"Yooo! Benden bu kadar, çek kenara!" dedim. Artık nasıl carladıysam... İnan bana, kendi sesimden kendim ürktüm... Evet, dedim inanki. Kime mi? Arabama dedim tabii. Bak şimdi... Bayramda biraz hayat molası iyi gelmişti tamam mı? Ruhum bedenime ancak yetişmişti. Lakin işlerim feci birikti. Kasım ve aralık ayları, işim açısından en debdebeli aylar... Dar zamanlarda irili ufaklı paslaşmalar yapıyorum. Bunu becerebilmek için insanüstü efor safettiğimi seziyorum. Kâh ofiste kâh arazide ve evde... Haldur huldur koşturuyorum. Of! Muhtelif insan tipleriyle karşılaşıyorum tabii. Para kazanacağım diye birbirlerini dirsekleyenlerle, küçük hesaplar için itişip kakışanlarla, basit kurnazlıklar sergileyerek karşısındakini enayi yerine koyduklarını sananlarla en fazla bu dönemde denk geliyorum. İnsalıktan umudum kesiliyor. Memlekette ve dünyada olup bitenler yüreğimi karartıyor. Pis bir kırılganlığa ve hazin bir kedere kapılıyorum. Bööle boğazıma düğüm üstüne düğüm atılıyormuş gibi oluyor. Ağzımı açıp çook derin nefes almak, atmosferi toptan içime çekip yutmak istiyorum. İşte bugün kendimi arabanın camından başımı çıkarmış, ağzımı bir karış açmış, "ağğğ, ağğğğ!" diye sesler çıkarır halde bulunca... Ne yalan söyleyeyim, ölüyorum galiba dedim. Önce selavat getirdim. Sonra aklıma ne geldi bil bakalım? Bir film. Hoppala... Gene mi film deme... Lütfen dinle...
Hiç unutmam, Michelangelo Antonioni'nin Bulutların Ötesinde adlı filminin bir bölümünde, oyunculardan biri, okuduğu dergideki bir yazıyı anlatıyordu. Bir grup bilim insanı Meksika'dan İnka kentine doğru gitmeye niyetlenmişler. Eşyalarını taşıtmak için o şehrin yerlilerinden hamallar kiralamışlar. Uzun zaman yürüdükten sonra bir yerde hamallar durmuşlar. Öylece kıpırdamadan, konuşmadan saatlece durmuş oturmuşlar. Kimse anlam verememiş hamalların bu durgunluklarına ve suskunluklarına... Beklemişler... Beklemişler... Saatler sonra hamallar tekrar yola devam etmek için yerlerinden kalkmış, yürümeye başlamışlar. Hamallara neden o kadar saat hareket etmeden durduklarını sormuşlar. Nasıl cevap vermişler biliyor musun? O kadar hızlı yürüyorlarmış ki, ruhları arkada kalmış. Ruhlarının kendilerine yetişmesini beklemişler. Hoş değil mi? Niye anlattım şimdi bunu? İşte arabada... O anda... Aynı o yerliler gibi ruhumun bende olmadığını hissettim. İşte böyle zamanlarda en çok ağaçlara nasıl özeniyorum anlatamam. Ööyle kıpırdamadan, hareketsiz... Ne etliye ne sütlüye asabı bozulmadan sukûnet içerisinde yaşayabiliyor ya... Ruhum bedenime yetişene kadar ağaç olmak... Hareketsiz ööylece kalakalmak... Sus pus olup durmak istiyorum. Şairin dediği gibi... Hani bir ağaç gibi tek ve hür... Ve bir orman gibi kardeşcesine yaşamak... Arabamı yolun kenarına çektim. Arabamdan indim. Ruhum bedenime yetişene kadar büyük ağacın gövdesine sarıldım. Bir süre ağaç olarak hareketsiz ve suskun bekledim. Sonra mı? Sorulur mu? Ruhum bedenime yetişti. Ve kardeşçe yaşamaya devam etmeye karar verdim tabii.
Hiç unutmam, Michelangelo Antonioni'nin Bulutların Ötesinde adlı filminin bir bölümünde, oyunculardan biri, okuduğu dergideki bir yazıyı anlatıyordu. Bir grup bilim insanı Meksika'dan İnka kentine doğru gitmeye niyetlenmişler. Eşyalarını taşıtmak için o şehrin yerlilerinden hamallar kiralamışlar. Uzun zaman yürüdükten sonra bir yerde hamallar durmuşlar. Öylece kıpırdamadan, konuşmadan saatlece durmuş oturmuşlar. Kimse anlam verememiş hamalların bu durgunluklarına ve suskunluklarına... Beklemişler... Beklemişler... Saatler sonra hamallar tekrar yola devam etmek için yerlerinden kalkmış, yürümeye başlamışlar. Hamallara neden o kadar saat hareket etmeden durduklarını sormuşlar. Nasıl cevap vermişler biliyor musun? O kadar hızlı yürüyorlarmış ki, ruhları arkada kalmış. Ruhlarının kendilerine yetişmesini beklemişler. Hoş değil mi? Niye anlattım şimdi bunu? İşte arabada... O anda... Aynı o yerliler gibi ruhumun bende olmadığını hissettim. İşte böyle zamanlarda en çok ağaçlara nasıl özeniyorum anlatamam. Ööyle kıpırdamadan, hareketsiz... Ne etliye ne sütlüye asabı bozulmadan sukûnet içerisinde yaşayabiliyor ya... Ruhum bedenime yetişene kadar ağaç olmak... Hareketsiz ööylece kalakalmak... Sus pus olup durmak istiyorum. Şairin dediği gibi... Hani bir ağaç gibi tek ve hür... Ve bir orman gibi kardeşcesine yaşamak... Arabamı yolun kenarına çektim. Arabamdan indim. Ruhum bedenime yetişene kadar büyük ağacın gövdesine sarıldım. Bir süre ağaç olarak hareketsiz ve suskun bekledim. Sonra mı? Sorulur mu? Ruhum bedenime yetişti. Ve kardeşçe yaşamaya devam etmeye karar verdim tabii.
Çok iyi bir fikir birden benimde canım bir ağaca yaslanmak yada sarılmak istedi ama ruhum bedenime yetişirmi bilemedim.Ama bugün yapıcam bir ağaca yaslanıcam yada sarılıcam evet evet yapıcam valla
YanıtlaSilHey, tuzu, biberi.. Demek İzmit'tesiniz. Ne güzel:)
YanıtlaSilO değil de, yemeğin tuzu biberi olmadan asla yemem ben:))
Sizler de hayal kahvem'desiniz ya!
Ohh.. Tuzu biberi de tamam. Daha ne olsun. Teşekkürler:))
umarım bir daha gerilerde kalmaz, gerçi kalsa da ağaçtan bol ne var dimi :D
YanıtlaSilAh men de boor, benim ruhum hep firari:))
YanıtlaSilBu aralar tam da ihtiyacım olan şey, bir ağaç olmak.Keşke...
YanıtlaSilUnutmuşum, dün bi hakimle sohbet ettik. Kendisi duruşmada çok asabibi adam. Herkese bağırır falan. Dışarda ise tam tersi. Niye böyle dedim.Annesi küçükken demiş ki; bir kadın mahkemede yemin edip yalan tanıklık yapmış, mahkemeden dönünce bir kavak ağacına sarılmış, ağaç kurumuş. İşte bu yüzden yalan söyledikleri için çok sinirliyim dedi. Senin postun resmini görünce aklıma geldi. Sevgiler:)
YanıtlaSilbazen ihtiyaç duyuyor insan bir ağaca sarılmaya ya da yalınayak çimlere basmaya.ne mutlu sana kıskandım şimdi valla.dur bakıyım eve dönüş yolunda kaldıysa bir ağaç bulup sarılmayı deniycem.deli dicekler ama olsun:)
YanıtlaSilRuh,bazen kaçmak ister.Suçtan ve hüzünden arındırmak ister kendini.O elbise,o ceset ona ağır gelir kimi zaman.
YanıtlaSilRuhumu beklediğim olmadı hiç.Yada onu geride bıraktığım bir zaman.Ama bedenimden kaçmayı düşünürüm zaman zaman.
Çünkü...Bizimle konuşurken ayağını kaldırıyor dünya.
Selam Bahar, bu benim ilk ağaç olmak isteyişim değil. Arada nükseder:)
YanıtlaSilYoo, sadece ağaç değil bazan ot olmak bile isterim:)
Hımm, ibretlik bir hikaye Bahar. Benim sarıldığım ağaç kurumadı çok şükür:) Tüm ihtişamıyla karşımda.
YanıtlaSilBirbirimizi kurutmuyoruz biz. Çok iyi anlıyoruz. Ağaç neler görmüş geçirmiş olduğu yerde... İçine biriktirmiş. Dayıyorum ya kulağımı.. Of! Bir bilseniz onun benden çok anlatacakları var:)
Elmayra, boşverin. Kim ne derse desin. Sarılın bir ağaca. Bir süre bekleyin. Ağacın melodisini işitin.
YanıtlaSilŞükredin. Şifadır doğa insana... Bence tabii:))
Selam Casswa, benim ruhum hayat kontrol kulesinin tarifesine göre, kimi dayanamaz firar eder. Kimi bedenimin hızına yetişemez "bi dur!" der:) Yelkovan kuşlarının peşinden de gider, semazen misali başımın üzerinde de döner... Tuhaf bir ruhum var benim Casswa. Boşverin. Ne mutlu size. Tuhaf olan benim:)
YanıtlaSilHayal Kahvem, bazen senin bir "ent" olduğundan şüpheleniyorum... ;)
YanıtlaSil:)) Ceren, son Yüzük Savaşı'ndan sonra zaten tek tük kalan "ent"lerin soyu tükenmemiş miydi?
YanıtlaSilHeyy! Yoksa Son Mohikan gibi Son Ent ben miyim:)
yolda yürürken çoğu zaman yol kenarlarında ki o ağaçlara dokunurum ,dokunurum ki varlığınızı hissediyorum diye
YanıtlaSilblogunuzu şimdi tanıdım ve çok beğendim ,takipçinizim
Selam Turkuazft, bana da dokundunuz. Yüreğime.. Teşekkür ederim.
YanıtlaSilİnka hikayesi gerçekten hoş...
YanıtlaSil"Ne etliye ne sütlüye asabı bozulmadan sukûnet içerisinde yaşayabiliyor ya"
yok böyle değil
bir kere kök salacak,güneş alacak,büyyüecek,dallanacak,kuşlar konup kediler ıkacak,rüzgarı yağmuru yiyecek,yangın tehlikesni atlatacak,kurtlarla mücadele edecek,ölge verecek,buzda ve kor güneşte yaşam mücadelesi verecek...açıkçası ağaçların hikayesi aksiyonun tam kendisi;şöyle uzan yerküreye,yeşillik olsun ve kolların açık ve göğe bak,beyaz bulutlar olsun ki gözünü almasın ve kapa gözünü;ağaç gibi beklemektense bu şekilde beklemek daha güvenli,tabiki çevrede zararlı hayvanlar (insanların bazı türleri gibi) olmadığı sürece