Hayalperest bir bünyeye sahip olmanın faydası var zararı yok inan ki. Bak şimdi. Kimi zaman işlerim, beşeri ya da sosyal ilişkilerim, yaşadığım dünyada olan bitenler, kendi coğrafyamdaki hadiseler konusunda acayip karamsar biri oluyorum. Her defasında öfkelenmeyeceğim, sinirlenmeyeceğim, karşımdakinin yerine kendimi koyacağım, olayları anlamaya çalışacağım diyorum demesine ama olmuyor. Trajik tarafından bakıp durumları basbayağı mesele haline dönüştürüyorum. Ben dert etttikçe o meseleler gözümde devleştikçe devleşiyor. İçimde filizlenmeye başlayan vesvese rüzgârları tatlı bir meltem esintisi gibi değil... Bilakis dehşetli bir tayfun gibi yüreğimi kasıp kavuruyor. Kuruyorum ben tamam mı? Sadece bazı insanları değil, hayatın bizatihi kendisini kötü görüyorum. Kurdukça kuruyorum. Kurduğum meselelerin üzerine varsayımlarımı bööyle tuğla tuğla yan yana, hatta yetmiyor üst üste ördükçe örüyorum. İnşaatı gök kubbeye kadar yükseltiyorum. Varsayımlarımla büyüyen meselelerim vesvese kulesi halinde arşa değince bana gelenler geliyor gene... Ne oluyor bu durumda? Alıyorum önyargılarımı varsayımlarımın üzerine enine boyuna sıvıyorum. Ohh! Varsayımlarım ve önyargılarımdan kurduğum kule var ya! İşte inşaa ettiğim o vesvese kulemin içine girip kendimi en alttaki hücreye kitliyorum. Sonra iki elimi yumruk yapıp yanaklarıma dayıyorum. Bir süre öyylecene duruyorum. Sanki yönetmen oturduğu koltuktan bana "Action!" diye sesleniyor. Sen de Kill Bill'deki Gelin, ben diyeyim dövüş tekniklerini arka arkaya icra eden Zagor gibi, mesele ettiğim vaziyetleri ya da kişileri kafamda tek tek dövmeye, harcamaya başlıyorum. Yerin dibine sokup çıkarıyorum. Bu durumda ben o nefret ettiğim, tiksindiğim insan modeli olup çıkıyorum. İçimi zifiri bir şey kaplıyor. Hayatla cenk edebilir mi insan? Hem nereye kadar? Kurtarmalıyım kendimi bu vesvese tufanından diyorum. İşte o anda silkelenip rüyalarıma monte ettiğim trapezci rolümü gerçek hayata geçiriyorum. Oturduğum yerde iki sandalyeyi üst üste koyuyorum. En üste çıkıp oturuyorum. Tüm önyargılarımı, varsayımlarımı, vesveselerimi, trajik gördüğüm her şeyi aşağıda bırakıyorum. Mesele ettiğim vaziyetlere ya da kişilere bir de yukarıdan bakıyorum. Hissiyattımı bulandıran şeyleri kafamdan birer birer atmaya çalışıyorum. Sukûnetle, öfkelenmeden, sinirlenmeden, yıpranmadan, alçakgönüllükle, sevgiyle yaklaşarak meseleleri kafamda çözümlemem mümkün değil mi? Mümkün olmalı. Yoksa sıkıntılardan oluşan hastalıklara davetiye çıkarmam gerekecek. Az önce trapezciydim sahiden. İçimde öfke fırtınaları estiren, vesvese yaptıkça devleşen meslelere ön yargılı davrandığımı düşündüğüm kişilere üst üste koyduğum sandalyelerin tepesinden bir daha baktım. Anlamaya çalıştım. Aşağıya indim. Ne yalan söyleyeyim gene eyvallahsız olmaya karar verdim. Şu anda kötülük yapmayı düşünen ya da kötülük yapmakta olan zalimler, haydutlar, üçkağıtçılar, vicdansızlar, merhametsizler ve bilumum kötüler duysunlar da titresinler diye “KUKURİİİKUUU!” diye avazım çıktığı kadar bağırdım.
Ön yargı- varsayım değil bular,hayat paranoyak yaptı hepimizi:))
YanıtlaSil:)) Oya, sadece bir denemeydi:))
YanıtlaSilben bu yazınızı çok sevdim, elinize sağlık çok güzel anlatmışsınız, betimlemelere de bayıldım.Gözümün önüne geliverdi o kule ve en alt katındaki hücre. Kaleminiz hiç tükenmesin
YanıtlaSilBakıp, görüp, hissedip karamsar olmamak mümkün değil. Ben de zaman zaman bir AUM çekip rahatlıyorum:-)
YanıtlaSilSelam Don Kişot, keşke don kişot olabilsek:))
YanıtlaSilSelam Çevirmen, benim ki "ahhhyaaakk!" ya da "kukurikuuuu!"
YanıtlaSilsanırım yazılarını okumak için epey bi kahve molası vericem...
YanıtlaSildışarda bi yerlerde benzer ruhların varlığını bilmek rahatlatıyor insanı...sakın değişme... :D
TheMonk, her zaman beklerim:) Teşekkür ederim.
YanıtlaSil