Televizyonda bir intihar haberi... Babasını öldüren genç karakolda kendini asmış. Seyrettim bu haberi... Öylece... Ne seyrettiğimi idrak etmek istemeksizin... Boş gözlerle... Hani haberlerde hava durumu anlatılıyormuş da durum mevsim normallerinden biraz sapmış gibi... O kadarcık. Alışılagelmiş, sıradan bir durummuş gibi... Tepkisiz. Evet aynen bu haldeyken ben... Yanımdaki kadın "nedir bu, niye böyle saçma haberleri gösteriyorlar?" dedi. Ansızın kafamın içinde dünyanın çanları çaldı biliyor musun? İşittim.. İşittim inan ki! Döndüm kadının yüzüne baktım. Korktum biliyor musun? Korktum yemin ederim. Ya bu lafları ben söyleyeydim? Şimdi ben bu habere böyle boş gözlerle bakıyorsam. Sonrasında gün gelecek bu kadının tepskisini mi vereceğim? Dağıldım biliyor musun? O kadar korktum ki yüzümdeki tüm kanın çekildiğini hissettim. Kuafördeydim zaten. Aynada yüzümü gördüm. Bembeyaz kesilmiştim. Saçıma fön çeken kız "abla iyi misiniz?" diye sordu. İyi değildim. Hem de hiç iyi değildim. Şimdi sorarım sana kendimi böyle dağınık hissettiğimde beni toparlayacak ne var? Ne beni kendime getirecek? Tekrar insan olduğumu hissettirecek. Ne bana ümit verecek? En güzel ilaç edebiyat... Çantamdan Atilla Atalay'ın son kitabı Mecnun Kuleleri'ni çıkardım. Negzel Pembe adlı öyküsünü açtım. Niye bu öyküsünü açtım biliyor musun? Bu öyküde yazar'ın arkadaşı Ali intihar eder çünkü. Ve yazar karamizah cümleleriyle okuyucuya iyiliği kötülüğü düşündürür. Hepimiz öleceğiz. Bundan kaçış yok. Ama her intihar arkasında pek çok soru bırakır. Belki de her intihardan tüm insanlık sorumludur. Bizler, yaşayanlar kötü müyüz yoksa? Ölümlerden nemalananlar, haberciler, gazeteciler... Bir dolu insan intihar haberlerinin üzerine atlarken, reklam dünyası hiç birşeyden etkilenmemize izin vermez ya hani... Böyle bir haber mi var? İki reklam arasında verilir hani misal... Ve sanki hayat sadece bir bebeğin ağzından çıkan iki cümledir: "Negzel pembe" Sonra işte bir kuaför salonunda televizyonda benzeri bir intihar haberine denk gelinir. Önce tepkisiz izlenmeye başlanır. Sonra "nedir bu, niye böyle saçma haberleri gösteriyorlar" denir. Of, Allah saklasın... Aman ha!
Dün bir arkadaşımla benim ofiste kahve içip hasbihal ediyorduk. Atilla Atalay'ın son kitabı Mecnun Kuleleri masamın üzerindeydi. Bilmiyormuş Atilla Atalay'ın öykülerini. Anlattım biraz. Dedi ki: "Acıklı gibi sanki. İçini karartmıyor mu?" Şaşırdım bu tepkisine... Güldüm. Oysa yazarın "ciddi ve hisli" öyküleri her daim içimi açar. Tamam. İnkar edemem. Öykülerini okudukca içime ağır ve kıpırdamaz bir şey oturur oturmasına... Tamam... Hep söylerim... Oğuz Aral'ın dediği gibi, Atilla Atalay'ın öykülerini okuyunca sanki gülecek gibi olacakken içimde gözyaşı dahil herhangi bir sıvıyla akıtılıp temizlenmeyecek bir tortu birikir. Ve geriye koskocaman bir çeki taşı kalır. Zaten öykülerinin sırrı burdadır. Kimi zaman efil efil arıyorum ya onun öykülerini... Bulamazsam... Okuyamazsam... Nefessiz kalacakmışım gibi hissediyorum.. Hani bünyemdeki tiryakilik hallerim... Hep bu sebepledir. Yüreğime dokunur. Yüreğimde bir yerleri acıtır. Galiba bu duygular bana insan olduğumu tekrar hatırlatır. Bu acı çok güzel bir şeydir. Dimağımda tadı kalır. "Negzel pembe!"
Negzel anlatmışsın sen de. :) Atilla Atalay bana da arkadaşının dediği gibi acıklı gelirdi. Bu yazından sonra notlarım arasına koydum. En yakın zamanda kendime "Mecnun Kuleleri"ni edinip okumaya başlayacağım.
YanıtlaSilDiğer konuya ise hiç gelmiyorum. Sen demişsin diyeceğini. Güzel de demişsin.
Beğendiğinize sevindim pitis.. Okuyun.. Çok güzel öyküler var.. Ya da Kalbin Böcüü ile başlayın isterseniz.. Seveceksiniz..
YanıtlaSilBulacağım onları ilk fırsatta. ;) Öneri için teşekkür ederim.
YanıtlaSil