Hava iyice karanlık. Zifiri… Gecelerden bir gece… Ve ben… Bezginim. Üstelik, bugün Filmekimi nedeniyle Beyoğlu’ndaydım. Nasıl yağmur yağıyordu anlatamam. "Tuhafsın!" diyeceksin biliyorum ama... Ben yağmur altında asla şemsiye kullanmam. Yağmur yağıyor diye saçak altına kaçmam. “Hey! Öleceksem suda öleyim!” derim. Kendimi iyice vururum yağmura, suya... Bu durumda tabiyatıyla adamakıllı ıslanırım. Eve epeyce geç geldim. Hemen bilgisayarımın başına oturdum. Yatmadan önce illa bir şeyler yazacağım yazmasına ama kafamı bir türlü toplayamıyorum. Çünkü televizyonda bir kadın çığlık çığlığa şarkı söylüyor. Başımı çevirip kim diye baktım. Belli, yıkılmış bir kadın, hayli çirkin, hayli geçkin, ağlamaklı. İnanmayacaksın biliyorum. Hatta abarttığımı sanacaksın… Bu kadın var ya… Aynı Timur Selçuk’un şarkısında anlattığı gibi zayıf, incecik elli… Sahiden incecik elli ve kalın dudaklı. Sesi bir tokat gibi patlıyor kulaklarımda… Yüzüm al al oluyor. Dinledikçe içim hüzün doluyor. Kahır doluyor. Gözlerim yaş doluyor. Filmekimi’nde seyrettiğim üç film aklıma geliyor. Önce bir Fransız filmi. Gökten Bir Uydu Düştü. Büyükannelerinin doğum günü nedeniyle bir hafta sonu bir araya gelen aile fertlerini üç neslin perspektifinden izleten duygusal bir film... Sonra Ada adlı, Bulgaristan-İsveç yapımı, Bulgaristan’da bir adada geçen, hayallerle gerçeğin harmanlandığı psikolojik bir film. Bu iki filmden sonra sinemanın derdinin, insanın insanı çözme çabası olduğunu düşündüm. Günün üçüncü filmi ise bir Güney Kore filmiydi. Filmekimi'ndeki ilk günümün film seçimine tam manasıyla tuz biber ekti. Ölüm Denizi aksiyon, gerilim ve şiddet içeren bir filmdi. Başından sonuna ilgiyle seyrettim. Filmekimi’nde bugünün özeti şöyleydi diyebilirim… İnsan dediğimiz canlı neydi? Ve ben kimdim? Son filmden çıktığımda hava iyice kararmıştı. Yağmur hızını arttırmış, bardaktan boşanırcasına yağıyordu. Hava günlük güneşlik ya da sağnak yağışlı... Hiçbir şey fark etmiyordu. Beyoğlu her zaman olduğu gibi tıklım tıklım insan doluydu. O kimsenin çözemediği insan... Doğuran, öldüren, gülen, ağlayan, vicdanlı, acımasız, vefalı, nankör, barışçı, savaşçı, zalim, merhametli… Hepsi birden insan… İnsan aynı zamanda acıkır ve susardı tabii. Yağmurda tedbirsiz dolaşan ahmaklar ıslanırdı da üstelik. Islanmıştım. Üşüyordum. Karnım feci acıkmıştı. Çorbacıya girdim. İlk bulduğum boş masanın sandalyesine oturdum. “Hey garson, bütün hesaplar benden bu gece, çorbadan sen de iç, sen de iç… Kapat kapıları kapat, kapat, yabancı girmesin. Filmekimi’nde hem içimin hem bedenimin üşüdüğünü kimse bilmesin. Yeter, yeter… İnsanın bu delice koşusu artık bitsin!” diyecektim ki diyemedim… Onun yerine… “Hey garson, bir sıcak çorba, yanında kız belli bardakta demli bir çay, lütfen.” dedim.
ortaokuldan beri şemsiye kullanmaktan nefret ederim, yağmurdan kaçılır mı hiç? iç çamaşırıma kadar ıslandığım çok olmuştur ama yağmurdan kaçmam. bende terapi etkisi yapıyor, ruhumu dinlendiriyor :) bol yağmurlu günler..
YanıtlaSilHayalkhanem, yorumunuz güldürdü beni:)
YanıtlaSilBugünlerde yağmur sebebiyle memlekette epeyce evsiz kalan insanlarımız var. Onları düşününce yağmur eğlenceli gelmiyor tabii. Ama acaba doğa mı insana zarar veriyor yoksa insan mı kendi sonunu düşünmüyor bilmiyorum ki. Yağmur rahmet olsun, bereket getirsin diyelim. Teşekkür ederim Hayalhanem. Sağolun.
Günaydın Hayalkahvem değerli blogunuzu bugün ekleme fırsatı buldum.İzleme modülündeki kartta bağlantı adresiniz malesef görünmüyor.O nedenle link adresinize google sayesinde ulaştım. aramalarında isim benzerliklerini ayırt etmem vs. biraz zaman aldı,okuyucuların size daha rahat ulaşabilmesi için gerekli düzenlemelerin(profil resmi ve URL adresi) yapılması yararlı olucaktır diye düşünüyorum.
YanıtlaSilSağlıcakla kalın.
Selam, İçimden Geldiği Gibi, beceremedim ben:)
YanıtlaSilNe fena! Bloğunuzda da okudum ama... Bilemedim, beceremedim:) Neyse.. Sağolun.