Elimde kahve... Çok çalıştım. Biraz mola vakti. Ofisteki pencereden denize bakıyorum. Yok vallahi... Sıkılacaksan eğer... Bu günlerde Hayal Kahvem'i okuma istersen. Sen bilirsin. Yani diyeceğim odur ki sana eziyet etmek istemem. Ben aklıma geldikçe yazacağım Atilla Atalay öykülerinden bir şeyler. Neden biliyor musun? Mecnun Kuleleri benimle birlikte dolaşıyor. Eve, ofise, ben nereye o oraya... Bu günlerde böyleyken böyle... Peki, kitap benimle dolaşıyor da okuyor muyum? Yooo! Sadece Mecun Kuleleri adlı öyküsünü okuyorum o kadar. Diğerlerini daha okuyamam. Yapamam. Nasıl bir vaziyet bu? Sana anlatamam. Tuhaf olduğumu sana söylemiştim en baştan. Böyleyim.
Sabah baktım hava nasıl güzel... Beni kandırır bu havalar biliyor musun? Aynı Aziz Nesin'in bir şiirindeki gibi... Badem ağacına seslenir... Der ya hani... "Sen ağaçların aptalı, Ben insanların"... İşte öyle... "Bir ılıman hava esmeye görsün... " Açarım çiçeklerimi. "Bir güler yüz bir tatlı söz" Açarım yüreğimi... Bilerek kandırıldığımı... Kaçıncı kez bağlanırım bir olmaza... Olsun... Havamı bulunca nasıl açıyorsam çiçeklerimi.. Öyle açarım yüreğimi... Vururum kendimi hem sevdalı öykülere... Hem güzel havaya... İşte ben böyle fenafillah mertebesine erişmişken ofiste... Havamı bulmuşken yani... Elimde kahve fincanı bizim köyün denizine bakıyorken... "Birisi denizi de alıp götürsün" diyesim geldi. Dedim. Şaşkın şaşkın baktılar yüzüme diğerleri... Bu kaş kalkmış hayret dolu ifadeleri görünce kendime geldim. Odama döndüm. Masanın kenarında duran kitapların arasından Dup Dup Çedene'yi çektim. Ezbere bildiğim yüzellinci sayfayı açtım. Okumaya başladım.
"Geyiğin bini bir para, bir dolunay vakti, deniz kenarında oturmuş gökyüzüne bakıyorduk." diye başladım öyküye... Okudum.... Okudum... Okudum... Yazarın sevdiği kız Tülay'dan ayrılış sayfasına geldim. "Yıldız kümesi, bir bulut kümesiyle saklambaç oynuyor, martılar müteessir. Deniz fenerinin eski efendiliği kalmadı. Yakamozların hadiseye niye kayıtsız kaldığını ise anlıyorum artık. Belki de sonradan olacaklara üzülmek istemiyorlardır. Arada neler konuştuk söylemiycem. Onlar bizim sırrımız. Hem olayın geçtiği yer itibariyle askeri bir sır bile sayılabilir. Yalnız Tülay "Siz yakınsınız, günübirlik gelirsiniz felan kampa, buralarda başkalarıyla denize girerken beni unutma emi" gibisinden ilk aşkımıza final bir cümle sarfetti. Çok kızdım... Neydi yani, nasıldı yaa...... Nasıl unutayımdı ki? Fazla bir şey söyleyemedim ama....... "Sen yokken naapıcam ki ben denizi" dedim. "Madem sen gidiyorsun, birisi denizi de alıp götürsün buralardan." Durdum. Öyküden başka bir şey yazmayacam... Şimdi bu benim baktığım karşımda masmavi güpgüzel başka bir deniz. Harbiden sudan gelmişim kardeşim ben... Toprak ne ki... Yine deniz... İçeriye "Birisi denizi de alıp götürsün buralardan." diye seslendim. Tamam... Kusura bakma... Çalışmam lazım... Anladın değil mi? Şimdi işe dönecem. Bu kadar.
Selam Vildan,
YanıtlaSilHepimizin gönül hanesine düşen bir sayfa var, orda öteki sayfalardan daha çok kalırken, kendimizi daha iyi hissediyoruz, istiyoruz ki, güzel havalalar mahvetsin bizi :) ekmeği, tuzu, uykumuzu biraz biraz unutalım...
Milan Kundera'nın Otostop Oyunu adlı öyküsüne ayırdığı sayfalar da ne kadar sık gezindiğimi ve bazı filmlerin bazı sahnelerini tekrar tekrar seyrettiğimi söylesem sanırım benzer haller yaşadığımız ortaya çıkar... Bu yazınızdan çok keyif aldım, hikayeler başlayacak gibi görünüyor :) Bekliyoruz :)
Çok samimi bir yazı olmuş. Tadaldım. Bayıldım.
YanıtlaSilSelam Nessuno,
YanıtlaSilSizden bir kez daha duymuştum Otostop Oyunu'nu..
Okumadım ve çok merak ediyorum. Yeni hikayeler mi?
Hımm.. Zor görünüyor:(
Selam Dilek,
YanıtlaSilBeğenmene sevindim. Teşekkür ederim:) Bir kahve molasına ofise beklerim:))