“Yazarların İstanbul’u” adlı kitapta on iki yazar, İstanbul’un on iki farklı köşesini anlatıyor. Kitaba şöyle bir bakıyorum ve Celil Oker’in “Kapalıçarşı Rehber İstemez” başlıklı, sekiz kitap sayfası yazdığı yazıyla kitabı okumaya başlıyorum. O’Henry’nin unutulmaz Noel hikayesi vardır ya hani. Sevdiği erkeğe armağan vermek isteyen kadın en güzel şeyini, uzun saçlarını satarak, sevdiğinin saatine zincir alır. Erkek de aynı gün sevdiğinin uzun saçları için sedefli bir tarak almak ister. Parası yoktur. Saatini satmıştır. Çok bilinen bir öyküdür O’Henry’nin bu öyküsü… Celil Oker ve eşi de gençtirler. Yeni evli sayılabilirler. Kendi deyişiyle karısının ilk oğullarına hamile olduğunu söylemesi, anlatımına biraz O’Henry tadı katmaktadır. Paraları yoktur. Bebek lafı olmasa paranın pek bir önemi yoktur aslında. Ama hamileliğin anlaşılmasıyla şimdi Kapalıçarşı’ya gitmek için içinden geçtiğimiz Cağaloğlu’nda, Türkçe sözlüğe sözcük tanımı yazmaya çalışan oniki yaşıt insanla birlikte, aynı yerde işe başlarlar.
İşe yeni girdiklerinden, ilk aylıklarını henüz almamışlar. Hatırladığı kadarıyla sağdan soldan borç alma limitlerini de doldurmuşlar. Akşam eve dönüş biletleri belki var belki yoktur. O gün öğlen olur. İnsanlar soluklansınlar, yemek yesinler diye mola verilir… Karısı hamiledir ve cebinde hamile karısının öğle yemeğini karşılayacak kadar bile parası yoktur. İşyerinden aniden sokağa fırlar. Caminin yanından, ağaçların gölgesinden geçer. Etraftında hızlı hızlı yürüyen ya da bir şeyler satmak isteyen İstanbullular arasından… Sonra Kalpakçı’lar Sokağı’ndan Kapalıçarşı’ya girer. Kafasını kaldırıp kapının süslemelerine bakacak morali yoktur. Fatih Sultan Mehmet günlerinden beri o kapıdan giren kaçıncı kişidir acaba? Bu soruyu aklına getirecek halde değildir. O zamanlar da aynı kalabalık vardır mutlaka. Belki bu kadar turist yoktur.
Kalpakçılar Sokağı’nda o vakitler de yan yana kuyumcular çoktur. Vitrinlere burunlarını dayamış düğüncüler neler alacaklarına bakmaktadırlar. Satıcılar bugünkü gibi dükkanlarının önünde müşteri adaylarını gözlemekte, kime hamle edeceklerini belirlemeye çalışmaktadırlar. Alıcı olmadığı her halinden belli olmalı ki kimse kendisine hamle etmez. Zaten en boş kuyumcuyu seçmeye çalışmaktadır. Bir yandan, sol elinin yüzük parmağındaki öğle yemeğine dokunur.
Bu dükkanın sahibi kapının önünde değildir. Geleni geçeni kesmemektedir. Onu seçer. İçeri girer. Ama yüzüne bakmaz. Dükkan sahibi onun yüzüne bakar. Bir an. Durumu anlar. Parmağından çıkardığı yüzüğü tartar. Hesap makinesinde bir iki tuşa dokunur. Sonra bir rakam söyler. Başını sallar. Hafif terlemiş olmalı… Öyle hisseder. Dükkan sahibi parayı çekmeceden çıkarır. Tezgahın üzerine koyar. Hiç sesini çıkarmadan parayı alır. Kapıya yönelir. Dükkan sahibi arkasından “Afiyet olsun,” der. Hayretle döner. Adam gülümser. “ Üzülmeyin,” der. “Olur böyle şeyler. Eşinize saygılar.”
Çok eskiden beri, yaklaşık 400 yıl boyunca, Avrupa ortasından taa Arabistan’a uzanan güçlü bir imparatorluğun tam ortasındaki bu başkente dünyanın malları yağar… Almak ve satmak için insanlar Kapalıçarşıyı doldururlar. Doğudan ve batıdan gelen insanlar Kapalıçarşı’nın 61 caddesindeki, 4000 dükkandan birinin önünde buluşurlar. O zamanlar olup biten de globalizmin ürünüdür, şimdi olup bitenler de. Bari Kapalıçarşı dış görüntüsünde zamanı dondurmuştur. Yoksa gözlerimizi şenlendiren o binlerce pırıltılı kumaş, bakır, gümüş, kıymetli taş ve madeni Akmerkez ya da Kanyon’a benzer modern yapıların içinde görmek durumunda kalmaz mıydık?
Şimdi arada sırada, neden parmağında alyans olmadığını soranlara, Celil Oker işte özetlediğim bu hikayeyi anlatır. O günleri unutmamak için bir daha yüzük takmaz.
Kapalıçarşı için pek çok şey işitiriz. Her dükkandan laf atarlar. Zorla mal satmaya kalkarlar. Pazarlıkla ile ilk söyledikleri fiyatın yarısının altına inerler. Güzel hanımlara bakarlar. Hepsi doğru olabilir. Ama doğrunun tamamı değildir. Doğrunun tamamı aslında yazara göre bize bağlıdır. Biz ne için gelmişsek, Kapalıçarşı bize o yüzünü gösterir. Yazara dost yüzünü göstermiştir.14.03.2010
Şimdi arada sırada, neden parmağında alyans olmadığını soranlara, Celil Oker işte özetlediğim bu hikayeyi anlatır. O günleri unutmamak için bir daha yüzük takmaz.
Kapalıçarşı için pek çok şey işitiriz. Her dükkandan laf atarlar. Zorla mal satmaya kalkarlar. Pazarlıkla ile ilk söyledikleri fiyatın yarısının altına inerler. Güzel hanımlara bakarlar. Hepsi doğru olabilir. Ama doğrunun tamamı değildir. Doğrunun tamamı aslında yazara göre bize bağlıdır. Biz ne için gelmişsek, Kapalıçarşı bize o yüzünü gösterir. Yazara dost yüzünü göstermiştir.14.03.2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder