinema bahçesine çıkıntısı olan bir eve! Çünkü balkon adeta bir locaydı. Her gece film seyrederdim. Ah, nasıl sabırsızlanır, yaz mevsiminin gelmesini beklerdim. Sanıyorum  güneşi  o vakitler de şimdiki gibi pek sevmezdim. Çünkü güneşin dağların arkasına gitmesini, havanın kararmasını dört gözle beklerdim. Of! Günler ne uzun olurdu! Vakit geçmek bilmezdi. Ne zaman ki gün döner akşam olurdu, heyecandan adeta kalbim dururdu. Hep gece olsun, zaman dursun isterdim. Sonra da sandalyeler boş kalmasın, sinemanın tüm biletleri satılsın diye dua ederdim. Eğer bilet satılmazsa, film oynatılmazdı. Of! Ne fenaydı!... Bazen yağmur yağdığı akşamlar sinema açılmazdı. İçimi çeke çeke ah ne ağlardım!.. Çocuktum… Her şey istediğim gibi olsun isterdim. Olmazdı. Ben de ağlardım… Bazen filmin ortasında bir yerde yağmur yağmaya başlardı birden… Hani ahmak ıslatan cinsten… Kaçışırdı insanlar… Şaşardım. Yağmurda ıslanmayı çocukluktan beri severdim. Neden kaçıyorlar, yağmur altında seyretmiyorlardı ki film? Hava zaten sıcaktı. Yağmur altında film seyretmek, şahane olmaz mıydı? Olurdu tabii! Küçüktüm... Bu duruma anlam veremezdim… Onlar koşuştururken, ben olduğum yerde bir film sahnesi gibi donar kalırdım öyle... Annem beni fark eder “haydi yatağa!” derdi. Derinden bakınca gözlerime… Dökülen yaşlarımı görmesin diye, başımı yere eğerdim… İçimi çeke çeke yatmaya giderdim. Ama eğer o gece sinemada... Eğer biletler satılmışsa… Eğer o gece gökyüzü yıldızlarla doluysa... Hele gökyüzünde bembeyaz bir mehtap varsa... Ah! Eğer o gece yağmur yağmamışsa... Film oynarken yağmazsa ya da… Eğer film kesintisiz oynamışsa o gece… Hani bilirsin ya, tastamam... Bütünüyle... Ah! Şu dünyanın en güçlü, en zengin kişisi ben olurdum! Hayat bayram olurdu… Mutluluk buydu işte! Mutlu olurdum!

 
Yukarıdaki yazıyı çok önce yazmıştım.  Şimdi tekrar okumak, sinema sevdamın  başladığı çocukluk  günlerimi hatırlamak istedim.  Sinema sevdam demiştim ya bir diğer sevdam da İstanbul'dur benim. Haftada bir defa İstanbul'u koklamasam yaşadım diyebilir miyim? Mümkün değil.  İstanbul benim için  biraz deniz, balık kokusu... Biraz özlenen... Kim bilir? Biraz da hüzün belki.  Dua gibi... Büyü gibi hasretini ezberlediğim... Yeditepe üzerinden saçlarını dağıtan... Hatıraların tarihin küllerini savurduğu... Kadın gibi, kısrak gibi ince beline sarılıp gerdanından öpülesi bir Levent Yüksel şarkısıdır. Ve tüm bunların üzerine  İstanbul benim için  artık sinemadır. İstanbul'un sinemayı çağrıştırması çocukluğuma dayanmıyor ama... Daha üç yıl oldu şunun şurasında. Evet, üç yıl önceydi.  O vakitler yeni ve sıkı bir Tersninja takipçisiydim. Yoo,  halen büyük bir  sevgi ve ilgiyle  Tersninja okuruyum valla ne yalan söyleyeyim.  Günlerden bir gün Tersninja'da  İstanbul Film Festival'i sevürenlerini anlatan Numan Serteli'nin  yazılarına  denk gelmiştim. Yazar bilet kuyruğundan başlayarak festivalde yaşadıklarını o kadar doğal, sevimli bir lisanla anlatıyordu ki,  sinema festivali hevesinin yüreğime yerleştiğini  o gün hissettim. Cesaretimi topladım. Yazarın anlattığı gibi biletlerimi aldım. Ve İstanbul Film Festival'ine gittim. Festival iki hafta sürmekteydi. Ben İzmit'ten kalkıp İstabul'a sinema festivaline gitmiştim. Haftada iki gün, günde üç film seyretmiştim. Müthişti. Sonra geçen sene İstanbul Film Festivali'ne  tekrar gittim. İstanbul ve sinema... Of!  Bir de doğum günüm festival haftası içine denk gelmiyor muydu? Hey! Bu durum bana ne büyük  kıyaktı gene  düşünebiliyor musun? Doğum günümdü. İstanbul'daydım. Sinemadaydım. İki sevdam doğum günümde bir araya geliyordu. Beyoğlu'nda sinema seven insanlar arasında, resmen uygarlık tozuna bulanıyordum.  Ve  dünyanın en zengin, en güçlü kişisi benmişim gibi Beyoğlu’nda sinemadan sinemaya dolanıyordum. Ah! Hayat bayram olmuştu sanki. Mutluluk buydu işte. Kendimi çok mutlu hissediyordum.

 

Bu yıl 2 ile 17 Nisan arasında 30. İstanbul film festivali yeniden başlayacak. Benim  festival izleyicisi olmamın ise 3. yılı dolacak. 19 Mart yani bugünden  itibaren festival  biletleri satışa çıkıyor. Az önce yüreğimi dinledim. Festival hevesi  yüreğime çoktan bağdaş kurup  yerleşmiş olmalı ki...  "Git! İlla gitmelisin." dedi. Az önce  festival programını ve filmleri  http://film.iksv.org/tr 'den inceledim. Kısmetse, bu yıl da İstanbul Film Festival'ine  gideceğim. Dünyanın en zengin en güçlü kişisi gene ben olacağım. Mutluluk nedir ki? Budur işte. Biliyorum  kendimi çok ama çook mutlu hissedeceğim.

2 yorum:

  1. hangi filmlere gitmeyi düşünüyorsun?

    YanıtlaSil
  2. Filmden ziyade gün seçmek durumundaydım Buket. İş programıma uygun günlere hangi filmler denk gelirse yani.. Yazacağım filmleri önümüzdeki günlerde.

    Bu arada Küçük Prens'i sizin için yazdım diye düşünebilirsiniz:) Kızınız için erken diye düşünüyorum. Gene de siz bilirsiniz.

    YanıtlaSil