Mezopotamya’da ortaya çıkan, tarihteki ilk yazılı destan diye bilinen, ”Gılgamış Destanı” vardır ya hani, bilirsin Edebiyat derslerinden. Özellikle "Tufan" öyküsü vardır ki içinde anlatılan, hani üç büyük din kitaplarında da yer alan... Bir “Ölümsüzlük Otu” öyküsüdür bu, ondan bahsetmek istiyorum şimdi. Kral Gılgamış M.Ö 28. yüzyılda Mezopotamya’da gerçekten yaşamış. Bu destan kralın ölümünden neredeyse 1000 yıl sonra Akat dilinde tabletlere yazılmış. Günümüze kadar 11 tablet bulunmuş. Tüm tabletler bulunamadığı için henüz tamamlanamamış. Destan Gılgamış’ın özelliklerini övgü ile başlar. Gılgamış yarı insan, yarı tanrıdır. Karada denizde olan her şeyi bilmektedir. Bir yapı ustası ve yenilmez bir savaşçıdır. İşte bu destan Gılgamış’ın başından geçenleri anlatmaktadır.
Ben ilk serüvenleri atlayıp asıl ilgimi çeken, Gılgamış’ın “Tufan Öyküsü”ne gelmek istiyorum. Yeryüzünün sularla dolup taşmasının öyküsüdür. Bu öyküde Gılgamış, tufandan kurtularak sağ kaldığını öğrendiği, ölümsüzlüğün sırrını bilen bilgenin peşine düşecektir. Çünkü yaşamdaki en büyük amacı ölümsüz olmaktır. Gerçekten bilgeyi bulup, onun verdiği ölümsüzlük otuyla ölümsüzlüğe kavuşacaktır. Ancak elindeki otu bir yılana kaptırır ve ölümsüz olma hayalini kaybeder. Bundan böyle yılanların her bahar deri değiştirmesini bu olaya bağlarlar. Ebediyen yaşama ümidini kaybeden Gılgamış deliye döner. Elinden bir şey gelmez. Sonunda her insan gibi ölüme yenilecektir. Hayatının sonunda şunu kabul eder Gılgamış: “Bilgelik yaşarken dünyanın niğmetleri farketmektir.” Destan böyle sona erer.
Kıssadan hisse mi? Nasıl yani? Yoo.. Ben sadece Gılgamış Destanı’ndan kısaca bahsetmek istedim... O kadar. Ne bileyim? Sabah sabah aklıma geliverdi birden... Kıssa… Hisse… Yok öyle bir şey yani! Böyleyken böyle işte!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder