"İçinden tren geçen şehirler, orman köyleri, balıkçı kasabaları, nehir kenarları...
O sekiz bloğun dışındaki heryer çok uzak ve yorucu geliyordu.
Ayrıca çok sıkılırsak, sekiz bloğa on dakika uzaklıkta, altı salonlu sineması olan bir AVM vardı. Deniz, evet. Kıştan rezervasyon yaptırarak yetmişsekiz bungalovlu o tatil köyüne gidebiliyorduk.
Yedi gün sekiz gece bize ait olan o bungalovlardan birine yerleşip denize girebiliyorduk. Sonra yine bu sekiz blok.
...
Şehrin yükselen yıldızı, kuyruğuyla dünyayı devirip kayıplara karıştı.
Şehrin yükselen yıldızı, kuyruğuyla dünyayı devirip kayıplara karıştı.
Deli asansörler yerin yedi kat dibine kaçtılar.
Üçüncü boğaz köprüsüne sadece yirmi dakika uzaklıktaki akıllı evler duygularına yenik düşüyor,
Üçüncü boğaz köprüsüne sadece yirmi dakika uzaklıktaki akıllı evler duygularına yenik düşüyor,
gizli kameraların hepsi ıssız kumsallar gösterirken güvenlik alarmları canavar düdüğü üflemeyi bırakmış, içlerinden of sökerek sesli sesli ağlıyorlardı.
Havanın boşluğunda birbirine çarpıp yankılanan keder, yer kabuğunu boydan boya yararak ilerledi."
Havanın boşluğunda birbirine çarpıp yankılanan keder, yer kabuğunu boydan boya yararak ilerledi."
Atilla Atalay - Mecnun Kuleleri
İzmit’teyim. Günlerden pazar. Aylardan ekim. Şehir sessiz. Her gün gürül gürül fokurdayan insan sesi bugün yok. Şehrime şu anda sukûnet hakim. İzmit eskiden içinden tren geçen şehirdi. Bir zamanlar oturduğum ev, tren yolu kenarındaki apartmanlardan birindeydi. İlk gençlik yıllarım işte bu tren yolunda geçti. Tren yolu, şimdinin yürüyüş yolu oldu. Köşedeki bankta oturuyorum. Yolun iki yanındaki muazzam bedenleriyle asırlık çınar ağaçlarını seyrediyorum. Yapraklar kendi lisanlarında hışırdayarak şarkı söylüyorlar. Kimi rüzgârın ritmiyle usulca döne döne yola dökülüyor. Kimi ha düştü ha düşecek. Yorgun görünümlü dallarda sallanıyor. Vakitlerden güz saati... Ben oturduğum yerde, dirseklerimi dizlerime dayamış, yanaklarımı iki elimle avuçlamış kâdim dostum eski tren yoluna baktıkça bakıyorum. İlkin sanki zaman mânasını yitiriyor. Kendimi Ahmet Hamdi Tanpınar gibi hissediyorum. Yüreğim “Ne içindeyim zamanın ne de büsbütün dışında” dizesini tekrarlıyor. Yoo… Hayal aleminde değilim. Tamamen kendimdeyim. Hemen Oktay Rifat’a atlıyorum. “Bir çekitaşı gibi üstümde zaman.” demeye başlıyorum. Mevsimler insan ömürleri gibi akıp gidiyor diye düşünüyorum. Benim gibi şehrim de zamana ayak uydurmaya dirense de… Galip, mağlup yok aslında… Değişiklikler her ikimizin de suretine bir şekilde yansıyor. Ancak, sanırım, bazı anlar, şiir gibi hafızalarımızın içinde değişmeden olduğu gibi saklı kalıyor. Silkelenmeliyim. Böyle dalarsam derinlere, çıkışım zor alacak. Cahit Zarifoğlu’nun dizelerini bulmalıyım. Demeliyim ki “Haydi ey şair, sen de uyan ve şimşek gibi çakan şiirlerinle insanları uyandır, ölen duyguları canlandır, unutulan görevleri hatırlat… Onlara ilk hamlede, bildikleri kelimeleri, şimdiye kadar aşinası olmadıkları şekilde kullanmayı öğret. Sen aşk deyince bilsinler ki artık o şimdiye kadar bildikleri değildir.” Du bi… Ben durup dururken bir anıyı ağırlamaya girişmeyeyim şimdi. Bakma, en iyi kurtuluş gene şairlerin dizelerindedir. Hemen Haydarpaşa Garı'nda mavi gözlü bir adamı hayal etmeliyim. “Haydarpaşa garında… 1941 baharında… saat onbeş… Merdivenlerin üstünde güneş… yorgunluk… ve telaş… Bir adam… Merdivenlerde duruyor… bir şeyler düşünerek.” Tamam. Çok güzel. Böyle devam edeceğim. Heyyy! Dur! Artık şehrimin içinden değil dışından geçen trenden bir siren sesi geldi. Yüreğim hemencecik hop etti. Kalakaldım öylece. Ansızın anılar üşüştüler gözlerimin önüne. Yooo… Ben şimdi Nâzım Hikmet’in o seher vakti, paltosunun yakasını kaldırmış halde… Kar içindeki peronda, yataklı vagonun pencerelerinin birinin aralık perdesinden, saman sarısı saçlı, kirpikleri mavi, kırmızı dolgun dudakları şımarık ve somurtkan genç bir kadını görmesini istemiyorum. İstemiyorum işte… Onun yerine usulca Orhan Veli gibi seslenmek istiyorum şehrime… “Garibim… Ne bir güzel var avutacak gönlümü… Ne de bir tanıdık çehre… Bir tren sesi duymayagöreyim… İki gözüm iki çeşme.” Bugün bende vaziyetler böyleyken böyle.
NOT: Fotoğraf Cemal Turgay'a aittir.
cok guzel bir yazi,nostalji,edebiyat,siir ve duygularin harrika bir sekilde harmani olmus kaleminize ve yureginize saglik
YanıtlaSilIzmit'in icinden tren gectigi zamanlar dediginde cocukluma dondum resmen. Karsidan karsiya gecmek icin, trenin gecmesini beklerdik Izmit'te. Trenle gecerken de sehrin insanlarina bakip el sallardik. Cok guzeldi icinden tren gecmesi Izmit'in...
YanıtlaSiltren yolu kalkınca İzmit eski özelliğini yitirdi bence..
YanıtlaSilTeşekkür ederim Adsız. Keşke adınızı da yazsaydınız:)
YanıtlaSilBizler gibi şehir de değişiyor Lulu. Anılarda saklı kalacak eski İzmit. Dün şehirdeydim. Allahım, insan seli her yer... O tren yolu yürüme yolu oldu ya.. O kadar insan eskiden nereden yürüyordu peki:)
YanıtlaSilAh, güzel İzmit'im:)
Yelpazesu, Çinili Fırın yok artık. Yerini bir telefoncu alacakmış. Her yer telefoncu ve çakma parfümcü dolmuş. İnsanlar yüz yüze değil telefonla ya da internetle konuşmayı tercih ediyor tabii. Dün bir arkadaşım anlatıyordu. Oğluna arkadaşlarını çağır bizim eve demiş. Her biri laptoplarıyla gelmiş. Karşılıklı çetleşmeye başlamışlar aynı odada. Düşünebiliyor musunuz çocukların vaziyetini. Onlara nasıl anlatabiliriz ki eski günlerimizi? Her şeyin paldır küldür değişmekte olduğu, eski binaların yerini alışveriş merkezlerinin açıldığı bir çağda yaşıyorlar. Biz kendi özel tarihimizle ilgili bir yer bulamazken,onların anılarını biriktirecek nereler kalabilir ki? Neyse. Bugün böyleyken böyle:) Du bi... Mecnun Kuleleri'ni okuyayım iyisi mi:)
YanıtlaSilturkıye'de hıc trene bınmedım. sanırım bır kere hayal meyal hatırlıyorum. belkı de hayaldır.
YanıtlaSilen kısa surede. bostancıdan haydarpasa garına gıtmek trenle.
tesekkurler,
YanıtlaSilsiz guzel yazilarriniza devam edin,biz de keyifle okuyalim.Varsin adimiz olmasin.
İzmit ne zaman gri olsa kelimeler daha da ağırlaşır. İzmit'te yerlere ne zaman sarı yapraklar düşse, insanlar kaçar.
YanıtlaSilSelam Zeynep, ben böyle trenlerin hastasıyım ama ben kaç kere bindim ki acaba:) Birlikte binelim bari Zeynep. Ben İzmit'ten atlayayım trene, yarı yoldan Momentos binsin.. Bostancı'dan da siz. Haydarpaşa'ya gidelim. İnmeden geri dönelim:))
YanıtlaSilben size teşekkür ederim Adsız, yüreklendiriyorsunuz beni. Medem söylemek istemiyorsunuz, tamam. Varsın şimdilik adınız olmasın, yorumlarınız olsun:) Sağolun.
YanıtlaSilHayal kahvem önce fotoğrafla sonra yazınla beni can evimden vurdun...O fotoğrafa uzun uzun baktım kendimi o trenin içinde cam kenarında oturmuş,kar manzarasını seyrederken hayal ettim...
YanıtlaSilÇoook güzeldi...
Geçen hafta Haydarpaşadaydım trene binemedim ama fotolarla döndüm...yakında yayınlayacağım:)
Baykuş gözüyle
çok hoş bir yazı olmuş..okudukça içim huzur doldu..eskiye dair güzellikler canlandı gözümde..teşekkürler..bence izmit'in içinden tren geçen hali daha bi güzeldi..yürüyüş yoluda iyi fikir ama yok vermiyor o eski tadı..
YanıtlaSilVoorrnk şiir gibi yorum olmuş. İzmit aynı zamanda şiir de yazdırır ama bi bana yazdıramadı:)
YanıtlaSilSağolun Voorrnk.
Natali, merakla bekliyorum fotoğrafları. Bayılırım:)
YanıtlaSilGül/İnn, yazdığım yazıda tren yolu bir simge aslında. Geçmişle ilgili herşey pata küte değişince, iyice korar oldum biliyor musunuz?
YanıtlaSilGüzel şeyler olmuyor mu şehirde? Çook! Oluyor elbette. Ama geçmişle ilgili herşey silinememeli bir kalemde. O şehirde yaşayanlara eskiyi anacak, oraya ait olduğunu hissettirecek, hislenip içlerini hüzünle dolduracak bir şeyler bırakmalı. İnsanlara kişisel tarihleri unutturulmamalı diye düşünüyorum o kadar.
Yoksa Atilla Atalay'ın dediği gibi, eski yerleri değil de, havanın boşluğunda birbirine çarpıp yankılanan kederin, yer kabuğunu boydan boya yararak ilerlediğini görüyorum. Öyle işte:)
Sağolun.
Sakarya'dan yanında ki şehir için yazılan bir yazıyı okumak. Bu şehirlere sonbahar gerçekten yakışıyor.
YanıtlaSilCinnet İzmit
YanıtlaSil" Kocaman bir yalnızlıktı İzmit "
Behçet Aysan
uzun metrajlı bir işsizliktir İzmit
bana cinnet gömleği giydiren
elimde kötürüm bir diploma
ağır tonajlı yoksulluk
ömrümün derisini yüzerken
yokannemin evidir İzmit
salonuna gençliğimi halı yapıp ezdiği
kendimden eksildiğim dar(ağacı) odam
izmaritlerin ve depresyonun istila ettiği
kimsesizliğin izdüşümüdür İzmit
kırbaçtır gecesinin ayaz dili
garında parklarında cami avlularında
ben ve yalnızlığa havlayan sokak köpekleri
açlık bir sustalı gibi şahdamarımızda
kederin kara yorganı altında sabahlarken
iç kanamalı bir Aşk travmasıdır İzmit
iğneli fıçılara sokan kalbimi
kendimi ıskaladığım yıllar ve isyan
gençliğimin ince yerinde
- beni bir daha doğurma anne!
... en azından İzmit'te
Serkan Engin
Damar Dergsi Şubat 2007
Aynı demir yolunun çocuklarıyız demek?
YanıtlaSilAnlatılacak ne çok şey var o yollara,o yıllara ait.
Selam Tülin, ne güzel haber bu:) Demek hemşehriyiz. Sevindim.
YanıtlaSilOf, Serkan ne şiir yazmışsınız böyle! İnanılmaz.
YanıtlaSilYapmayın. izmit'i böyle yazmayın diyeceğim demesine ama... İnanın bu şiirde müthiş bir İzmit'li ruhu hissediyorum. Bir şehir övülse bu kadar tesir etmez insana. Bu şiirle ne derseniz deyin tam bir izmit müptelası hissediyorum. Hani "ne seninle ne sensiz" denir ya.. O hesap:)
Teşekkür ederim bu asabi şiir paylaşımınız için.
Sağolun.
İrat, Adapazarı demek ıslama köfte demektir benim için:) Ne severim! Sağolun.
YanıtlaSilSiz sağ olun. :) Bu güzel yazıları okumanın keyfi başka.
YanıtlaSilÇok doğru tespit hayal kahvem, bu kentle derdim olsa da buradan başka yerde "evimde olma" hissini yaşayamıyorum nereye gitsem. Diğer tüm kentler otel bana. Burada yaşlanıp burada öleceğim. Oyuncak palyaço figüründen bir mezar taşım olacak Bağçeşme sırtlarında ve gelen geçen çocuklara dil çıkartacağım:)
YanıtlaSilSelam Serkan, tespitlerimi doğruladığınız için sevindim:) Durun bakalım... Daha ne asabi şiirler bekliyoruz sizden. Siz bizim şehre gerekli birisiniz. Sağolun.
YanıtlaSil