Bugün Gölcük'teki meydanda bir süre beklemem gerekti. Bir saat kadar aynı mekanda durunca, elimde olmadan etrafa dikkat ettim. Yıllardır yaşadığım yeri yadırgadım birden. Etraftaki binalara baktım ve olanlara inanamadım. Kendimi yabancı bir yerdeymişim gibi hissettim. Tamam deprem yaşadı Gölcük... Tamam, yeni binalar yapıldı yıkılanların yerine. Ama bu kadar mı değişir herşey, bu kadar mı yabancılaşır insan şehrine? Hiç mi eskiyi hatırlatmaz bir şey, bu kadar mı anılar gömülür yerin dibine? Sadece Gölcük'te değil her yerde, her şey o kadar paldır küldür değişiyor ki bu memlekette. Hiç ehemmiyet verilmiyor, o yerde yaşayan insanların kişisel tarihlerine. Oysa bir yerde bu kadar yıl yaşamışsa insan, bazı köşelerinde anılarından kırıntılar görmek istiyor. Hele özellikle bir gecede, zalim bir deprem nedeniyle, pek çok şey yok olup gitmişse... O yerle ilintili eski hatıralar, kimi zaman sığınacak bir liman olabiliyor. Ama yok işte size geçmişi hatırlatan hiç bir mekan. Bu durumda ipek bir çorabın ucu kaçmış ilmiğini çekmişsiniz gibi, anılar ilmik ilmik ortaya dökülüyor. Derin bir iç çekiyorsunuz ve içinizi dumanlı bir efkar kaplıyor.
Eve döndüğümde, kitaplığıma şöyle bir göz atıyorken, ansızın Kemalettin Tuğcu'nun bir kitabıyla göz göze geldim. İşte dedim eskilerden bir ağıt bu, bana çocukluğumu hatırlatan. Eskilerden tutunacak bir anıydı aslında istediğim. Bu kitap beni çok daha öncesine götürdü. Taaa çocukluğuma. Niye Kemalettin Tuğcu kitaplarını okurken hep ağlardım? Çocukları ağlatan kitaplar, iyi bir şey midir ki acaba? Ölen anneler ve babalar, üvey anneler ve babalar, kendisine eziyet edilen üvey çocuklar, fakir insanların acıklı durumlarını ağlayaya ağlaya bu kitaplardan öğrenmiştim. "Kimdir bu kadar çocukları ağlatmaya meraklı yazar? Kendisi nasıl bir çocukluk geçirmiştir?" diye merak eden var mıdır benden başka bilmiyorum ama ben merak etmiştim.
İlgiçti yazarın kendi hikayesi... Şöyle ki... Kemalettin Tuğcu 1902 yılında doğar. Sakat doğduğu için dedesinin Çengelköy'deki evinde hazin ve yalnız bir çocukluk geçirir. Hiç okula gitmez ve evde okuduğu kitaplarla kendisini yetiştirir. Kendi kendine tercüme yapacak kadar Fransızca öğrenir. Hayatı boyunca 235 tane çocuk, 11 tane de büyükler için roman yazar ve 1996 yılında vefat eder. Kimbilir belki de, yazarın sakat doğması, okula gidememesi, ailesinden uzak, zor ve yalnız bir çocukluk geçirmesi hayal gücünü bu yönde çalıştırdı. Kimbilir belki Kemalettin Tuğcu'nun okuduğumuzda gözyaşı döktüğümüz her öyküsü, beterin beteri var diye kendi kendine bir avuntuydu belki... Olamaz mı? Kim bilebilir, belki...
İşte bugün Gölcük'te, geçmişimle ilgili hiçbir binanın yerli yerinde olmadığını farkedince, eskilerden birşeyler düşünmek istedim. Her zamanki sığınağım kitaplarım olunca, bugün şansıma Kemalettin Tuğcu düştü, ne yapabilirim? Ne tuhaf çocuklardık biz öyle değil mi? Okuduğumuz bazı öyküler ne kolay ağlatırdı bizleri. Şimdiki çocuklar Kemalettin Tuğcu'nun kitaplarına bizim gibi ağlayabilirler mi? Eskinin yıkılarak yeni binaların biteviye çoğaldıklarını farkedip büyüdüklerinde, artık eskiyi hatırlatmıyor hiç bir şey diye efkarlanabilecekler mi? Zannetmiyorum! Niye? Bizim küçüklüğümüzde her şey yerli yerindeydi, bu kadar hızlı değişmezdi! Şimdi hız zamanı... Değişim moda... Çocuklara eski diyebilecekleri bir şey bırakmıyoruz ki... Biz zamane çocukları gibi hızlı büyümedik ya, şimdi bu yaşımda, kendimi Kemalettin Tuğcu'nun öyküsündeki öksüz çocuk gibi hissedip efkarlanmam bu yüzden olabilir mi? Efkarlanmak iyi bir şey mi?
BAzen, bazen değil aslında sık sık, Bostanlı'da çocukluğumun en keyifli günlerin igeçirdiğim sokaktan geçiyorum. Değişen çok şey var..Bir kısmı insan eli ile gerçekleşen cinsten. Ama bir şey dikkatimi çekti, o çocukluk algısı ile ne çok şeyi farklı görmüşüm: Misal, sokak bana hep, geniş cadde gibi gelirdi oysa, kuş kadarmış. Apartman, uzayıp giderdi göğe oysa dört katlı epi topu..Okuldan eve gelmem, onlarca dakika sürerdi ( artık ne haltlar yiyorsam yolda) oysa, arada sadece bir kaç apartman varmış..Ne küçükmüş mahalle dedim bir gün..Oysa ben, gezmekle günü bitiremezdim sokaklarda..
YanıtlaSilKemalettin Tuğcu okumadım doğru düzgün..Sıkılıyordum o kadar acıklı hikayeden..Jules Verne ve Ömer Seyfettinciydim o yıllarda..
Kemalettin tuğcu'nun Öksüz Murat kitabını okuyunce ben de ağlamıştım o zamanlar. Teşekkür ederiz..
YanıtlaSilbiliyormusun, hiç k.tuğcu okumadım. çocukken de durmada kitap okurdum. anem yatırırdı gece, kalkar gece lambasında okurdum ama onu okumadım hiç. heidi yi durmadan okurdum bir de ökkeş serisi vardı.. nasıl mutluluk verirdi ökkeşin her hali. çocukken mutlu ve umutluydum ama büyüdükçe bana birşeyler oldu :)
YanıtlaSilBuket, şimdi başla okumaya ne dersin? Pelin ne düşünür acaba? Yeni yetmeler severler mi Kemalettin Tuğcu'yu benim gibi:)
YanıtlaSilSağolun Profösör. Ağlardık gerçekten. En azından ben ağlardım:) Sizin de ağladığınıza sevindim:)
YanıtlaSilSelam Avram, İzmir'de Kemeraltı Çıkmazı var mı?
YanıtlaSilTersninja'da Sadık Yemni'nin bir öyküsü vardır. Kayıp Sinema... Çok sevdiğim bir öyküsüdür. Hatta öykü yazmama niyetlenmeme sebeptir:) Ama beceremem tabii o başka:))
Niyeyse şimdi o geldi aklıma.. Bir ara okusanıza..
http://www.tersninja.com/sadik-yemniden-sinemasallar-3-kayip-sinema