Gündüz Vassaf'ın Cehenneme Övgü ve Cennetin Dibi adlı kitaplarını uzun zaman önce satın almıştım. Bütün bölümlerini okumamıştım. Ara ara okuduğum kitaplarımdan bu ikisi. Zaten kolaylıkla hazmedilecek kitaplar değildirler. Okuduğum her bölümünden sonra ayaklarımdan tutulup balkondan aşağıya silkelenmişim hissi vermişlerdir. Gündüz Vassaf'ın yazdıkları dağıtır bünyemi. Bu durumda kitabın yarattığı sarhoşukla kendimi dinlemem ve sonrasında kendimi toparlayabilmem için okumaya bir süre ara vermem gerekir. En azından benim için böyledir. Bir önceki yazım sebebiyle Cehenneme Övgü'ye bakmak ihtiyacı hissetmiştim. Bakınca, kitabın okumadığım yeni bir bölümüne denk geldim. Bugün Beatles'ı dinleyip Hayal Kahvem'e linglerini ekledikçe,Gündüz Vassaf'ın Cehenneme Övgü adı kitabındaki enteresan tespitlerle dolu olan Ah, Minel Aşk adlı bölümünü okumaya başladım. Bak şimdi... Kitabın cümlelerine sadık kalarak bu bölüm hakkında birşeyler yazacağım. Sonra kitabı gene bırakacağım. Kimbilir ne zaman ve hangi sebeple tekrar okumaya başlayacağım? Kitap okumak benim için heyecanlı bir serüven.. Neyse... Seni Seviyorum ve devamında sahiplenmeyi getiren Seni İstiyorum cümlesinin Gündüz Vassafçasına deyinmek istiyorum. Ah, Minel aşk!
Şöyle düşünelim. Demokrasi, bağımsızlık, özgürlük konusunda vazgeçilmez inançları olan biri, aşkta bunun tam karşıtı değerleri benimseyebiliyor. Çünkü aşk insana hem sahip olmayı hem de sahip olunmayı gerektiren hisler veriyor. Sanki mutlak teslimiyet istiyor. Bu durumda aşk sürekli olamıyor. Ve çabuk tüketiliyor. Aslında üzerinde düşünülmesi gereken belki kafalarımızdaki aşk kavramı. Alışılagelen aşk kavramları ve adetleri aşka öyle bir üniforma giydiriyor ki aşık olma süreci anlık bir şey olup çıkıyor. Aşk o kadar abartılıyor ki intihara, cinayete, alkolizme, sadizme, şerefsizliğe götürebiliyor. Oysa aşk yaşamdan güçlü, özgürlükten yoksun olamaz. Aşk resmen totaliter bir kavram olup çıkıyor. Öyle olmasaydı aşk ve kıskançlık yanyana var olamazdı, öyle değil mi? Nasıl oluyor da bir vakitler birbirlerine aşık olan insanlar sonradan birbirlerinden nefret eden insanlara dönüşebiliyorlar? Aşıklar arasındaki cinayet oranı neden bu kadar yüksek? Aynı insanda hem aşk hem nefret hisleri bir arada nasıl barınabiliyor? Çünkü aşk sahip olunacak bir nesneymiş gibi algılandıkça nefret de ortaya çıkabiliyor.
Günümüzde meslekler, dilimiz, hatta ekonomimiz sevgi yoksunluğu üzerine kuruluyor. Sevgi bir sorunmuş gibi algılanıyor. Aşkın varlığından çok yokluğunun bilincindeyiz. Aşık olmama durumu normal sayılıyor. Güzellik enstitülerinden, psikoterapistlere, konfeksiyondan, parfüm endüstrisine ve reklamcılara kadar bir kısım sanayici aşkın yokluğundan para kazanıyor. Yalnızlıktan korkan insanlar için uyku hapları var misal. Aşk yüzünden yaşamına son verenler var. Reddedilmekten ve acı çekmekten korkulduğu için sevdiğini açıklamaktan korkan insanlar olup çıkılıyor. Oysa yaşam aşktan üstündür ve aşk yaşamın bir parçasıdır. Yaşarken severiz. Acı çekeriz. Sevmek de acı çekmek de yaşama aittir. Yalnız sevmek, acı çekmeyi reddetmek yaşamı reddetmek demektir.
Alışılagelen aşk kavramları ve adetleri aşka üniforma giydiriyor demiştik ya işte insan bu manevi üniformaların içinde sevgisini göstermekten korkar oluyor. Duygularını sergilemek istemiyor. Ya da taksit taksit açıklamak isteniyor ki böylece karşılık görmek garantiye alınsın. Seni seviyorum dendiğinde karşı taraftan da aynı cümlenin söylenmesi bekleniyor. Niye? Neden mütekabiliyet aranıyor? Çünkü insan öyle şartlanmalarla, ısmarlanmış davranış kalıplarıyla donatılıyor ki aşkta kendi bireysel ifadesinin ne olduğunu bilmiyor. İlişki karşılıklı taleplere dönüşmeye başlıyor. Sen beni sev.. Ben de seni seveyim. Arz talep vaziyeti anlatabiliyor muyum? Ne kadar ekmek, o kadar köfte...(bunlar kitapta yok tabi:) Bilinçli olarak karşındakini hoşnut etme ve aynı zamanda onu hoşnut etmeme potansiyelini de elinde tutabilme. Sözümona biliçli bir ilişki. Ne fena!(bu da yok:)
Tüm aşk anlatılarında, kilometre taşlarını, kritik noktaları, yol işaretlerini kişiler oluşturuyor. Aşk sürecinin kendisi, onun kendine has coşku, heyecan ve tadı yaşanmaz ve yaşatılmaz oluyor. Aşk duygusuna sahip olmaktansa çeşitli kişilerle ilişkilerde onun nasıl yansıdığının hesabı tutulmaya başlıyor. Oysa aşkın kendinden gelen özellikleri vardır. Aşk sona erdiğinde yitirilen aşk değildir. Yitirilen, o belirli sevme şeklinden vazgeçen kişidir. Aşk her zaman mevcuttur. Aşka kişiler üzerinden bakma alışkanlığı yüzünden aşk gözden kaybedilir. Çoğu kişi, her defasında yeni biri üzerinde aşkı denemeye kalkar. Hep aynı akıl ve duygu şartlanması yüzünden her defasında hayal kırıklığı yaşar. Oysa yaşanan aşk, insanlık tarihindeki tüm geçmiş aşkların devamıdır.
Seni istiyorum." "senin için deli oluyorum." Hayır! diyor Gündüz Vassaf. Aşk duyguların zihin üzerine egemenlik kurması demek değildir. Akıl ve duygular birbirinin karşıtı değildir. Aşk sanki böyleymiş gibi anlatıldığı için böyle olduğuna inanılır. Gerçekten aşık olunca çılgınca vuruluyor, yemeden içmeden kesiliyor, uyuyamıyor, çalışamıyor insan. Tüm dünya sadece aşık olunan kişi açısından değerlendiriliyor. Aşkın böyle sınırlandırılması da çok kısa sürede tüketiyor ve öldürüyor onu. Ana çocuğunu, koca karısını, arkadaşlar birbirini, yeme içmeyi seviyorlar. Sevgi sözcüğünün kapsamının genişliği insanı şaşırtıyor. Oysa her bir bağlamda ayrı bir anlamı var. Bu farklılığı seziyor ancak farklı bir sözlükle tanımlayamıyoruz. Eskimolar kar'ı, gemiciler çeşitli rüzgarlar'ı anlatmak için ne kadar çok kelime kullanıyorlar. Oysa eski Mısırlılar aşkı nasıl anlatmışlarsa, bugün aşk için düşünülen ve hissedilenler tıpatıp aynı sözlerle dile getiriliyor. Aşk konusunda yüzyıllar önce nasıl düşünülmüşse ve sevilmişse gene aynı ilkel, kaba ve totariter biçimde sürdürüyoruz. Herşey evrim geçirmiş. Sanki bir zamanda, bir yerlerde, kendi içimizde aşk evriminde duraksama olmuş. Ve sonuç olarak ne var elimizde aşktan kalan? "Radyasyondan çok birbirlerinin kalplerini kırmaktan ölüyor insanlar."
Alışılagelen aşk kavramları ve adetleri aşka üniforma giydiriyor demiştik ya işte insan bu manevi üniformaların içinde sevgisini göstermekten korkar oluyor. Duygularını sergilemek istemiyor. Ya da taksit taksit açıklamak isteniyor ki böylece karşılık görmek garantiye alınsın. Seni seviyorum dendiğinde karşı taraftan da aynı cümlenin söylenmesi bekleniyor. Niye? Neden mütekabiliyet aranıyor? Çünkü insan öyle şartlanmalarla, ısmarlanmış davranış kalıplarıyla donatılıyor ki aşkta kendi bireysel ifadesinin ne olduğunu bilmiyor. İlişki karşılıklı taleplere dönüşmeye başlıyor. Sen beni sev.. Ben de seni seveyim. Arz talep vaziyeti anlatabiliyor muyum? Ne kadar ekmek, o kadar köfte...(bunlar kitapta yok tabi:) Bilinçli olarak karşındakini hoşnut etme ve aynı zamanda onu hoşnut etmeme potansiyelini de elinde tutabilme. Sözümona biliçli bir ilişki. Ne fena!(bu da yok:)
Tüm aşk anlatılarında, kilometre taşlarını, kritik noktaları, yol işaretlerini kişiler oluşturuyor. Aşk sürecinin kendisi, onun kendine has coşku, heyecan ve tadı yaşanmaz ve yaşatılmaz oluyor. Aşk duygusuna sahip olmaktansa çeşitli kişilerle ilişkilerde onun nasıl yansıdığının hesabı tutulmaya başlıyor. Oysa aşkın kendinden gelen özellikleri vardır. Aşk sona erdiğinde yitirilen aşk değildir. Yitirilen, o belirli sevme şeklinden vazgeçen kişidir. Aşk her zaman mevcuttur. Aşka kişiler üzerinden bakma alışkanlığı yüzünden aşk gözden kaybedilir. Çoğu kişi, her defasında yeni biri üzerinde aşkı denemeye kalkar. Hep aynı akıl ve duygu şartlanması yüzünden her defasında hayal kırıklığı yaşar. Oysa yaşanan aşk, insanlık tarihindeki tüm geçmiş aşkların devamıdır.
Seni istiyorum." "senin için deli oluyorum." Hayır! diyor Gündüz Vassaf. Aşk duyguların zihin üzerine egemenlik kurması demek değildir. Akıl ve duygular birbirinin karşıtı değildir. Aşk sanki böyleymiş gibi anlatıldığı için böyle olduğuna inanılır. Gerçekten aşık olunca çılgınca vuruluyor, yemeden içmeden kesiliyor, uyuyamıyor, çalışamıyor insan. Tüm dünya sadece aşık olunan kişi açısından değerlendiriliyor. Aşkın böyle sınırlandırılması da çok kısa sürede tüketiyor ve öldürüyor onu. Ana çocuğunu, koca karısını, arkadaşlar birbirini, yeme içmeyi seviyorlar. Sevgi sözcüğünün kapsamının genişliği insanı şaşırtıyor. Oysa her bir bağlamda ayrı bir anlamı var. Bu farklılığı seziyor ancak farklı bir sözlükle tanımlayamıyoruz. Eskimolar kar'ı, gemiciler çeşitli rüzgarlar'ı anlatmak için ne kadar çok kelime kullanıyorlar. Oysa eski Mısırlılar aşkı nasıl anlatmışlarsa, bugün aşk için düşünülen ve hissedilenler tıpatıp aynı sözlerle dile getiriliyor. Aşk konusunda yüzyıllar önce nasıl düşünülmüşse ve sevilmişse gene aynı ilkel, kaba ve totariter biçimde sürdürüyoruz. Herşey evrim geçirmiş. Sanki bir zamanda, bir yerlerde, kendi içimizde aşk evriminde duraksama olmuş. Ve sonuç olarak ne var elimizde aşktan kalan? "Radyasyondan çok birbirlerinin kalplerini kırmaktan ölüyor insanlar."
Çok beğendim yazınızı.Karşılık olmasını beklemeden sevmek gibi bir şey hatta aşk hiç kalmamış artık.Beni severse ben de onu seveceğim diye bir şey var hatta o daha çok sevsin.Oldu canım demeli buna..!Kalpleri açıkta olan bizler için ne yapmalı onu bilemiyorum.Kırılmayı da geçtik artık!
YanıtlaSilBence sonraya bıraktığımız kitaplara zaten hazır değiliz.Hele bu kitap için gerçekten bir seviyede olmak gibi geliyor...
YanıtlaSilGünaydın Vildan,
YanıtlaSilSabah sabah iyi geldi yazınız...