Sana bir şey söyleyeyim mi iyileşecek hastanın ayağına doktor gelir derler ya. Doğruymuş. Bak şimdi. Uzun zamandır muztarip olduğum bir derdim var. Kiminle dertleşeceğimi bilemiyordum. Diyelim ki ben Hayal Kahvem’e bir yazı yazmak için oturuyorum. Üstelik hangi konuda yazacağımı baştan belirliyorum. Sonra başlıyorum yazmaya…. Aaa! Bir bakıyorum ki, yazı benim düşündüğüm konuda yazılmamış da akmış başka mecraya… Üzülüyorum… Ben niye hep böyle yapıyorum diye dertleniyorum bu defa. İşte gene bugün iki elimi yanaklarıma dayamış, mahzun mahzun oturuyordum ki, senden iyi olmasın Marguerite Duras’la gözgöze gelmedim mi? Ne çok olmuş görüşmeyeli! Şimdi sen diyeceksin ki: “1914’de doğan Fransız roman, oyun, senaryo yazarı, film yönetmeni meşhur Marguerite Duras 82 yaşında ölmemiş miydi? Ne işi var sizin evde?” Haklısın. Cismen ölmüş olabilir. İyi de, yazarlar kitapları okundukça ölürler mi? Ölmezler elbette. Eserleriyle yaşarlar öyle değil mi? İşte Marguerite Duras, ihtiyacım olduğu anda elime geldi. Kitabının adı YAZMAK. Bu kadar da olur mu? Sanki Marguerite Duras diyor ki, “Al sana kitabım... Her sayfası ayrı bir draje. Su gibi dik kafana... İç şifa niyetine!” Aynen böyle oldu yeminle. Şöyle bir araladım kitabın sayfalarını. Diyor ki “İnsan içinde bir yabancıyı barındırır; yazmak işte o yabancıya ulaşmaktır. Budur ya da hiçbir şey değildir. Yazma hastalığı denen bir hastalıktan söz edilebilir. Yazı bilinmeyendir. İnsan yazmaya başlamadan önce ne yazacağı hakkında hiçbir şey bilmez. Kafasının içi dupduru olsa da. Yazı, içindeki bilinmeyendir onun, kafasının içindeki, bedeninin içindeki bilinmeyen….. İnsan ne yazacağını bilseydi, o işi yapmadan, yazmadan önce; hiçbir şey yazamazdı…. Yazmak, insan yazsaydı ne yazardı, bunu öğrenme çabasıdır – ancak yazdıktan sonra öğrenebiliriz bunu- öncesindeyse insanın kendi kendine sorabileceği en tehlikeli sorudur bu. Ama aynı zamanda da en çok sorulan.” İşte böyle dedi bana Marguerite Duras. Hımm! Şimdi canım nasıl Hiroşima Sevgilim’i seyretmek istedi. Hani Marguerite Duras’ın romanı 1959 da sinemaya uyarlanmış ya... Dur ben bu filmi seyredeyim önce. Sonra anlatırım belkide. Du bakalım…
29 Ocak 2011 Cumartesi
Şifa Niyetine Okunan Kitaplar - Yazmak
Sana bir şey söyleyeyim mi iyileşecek hastanın ayağına doktor gelir derler ya. Doğruymuş. Bak şimdi. Uzun zamandır muztarip olduğum bir derdim var. Kiminle dertleşeceğimi bilemiyordum. Diyelim ki ben Hayal Kahvem’e bir yazı yazmak için oturuyorum. Üstelik hangi konuda yazacağımı baştan belirliyorum. Sonra başlıyorum yazmaya…. Aaa! Bir bakıyorum ki, yazı benim düşündüğüm konuda yazılmamış da akmış başka mecraya… Üzülüyorum… Ben niye hep böyle yapıyorum diye dertleniyorum bu defa. İşte gene bugün iki elimi yanaklarıma dayamış, mahzun mahzun oturuyordum ki, senden iyi olmasın Marguerite Duras’la gözgöze gelmedim mi? Ne çok olmuş görüşmeyeli! Şimdi sen diyeceksin ki: “1914’de doğan Fransız roman, oyun, senaryo yazarı, film yönetmeni meşhur Marguerite Duras 82 yaşında ölmemiş miydi? Ne işi var sizin evde?” Haklısın. Cismen ölmüş olabilir. İyi de, yazarlar kitapları okundukça ölürler mi? Ölmezler elbette. Eserleriyle yaşarlar öyle değil mi? İşte Marguerite Duras, ihtiyacım olduğu anda elime geldi. Kitabının adı YAZMAK. Bu kadar da olur mu? Sanki Marguerite Duras diyor ki, “Al sana kitabım... Her sayfası ayrı bir draje. Su gibi dik kafana... İç şifa niyetine!” Aynen böyle oldu yeminle. Şöyle bir araladım kitabın sayfalarını. Diyor ki “İnsan içinde bir yabancıyı barındırır; yazmak işte o yabancıya ulaşmaktır. Budur ya da hiçbir şey değildir. Yazma hastalığı denen bir hastalıktan söz edilebilir. Yazı bilinmeyendir. İnsan yazmaya başlamadan önce ne yazacağı hakkında hiçbir şey bilmez. Kafasının içi dupduru olsa da. Yazı, içindeki bilinmeyendir onun, kafasının içindeki, bedeninin içindeki bilinmeyen….. İnsan ne yazacağını bilseydi, o işi yapmadan, yazmadan önce; hiçbir şey yazamazdı…. Yazmak, insan yazsaydı ne yazardı, bunu öğrenme çabasıdır – ancak yazdıktan sonra öğrenebiliriz bunu- öncesindeyse insanın kendi kendine sorabileceği en tehlikeli sorudur bu. Ama aynı zamanda da en çok sorulan.” İşte böyle dedi bana Marguerite Duras. Hımm! Şimdi canım nasıl Hiroşima Sevgilim’i seyretmek istedi. Hani Marguerite Duras’ın romanı 1959 da sinemaya uyarlanmış ya... Dur ben bu filmi seyredeyim önce. Sonra anlatırım belkide. Du bakalım…
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
yazmak bi tutku gerçekten, hayatın sınırlarının dışına çıkmak, farklı bir yerde uyanmak ve o gerçekliğin içinde adımlamak yeni olanı..
YanıtlaSilDuras'ı da selamlamadan gitmek olmaz tabii buradan :)
Selam Aydedeye havlayan, şiimdi farkettim bu yorumunuzu:) Bir yıl sonra neredeyse.. Benden de size selam ve sevgiler.
YanıtlaSiliçimizde bir değil bir sürü yabancı var ve biz de bu yüzden hep daha çok yazmalıyız aslında :)
YanıtlaSilSelam 7. Oda... Evet sanırım haklısınız. Ben içimdeki yabancıları yazdıkça öğrenmeye başladım:) Sağolun.
YanıtlaSil