Bazan bloğa yazı yazıyorken, senle oturmuşuz da karşılıklı muhabbet ediyormuşuz gibi hissediyorum. Mis gibi kokan kahveler ellerimizde mesela. Ben büyük battal koltukta oturuyorum, ayaklarımı toplamışım altıma... Bilirsin ayaklarımı toplamadan duramam. Muhabbet ederken bile ayaklarımın yerden kesilmesi gerekir illa. Sen ise tekli koltukta, her zamanki gibi anlattıklarıma şaşıra şaşıra beni dinliyorsun. Bu kez, eski günlerden bahsetmiyorum. Hele çocukluktan hiç başlamıyorum. Bu kez, paşa çayları, pötibör bisküviler, annemin çamaşır yıkama ve kabul günleri gelmiyor aklıma. Kolarımı dayamışım koltuğun yastığına. Kollarımın üstüne yanağımı yaslamışım sonra. Gözlerimi dikmişim gökyüzünde kovalamaca oynayan bembeyaz bulutlara... Öyylece dalmış bakıyorum. Sonra ansızın sana dönüyorum. Gözlerinin içine ama sana bakarak... "Gitsem mi buralardan?" diyorum. Sen ise gözlerini koca koca açıyorsun. Şaşırıyorsun tabiyatıyla... Hayır, biliyorsun, arada dellenir "gideceğim" derim esasında. Böyle lafın girizgahında ilk kez söylediğim için şaşırmış olmalısın. Senin o komik, hayret dolu bakışların hoşuma gidiyor. Omuzlarımı sallaya sallaya kıkırdıyorum. "Niye gitmeye, yollara bu denli sevdalıyım. Bebekken benim göbeğimi ailem yollara mı düşürmüş acaba, ne dersin?" diyorum. Şaşkınlık bir anda siliniyor, bir çocuk masumiyeti gelip yüzüne yerleşiyor. Tebessüm ediyorsun. Tam dudaklarının kıpırdadığını anladığım an, seni konuşturmuyorum gene. Kaldığım yerden devam ediyorum sözlerime... "Şimdi nereye gittiğini sormadan ilk trene atlasam mesela... " diyorum. "Düşünsene, yanımda sadece sırt çantam. Cüzdanım, fotoğraf makinem. Bir yedek tişört ve bir iki çamaşır. Ve kitap tabii.. Dur, bir şiir kitabı olsun sözgelimi. Yol tıkır tıkır su gibi akmalı. Hatta arada tren çufçuflamalı. İlkinde değil de üçüncü istasyonda inmeliyim. Bir kır kahvesinin eskimiş tahta sandalyesine ilişmeliyim. Tepemde kocaman bir çınar ağacı varmış. Güzün son günlerindeyiz ya... Yaprakları iyice sararmış. Tenimi gıdıklayıcı, şööle deli deli rüzgâr esmeli. Rüzgâr estikçe yapraklar başıma konfeti gibi dökülmeli. Acıkmışım. Kahvaltı yapmalıyım. Cemal Süreya'nın dediği gibi... "Kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı." Gizliden Şükran Ay'ın sesini duymalıyım. "Kapıdım gidiyorum bahtımın rüzgârınaaa" diye bir nakarat tutturmalıyım. Şükran Ay söylermiydi acaba bu şarkıyı? Kafama fazla takmamalı, sevgiyle ruhuna rahmet yollamalıyım. İçime tatlı bir hüzün çöreklenmeli. Efkarlı efkarlı derinden "ahh!" çekmeliyim. Sonra farketmeliyim ki çayım bitmiş. Kır kahvesindeki çilli yüzlü çocuğa seslenmeliyim... "Tazeler misin, demli olsun lütfen." demeliyim. Kız belli bardakta tavşan kanı çayım gelmeli. Kız belli bardağı ince belinden sımsıkı kavramalıyım avucumla... Elim yansa da tabağa koymamalıyım. Çayın kokusu aklımı başımdan almalı. Bir süre iç çekerek kendimden geçmeliyim." diye anlatıyorum sana. Susuyorum. Bu hayalim hoşuna gidiyor olmalı ki gözlerinin kenarıyla gülümsüyorsun bana. Sonra yüzünde puslu bir bulut geziniyor... "Sahi, gidermiyim?" diye endişeye mi kapılıyorsun yoksa? "Yooo..." diyorum sana... "Korkma"... "Bir nilüfer çiçeğinden farkım yok ki benim. Tamam, köksüzüm. Özgürüm. Ama sınırlarım belli. Nereye gidebilirim ki? Sadece hayallerle yaşamayı severim. Mesele gitmek, gidilecek yer değil ki. Gitmek düşüncesi ve bütün bunları yaşıyormuşum gibi hayal etmek en güzeli..." Yerimden kalıyorum. Elindeki boşalmış kahve fincanını alıyorum. İkimizi ılık bir yorgunluk sarmış. Sanki o kır kahvesine gidipte dönmüş gibi.
Bu hayali sıklıkla ben de kurarım. Ardından yalnız canım sıkılmaz mı der tek başına egede bir yerlere kaçma planımı yine rafa kaldırırım.
YanıtlaSilalıyorum ince belli çay bardağını elime, o kır kahvesinde çay içiyorum seninle.kulağıma güzel bir türkü çalınıyor. kahve bir çınar ağacının altında. yanında getirdiğin kitaptan bir şiir okuyorsun bana. bir mungan şiiri dinliyorum.acaba hangisi?
YanıtlaSilişyerindeyim ve çay içiyorum. :))
Gitmek, yen, yerler görmek, eski yerlerden geçmek,, ayrı bir heyecan. keşke hepimiz bir yerlere gidebilsek. sonra gelip de buradan paylaşsak yaşadıklarımızı :)
YanıtlaSilYoo..Birdysevda.. Ben yalnız yolculukları çok severim:)
YanıtlaSilTamam Kara Kitap:) Murathan Mungan'dan bir şiir okurum sana..
YanıtlaSilMesela... Kara Saplanmış Tren'e ne dersin?
"Aynı tünellerden çıkarken yitirdiğimiz düşler,
birlikte kamaşan gövdelerimiz,
karanlıktan ışığa ürperen ten...
Başka yolcularını bekliyor şimdi,
kara saplanmış tren...
Ayrıntıların bağışlamadığı nabzımın vuruşları,
bir başkası olarak yaşadığın serüvenlerde...
Tedirgin gövdelere yerleşen
bukalemundan kalan nem,
korktum ve kaçtım alabildiğine,
kara saplanmış trenlerin yolcusu olmaktan;
Uzak durdum
pişmanlığın kovanındaki içe dönük kurşunlardan
mezatlarda dağıttım neyim var neyim yoksa
unutuşla örtüldü
belleğimin eteklerinde sönen yanardağ...
Her seferinde erteliyordum büyük vazgeçişi bilet değiştirmekle,
oysa hiç bir yolculuk taşımıyordu beni
hiç bir yere...
Başka yolcular değildi bekletilen,yolcular başkalaşıyordu
saplanmış trenlerse, aynı tünellerde ilk karı bekliyordu..."
Sevgiler..
Vladimir, yine, yeni, yeniden bir yerlere gitmeli.. Gidilmiyorsa bile gidebilme hayalleri ertelenmemeli:)
YanıtlaSilEğer gidenler varsa.. Şaşarak dinlemeli:)) Ama hep gitmeyi hayal etmeli... Değil mi:)
Şükran Ay,bir kaç gün önce vefat etti.
YanıtlaSilBilmez miyim Avram. Biliyorum tabii.
YanıtlaSilOna veda yazısı yazmak istemedim. Onun yerine gitmekle ilgili bir yazı yazıp içinde Şükran Ay adı geçsin istedim. Hatta bir ara fotoğrafını da koydum. Ama dayanamadım. Kaldırdım. Sesine bayılırım.. Yattığı yer nur olsun.