Perşembe günü Kadir Has Üniversitesi'ndeki Tezer Özlü konferansı'nın tadına doyamayınca, cuma günü devam edecek olan konferansı izlemeye karar verdim. Bu durumda tüm iş programımı değiştirmeliydim. Cuma sabahı çalıştığım sigorta şirketlerinden birinin bölge müdürlüğünden ofisime ziyaretime geleceklerdi. Telefon ettim. "Ben İstanbul'dayım. Yarın sabah ben size gelsem. Ne dersiniz?" diye sordum. "Elbette." dediler. Ayıp bir şey mi bu? Değil bence. Eğer ben bu teklifi yapmayıp, konferansa gidemeseydim, illa ki onların gelmelerinden rahatsız olduğumu hissettirecektim. Oysa maksat görüşmek değil mi? Samimi davrandım. Dururmumu anlattım. Hoşlarına bile gittiğini söyleyebilirim. Neyse. Diyeceğim odur ki ben perşembe akşamı Ataşehir'de oturan arkadaşım Hülya'da kaldım. Cuma sabahı saat dokuzda sigorta şirketine gidip görüşmemi yaptım. Arabamı Kadıköy'de bıraktım. Vapurla Eminönü'ne geçtim. Taksiye atlayıp Kadir Has Üniversitesi'ne gidip Tezer Özlü konferansının devamına katıldım. Sanırım tek okur izleyici bendim. Diğerleri öğrenciler, memleketin değişik şehirlerindeki üniversitelerinden gelen akademisyenler, Tezer Özlü'nün yakınlarıydı. Ve sana bir şey söyleyeyim mi, tek kelimeyle enfes bir konferanstı. Ufkumu anlatamayacağım kadar çok açtı. Akşam üzeri yapılacak olan son yuvarlak masa söyleşine girdim. Dinleyici koltuğuma oturdum. Önümdeki kıvırcık saçlı adam ilgimi çekti. Yoksa Metin Üstündağ mıydı? Olabilir miydi? Evet, kesinlikle oydu. İnanamadım. Bu feleğin bana tam bir kıyağıydı anlatabiliyor muyum? Metin Üstündağ'ın sadece karikatürlerinin değil, esas kitaplarının müptelasıyım. Az mı aradım sahaflarda kitaplarını? Of! Ne sen sor ne ben söyleyeyim. Çıkışta yan yana gelince tanıştım. Ne konuştuğumu hatırlamıyorum. Sadece bu muhabbetin bana kadayıf üzerine kaymak tadı verdiğini söyleyebilirim. Ve çıktım üniversiteden. İstanbul'da ne hoş iki gün geçirdim diye düşündüm. İstanbul'un karmaşasına daldım.
Perşembe akşamı Avrupa yakasından Anadolu yakasına arabamla geçmiştim. Trafik akıllara ziyandı. Korkunçtu diyebilirim. Cuma günü vapurla karşıya geçtim ama gene kara yolu tam bir keşmekeşti. Bir kaç gün daha bu durumu yaşasam belki sevgiliden bıkkınlık hissi gibi bir duyguyla İstanbul'dan ayrılabilirdim. Galiba bana İstanbul'u sevdiren tarihi olaylar değildi. Ben İstanbul'u şairlerin, yazarların katkılarıyla sevmiştim. Ahmet Hamdi Tanpınar ve Orhan Pamuk kitapları en bilindik rehberlerimdi sözgelimi. Ben İstanbul'u topyekün herşeyiyle, ama esasında yazarların ve şairlerin yazdığı cümlelerin bende doğurduğu hüzünlü, hülyalı hisle sevdim. İstanbul bana gene tam manasıyla rüyadaymışım hissi verdi.
"O bu yolu öteden beri severdi. Beyazıt Camiinin yan tarafında, büyük kestanenin altında güvercinleri seyretmek, sahaflar içinde kitapları karıştırmak, tanıdığı kitapçılarla konuşmak, sıcak günden ve sert aydınlıktan çarşının birdenbire insanı kavrayan loşluğuna ve serinliğine girmek, bu serinliği çok arızı bir hal gibi teninde duya duya yürümek hoşuna giderdi. " (Huzur s.37)
"Keserciler sokağına geçti ve uzun süre sokak adlarına bakmadan yürüdü. Ahşap evler arasında bitişik nizam yapılmış, balkon demirleri paslanmış döküntü apartmanlar, uzun burunlu 1950 model kamyonlar, çocukların oynadığı araba tekerlekleri, eğrilmiş elektrik direkleri, kazılıp bırakılmış kaldırımlar, çöp tenekelerini karıştıran kediler, pencerelerde sigara içen başörtülü ihtiyar kadınlar, seyyar yoğurtçular, lağımcılar, yorgancılar gördü." (Kara Kitap s.316)
"Artık ne İstanbul'u ne Boğaz'ı ne eski musikiyi, ne de sevdiği kadını birbirinden ayırmaya imkan bulamazdı... Ayrı bir nizamda üç güzelliğin, sanatın sevilen tabiatın ve hiçbir cazibesi kaybedilmeyen kadının birbiriyle kendi ruhunda nasıl karıştığını, ne acayip büyüye ve rüyaya yakın bir kıyaslar aleminin bir tek realite gibi yaşadığını kendi de fark ederdi." (Huzur s.188)
"Rüyalardan başka bir yerde göremeyeceğimi sandığım, kör çeşmeli, yıkık duvarlı, kırık bacalı hayalet sokaklardan geçerken, karanlığın içinde masal devleri gibi uyuklayan camileri tuhaf bir korkuyla seyrederken, yalnız sarayımda değil bütün İstanbul'da zamanın durduğuna beni inandıran, havuzları kurumuş, heykelleri unutulmuş ve saatleri durmuş meydanlardan geçerken, taklidimin öğünerek anlattığı ticari başarılarını da... dinlemiyordum. Benim ve senin soyadını taşıyan cadde sabaha doğru, öbür bütün caddeler, sokaklar ve alanlar gibi, gerçeklikten çok bir rüyanın uzantılarıydı." (Kara Kitap s.292)
Ne güzel yapmışsın. Bne de yaşamış gibi oldum sayende. Hele metin Üstündağ ile tanışman..inan yanınızda olmak isterdim. Bunun hikayesini ayrıca dinlemek isterim.
YanıtlaSilEğer fazla trafiğe girmek istemezsen arabanı harem otoparkların bırakıp vapurla eminönüne geçebilirsin.
Sevgiler
Selam Dilek, Ben de zaten ikinci gün dediğin gibi yaptım. Deniz yolu şahane... Amaaa... Kara yoluna gelince... Aramıza soğukluk girmesin diye, gözümü kapattım,hüzünlü ve hülyalı hislerimle yazarların İstanbul'una daldım:)
YanıtlaSililk defa yorum yapacağım ve muhtemelen son yorumum olacak: bu bloga bayılıyorum. çok güzel; insanı bilgiyle, hüzünle, mutlulukla, tebessümle dolup taşıran yazılar.. sevgiyle kal (:
YanıtlaSilSelam Dedimdi, Tamam ilk defa yorum yaptığınızı biliyorum ama niye son yorumunuz olacak onu anlamadım:) Olmaz böyle!
YanıtlaSilYazmazsanız bir daha yorum, "dedimdi" dedirtmeyin bana... Sizin bloğu yorum bombardımanına tutabilirim yani:)) Sonra "dedimdi" demeyeyim:) Sağolun.
tekrar merhaba. ağzım açık okuyorum çünkü. (: alıp götürüyor yazılar, yorum yapacak yerde duygu seline kaptırıyorum kendimi (:
YanıtlaSilValla Dedimdi size:) İlk yorumla başladım işe:))
YanıtlaSilSonra böyle kaleminden bal damlayan birinin bloğunu hemen sevdiğim bloglar arasına da ekledim.
Artık yakinen izleyeceğim:) Her zaman beklerim Dedimdi... Her zaman. Teşekkür ederim.
Tam da aynı nedenle aldatılmışlık duygusu yaşarım, her İstanbul'a gelişimde.:))
YanıtlaSil"Eeee, nerede bu şehir, sokaklar, nerede hüzün nerede aşk, terkedilmiş sevdalar.. Neredeseniz, nerelere kaçtınız; yoksa zaten hiç yok muydunuz?"..
İstanbul'u sevdiren de şairleri, yazarları, tarihi oluyor Hayal Kahvem... Hatta kulelerinden, saraylarından, kasırlarından akan hikayelerin cezbedici senfonisi oluyor bazen bu şehri sevdiren... Biz de kara yolu ile aramız bozukken vapurların misafiri oluyoruz, hele ılık bir esinti ve bir parça simit varsa elimde martılar da eşlik ediyor yolculuğa... Bir de Kız Kulesi ile Galata'nın sevdalı bakışları, Topkapı'nın heybeti, Dolmabahçe'nin zerafeti...
YanıtlaSilGaliba ben hemen kendime bir İstanbul platosu kuruyorum Avram. Sevdiğim İstanbul'u oraya oturtuyorum... Sonra her adımda İstanbul'u hissediyorum. Benim binbir oyunlarımdan biri daha:) Her defasında İstanbul'u daha çok sevebiliyorum bu durumda. Değişik bir durum. Diyorum ya tuhafım:)
YanıtlaSilSen zaten, öykü yazmayı bilmeyen, sinemadan anlamayan, futboldan bîhaber, aklı havada, leyla, bencileyin biri idin..
YanıtlaSilEstağfurullah Hocam, ne demek.. Yanlış anlaşıldım sanırım. Benim için yazdığım vaziyetler sadece onlar.. Vallahi doğru söylüyorum. Bakmayın böyle bıdı bıdı yazı yazdığıma.. Muhabbete gelince hiç bir şey hatırlamıyorum. Meraklarım muhtelif, ilgim dağınık olunca bilgim hep yarım yamalak oluyor. Sahi yani:))
YanıtlaSilSen Sisi'nin Değirmendere şubesisin:) Özledim çıtır çıtır konuşmanı. Uğrayıver bi hafta sonu canım. Sevgiler.
YanıtlaSil