Bazan bloğa yazı yazıyorken, senle oturmuşuz da karşılıklı muhabbet ediyormuşuz gibi hissediyorum. Mis gibi kokan kahveler ellerimizde mesela. Ben oturuyorum büyük battal koltukta... Ayaklarımı göğsüme toplayıp, kollarımla ayaklarımı kucaklamışım hatta. . Bilirsin ayaklarımı toplamadan duramam, muhabbet ederken bile ayaklarımın yerden kesilmesi gerekir illa. Sen ise tekli koltukta, ayaklarını sallaya sallaya, her zamanki gibi anlattıklarıma şaşıra şaşıra beni dinliyorsun. Bu kez, eski günlerden bahsetmiyorum. Paşa çayları, pötibör bisküviler, annemin çamaşır yıkama ve kabul günleri gelmiyor aklıma. Bir şiir mırıldanıyorum usulca... “ Biliyorsun ben hangi şehirdeysem, / Yalnızlığın başkenti orası”... Cemal Süreya’nın Göçebe adlı şiirinden iki dize söylüyorum.“Bir de yine sevgili çocuk,/Biliyorsun kişi tutkularıyla, /Yalnızlığını adlandırıyor o kadar” diye şiirin diğer dizeleriyle devam ediyorum.
"Nerden çıktı şimdi bu şiir durup dururken?" der gibi bakıyorsun bana. Aldırmıyorum. Devam ediyorum anlatmaya... “ Biliyor musun? Okulda bana matematiği sevdiren şairdi Cemal Süreya. Ne zaman darlansam matematik dersinde, hemen yazardım defterimin gizli bir köşesine… “Seni 1 kere öpsem 2’nin hatırı kalıyordu / 2 kere öpeyim desem 3’ün boynu bükük” İşte böyle rakamlarla yazınca Cemal Süreyya’nın Aşk adlı şiirini, matematik dersi gözüme daha sevimli görünürdü. Kıkırdıyorsun. “Dur.. Dur…” diyorum. “Ayrıca Yemek adlı bir şiiri vardır. Bu şiir aklıma gelince, ne çok ortak yönümüz var şairle diye sevinirim. Hatırlayacaksın bak bu şiiri.. Küçücük… Sadece iki dize.. Şöyle.. “Yemek üstüne ne düşünürsünüz bilmem / Ama kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı.” Ne hoş değil mi?” diyorum. Eyvah! Karnımız mı acıkıyor ne? Devam ediyorum ballandıra ballandıra anlatmaya…“Laf Cemal Süreya’dan açılmışken, bak ne anlatacağım sana” diyorum. “Daha önce duymuş muydun bilmiyorum, Cemal Süreya sürgünlük, yatılı okullar, mesleği nedeniyle sürdüğü göçebe hayat, evlilikler, laf aramızda beş kere mi evlenmiş ne" diyorum... "İşte bu gibi sebeplerle 40’ya yakın ev değiştirmiş hayatı boyunca. Hele 1954 ile 1980 yılları arasında, yani 26 yılda 28 ev değiştirmiş. Hiçbir semtte berberi olmaz mı insanın? Şöyle gelmişten geçmişten muhabbet edeceği... Olmamış. Buna çok üzülürmüş.” Şaşırıyorsun anlattıklarıma... Hevesle devam ediyorum anlatmaya…
“Hele ilkokula giderken adını, oturdukları mahalle ve sokağın adını, okulunu söylemekten utanırmış. Neymiş nüfus kağıdındaki ismi biliyor musun? Cemalettin Seber. Pürtelaş mahallesinde otururlarmış. Sokağın adı da Tavukuçmazmış. Okulu eski, derme çatma ahşap bir binaymış. A,B,C gibi sınıf şubeleri olmayan küçük bir okulmuş. Düşünsene…” diyorum sana… “ Yedi - sekiz yaşlarında bir çocuk... Sanırım annesi de şair bu yaşlardayken ölmüş. Bakar mısın, neleri düşünür, nelere üzülürmüş.” Dinledikçe tatlı bir tebessüm yayılıyor yüzüne… “Büyüdüğünde gülmüş tabi kendine… "Oysa ne güzel adlarmış meğer," dermiş. Ama kendi adını hiçbir zaman sevmemiş. Cemal diye kısaltmış. Yanına Süreya’yı katmış. Aslında çeşitli sebeplerden 13 e yakın takma adla şiirlerini yayınlatmış. Neyse, bunlar uzun hikaye… "diyorum sana. “Biliyormusun, bugün yazarın 20. ölüm yıldönümü. 9 Ocak 1990’de öbür dünyaya göçmüştü. Ölüm sana da abraka dabra gibi gelmiyor mu Allahaşkına? Hani nerede o güzelim sevda sözlerini yazan büyük ozan? “Şimdi sen kalkıp gidiyorsun./ Git / Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar / Oysa ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin" diyen şair nerede hani? Hiç birşeye kızıp, küsmeye değer mi?” diyorum. Hemen gözlerini kaçırıyorsun benden. “İnsan tanımasa da şiirleri sebebiyle nasıl sevebiliyor şairleri değil mi?” diyorum. “Her ölüm insanın içinde doldurulmaz bir boşluk bırakıyor. Yok ama yok… Hüzünlenmek var.. Üzülmek yok.. Ölüm herkesin başına… Ne yapalım? Bir varmış bir yokmuş olacak. Zaten ne demiş Cemal Süreya Üstü Kalsın adlı şahane şiirinin dizelerinde… “Ölüyorum tanrım / Bu da oldu işte. / Her ölüm erken ölümdür / Biliyorum tanrım. / Ama, ayrıca, aldığın şu hayat /Fena değildir... / Üstü kalsın... " "Haydi bir dua gönderelim şairin ruhuna" diyorum. Gülümsüyorsun gene... "Hah şöyle, gülümse!" diyorum sana. Diyorum ama... Sanki birden içimdeki boşluktan bir rüzgar esiyor. Evet, evet... Resmen içim üşüyor. Neden acaba?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder